Sessizlik kavramıyla ilgili her veçheyi gündeme getiren John Biguenet ‘Sessizlik’ adlı kitabında sessizlik temasını dar kalıplara sığdırmadan, onu gerek gündelik hayattaki gerek sanattaki gerekse siyasetteki akisleriyle ele alıyor.

Tüm veçheleriyle sessizlik

METİN YETKİN

İthaki Yayınları’nın ince şeylerin hatırını gözetmeyi amaçlayan kurgudışı dizisi minima, Bihter Sabanoğlu’nun Türkçeye kazandırdığı John Biguenet’ın yazdığı ‘Sessizlik’ kitabıyla devam ediyor. ‘Sessizlik’ kitabı sessizlik temasını dar kalıplara sığdırmayan, onu gerek gündelik hayattaki gerek sanattaki gerekse siyasetteki akisleriyle ele alan bir denemeler bütünü.

Kitabın yazarı John Biguenet, Türkçede yayımlanan ‘İşkencecinin Yamağı’ adlı öykü kitabıyla Türkiye okurunun bildiği bir yazar. Birçok mecrada kalem oynatan Biguenet, roman, öykü, oyun ve denemeleriyle çağdaş Amerikan edebiyatında yer edinmiş. Nitekim 72 yaşındaki yazarın birikimi denemelerde görülüyor, kısacık bir denemenin içinde dahi Çehov’dan Kafka’ya, Kafka’dan Foucault’ya kadar geniş bir yelpazede kaba tabirle nokta atışı örnekler verirken yumuşak geçişler yapıyor.

SESSİZLİK NEDİR?

Beş bölümden, on dört denemeden oluşan kitap, ilk bölümde “Sessizlik Nedir?” diye soruyor. İlkin birçoğumuzun tahayyülündeki sessizlik algısını betimlerken kavramı dallanıp budaklandırıyor ve “sessizlik insanın sınırlılığının ölçütüdür” diyor. Önceleyin okura “havalı bir söz” gibi gelebilecek bu cümle ilerleyen bölümlerde açıklanıyor. Şöyle ki, dünyadaki en sessiz yer Minnesota’da bulunan Orfield Laboratuvarları’na ait yankı özelliğinden arındırılmış bir oda. Oda o kadar sessiz ki içerideki ses -9,4 desibel. Bu odada en fazla kalan kişi kırk beş dakika kalmış çünkü bu derece sessizlikte insanlar kalp atışlarını, akciğerlerini, mide seslerini duymaya başlayarak ürküyor. Üstelik, odada kalmak için oturmak gerekiyor çünkü insan türü yönünü seslere göre tayin ediyor. Oturmadığınız takdirde kafanız karışıyor, oryantasyon bozukluğu yaşıyorsunuz. Bu bağlamda sessizlik, insan sınırlılığının bir ölçüsü olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan genelde yalnızlıkla ilişkilendirilen sessizlik kavramının hapishanelerdeki yerine değiniliyor. Bu bağlamda Amerikan hapishanelerinde mahkûmları mütemadiyen sessizliğe tabi tutan kurallar neticesinde pek çok mahkûmun akıl sağlığını yitirdiği, intihar ettiği ve neticede bu uygulamanın, hatta böyle bir uygulamayı mümkün kılacak bir proje çizmenin dahi yasaklandığı belirtiliyor. Sessizliğin bir diğer veçhesi ise gündelik hayat. Kent sosyoloğu Henri Lefebvre, ‘Mekânın Üretimi’, ‘Mekân ve Politika’ gibi eserlerinde kentleşmeyle birlikte artık mekânın, zamanın, üretim ilişkilerinin yeniden-üretiminin ve her türlü tahakküm ilişkisinin insan hayatına gösteren/gösterilen ilişkilerini de kapsayacak şekilde dahil olarak alınıp satılabilir kılındığını gösteriyor. Bu bağlamda sessizlik de mübadele değeri olan bir meta olarak karşımıza çıkıyor. Biguenet, bunu göstermek için reklamları irdelemiş. Gerek araba reklamları gerek havayolu reklamları sessizliği satıyor:

SESSİZLİK, LÜKS VE DEHŞET

“Sessizliğin zenginlikle özdeşleştirilmesi elbette yeni bir pazarlama stratejisi değil, fakat dinginlik ile ayrıcalığın yan yana düşünülmesi havaalanı bekleme salonlarının temel hedefi durumunda.”

