Tunus’a karşı Biden’ın umursamazlığı

Nader Hashemi

ABD Başkanı, daha fazla demokrasinin, kolayca bölgedeki Amerikan çıkarlarına desteğe dönüşmeyeceğinin farkında. ABD Başkanı Joe Biden'ın Tunus'taki darbeye verdiği isteksiz/soğuk/aldırmaz yanıtta dikkate değer olan nokta, bu ifadenin, zamanımızın önemli konularından olan demokrasi ve otoriterlik arasındaki mücadeleye yanıt vermeye çalışan ve geniş çapta lanse edilen yeni ABD dış politikası gündemine karşıt bir temele oturtulmasıdır.

Beyaz Saray'ın ilk tepkisi Basın Sekreteri Jen Psaki tarafından dillendirildi. Biden yönetiminin, "Tunus'taki gelişmelerden endişe duyduğu", "durum hakkında daha fazla bilgi edinmeyi amaçladığı”, ve tüm taraflara sükûnet ve "demokratik ilkeler doğrultusunda ilerleme" çağrısında bulunduğu ifade edildi.


Tunus Devlet Başkanı Kays Said'in, başbakanı ordu desteğiyle görevden uzaklaştırmasının, parlamentoyu askıya almasının, basın özgürlüğünü kısıtlamasının ve şiddet tehditlerinde bulunmasının darbe teşkil edip etmediğine ilişkin olarak Psaki, “Dışişleri Bakanlığı'nın bir tespitte bulunmadan önce hukuki bir değerlendirme yapmasını isteyeceğiz” yanıtını verdi.

Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın yanıtı daha açıklayıcı oldu. ABD'nin Tunus politikasının genel kayıtsızlığını ve tutarsızlığını somutlaştıran bir tweet'te, “Bugün Tunus'taki durumu görüşmek üzere Başkan Kays Said ile kapsamlı bir telefon görüşmesi yaptım ve Tunus demokrasisine verdiğim desteği ifade ettim” dedi. Başka bir deyişle Blinken, Tunus demokrasisini yok etmekten sorumlu kişiyle, demokrasiyi desteklediğini belirten bir konuşma gerçekleştirdi.

OTORİTER REJİMLERİ DESTEKLEMEK

Biden yönetiminin Tunus'taki olaylara verdiği umursamaz tepkiyi en iyi nasıl yorumlayabiliriz? Beyaz Saray'ın vurguladığı yeni dış politika değerlerine uygun olmasına rağmen, demokrasiyi desteklemek için güçlü bir pozisyon alma konusundaki bu isteksizliği, ne ile açıklanabilir?

Söylem bir yana, ABD politikasının uzun süredir devam eden bir yaklaşımı, Arap dünyasında parlamenter demokrasiler yerine siyasi istikrarı desteklemek olmuştur. İstikrar; ABD’nin bölge içinde ve dışındaki çıkarlarını en iyi şekilde koruyabileceğine inandığı otoriter rejimleri desteklemek için kullandığı bir kod kelimedir.

Nadir karşılaşılan bir açıksözlülük anında, eski Başkan George W. Bush, 11 Eylül sonrası ünlü bir konuşmasında, bu ifadenin hüküm süren Amerikan doktrini olduğunu itiraf etti. "Altmış yıl boyunca Batılı ulusların Ortadoğu'daki özgürlük eksikliğini mazur gördüğünü ve bunlara uyum sağladığını" söyledi, "Kendimizi güvende kılmak için demokrasi adına hiçbir şey yapmadık - çünkü uzun vadede, özgürlük için istikrar gözden çıkarılamaz." Demokrasiye gösterilen bu isteksizlik/ilgisizlik, bölgede uygulanan ABD dış politikasının temel düşüncesine entegre edilmiştir. Daha fazla demokrasinin, bölgedeki Amerikan çıkarlarına hizmet etmediği kabul edilen, ancak dile getirilmeyen bir inanç var.

Kritik jeostratejik konulara dair popüler milliyetçi duygular ile ABD’nin dış politika tercihleri arasında büyük bir uçurum var. Analist Tamara Kofman Wittes “Amerika’nın demokratikleşme çabalarını çıkmaza sokan büyük bir problem söz konusu. Arap dünyasında demokratik siyaseti destekleyen yaklaşımlar uzun süredir baltalanıyor çünkü ABD, demokratik sürecin kazananlarının Amerika’nın politika tercihlerini destekleme ihtimalinin düşük olduğunu biliyor” diyor.
Eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'tan alıntı yapmak gerekirse: “Nihayetinde Arap kamuoyu, ABD çıkarları için oldukça endişe verici olabilir.”

DEMOKRATİK GİRDİ YOK

Abraham Anlaşmaları bu tezin mükemmel bir örneğidir. İsrail ile birkaç Arap devleti arasında duyurulan anlaşma, hem Amerikan siyasi partileri hem de çoğu ABD dış temsilciliklerinde coşku ile karşılandı. Biden, anlaşmanın temelinin başlangıçta Obama-Biden yönetimi altında atıldığını öne sürerek bu anlaşmayı sahiplendi.

Abraham Anlaşmaları’nın birkaç Arap diktatörlüğünün katılımını içermesi tesadüf değildir. Yurttaşlardan hiçbir demokratik girdi alınmamasının ya da istenmemesinin de gerekçeleri vardı. Keza İsrail'in tanınması, Arap dünyasında dile getirilen ‘Filistinliler için adalet’ talebine dayanıyor. Bu, İsrail'in dikkate almayı reddettiği ve ABD’nin taviz unsuru haline getirmekte isteksiz olduğu bir konu.

Biden ekibini gafil avlayan son İsrail-Gazze savaşı, ABD'nin Ortadoğu politikasının yeniden gözden geçirilmesini sağlamadı. Aslında, bunun tersi oldu. Biden yönetiminin İsrail-Filistin cephesinde çözüme yönelik çalışmak yerine, Abraham Anlaşmalarını genişletmek için diplomatik