Buradan hareketle uçakta sessizlik kavramının iki anlama geldiğinin altını çiziyor: Lüks ve dehşet. Nitekim lüks kavramının üzerinde durmalı çünkü araştırmalar düşük gelirli insanların komşularının gürültüsünü daha çok duyduğunu ortaya koyuyor. Üstelik bu araştırmalardan biri 2003 yılında Birleşik Krallık’ta yapılmış! Düşük gelirli tabir edilen kısım yılda 17.500 sterlinin altında kazanıyor… Buradan hareketle aslında sessizliğin yüksek gelirli sınıfların ayrıcalığına dönüştüğü, düşük gelirli sınıfların gürültüye maruz kaldığı sonucu çıkıyor. Nitekim, tıpkı çevre kirliliği gibi ses kirliliği de insan hayatını etkiliyor ve ekolojik sorunların git gide arttığı bir dünyada insanların bu haksızlıktan kurtarılması gerekiyor. Esasen sorun aynı, Amerika’da yapılan çalışmalar siyahi vatandaşların mahallelerinin çöp hizmetinden daha az yararlandığını ve üretim tesislerinin bu mahallelere daha yakın olduğunu ortaya çıkarıyor -Jan Gehl’in ‹İnsan İçin Kentler› kitabında okumuştum.

SESSİZLİK DE SANATA DAHİL

Buralardan çıkıp sanata yönelirsek de sessizliğin farklı işlevleriyle karşılaşıyoruz. Mesela noktalama işaretleri. Virgül, nokta görünce okur esasen durmak zorunda: Yani sessizlik! Oysa bu sessizlik de okuma eylemine dahil. Benzer bir durum müzikte de söz konusu. “Es, bestenin bir parçasıdır, besteye verilen bir mola değil” diyen yazar, beste durmuş gibi gözükse de sanatçıların bizim duymadığımız notaları çalmaya devam ettiklerini, şan eğitimi alan öğrencilerin şarkıya es süresince de devam etmeyi öğrendiklerini belirtiyor. Performans sanatlarına, tiyatroya geldiğimizde de sahne araları irdeleniyor. Sahne aralarının bir mola olarak görüldüğünü fakat aksine bu sessizliğin izleyicilerin çıkarım yapmalarına yahut sanatçı veya sanatçılarla ortak bir alan oluşturmalarına hizmet ettiği vurgulanıyor. Kısaca, sessizlik performansa da dahil. Öte yandan vurucu denemelerden biri de “İfade Edilemeyen” başlığını taşıyan dokuzuncu metin. Burada yazar Adorno’nun 1949 yılında yayımlanan ‘Kültür Eleştirisi ve Toplum’ denemesinden hareketle işkence ve Yahudi soykırımını irdeliyor. Adorno’nun temel anlamda söylediği şu: İşkence gören bir insanın bağırmaya hakkı vardır fakat soykırım insanı tamamen susturur. Auschwitz’ten, ifade edilemeyenden sonra konuşulabilir mi?

“Adorno’ya göre, her uzun süreli acının ifade bulmaya hakkı vardır, ‘işkence gören adamın bağırmaya hakkı’ olduğu gibi. Ama soykırım ile işkence arasında bir fark vardır. Soykırım susturmayı hedefler; işkence ise sessizliğin panzehridir. Çünkü işkencenin ya da Amerikalıların kibarca söylediği şekilde geliştirilmiş sorgulama tekniklerinin amacı nedir? İnatçı sessizliği ifadeye zorlamak değil mi?”

Böylelikle sessizliğin siyasi, insani, etik veçhelerine de değiniliyor. Sözün özü, ‘Sessizlik’, bu kavramla ilgili her veçhenin ortaya konduğu bir kitap olarak karşımızda yer alıyor. Okur, ince bir dikkatten, birikimli bir zihinden süzülenlerle hemhal olmaktan keyif alacaktır, diye düşünüyorum.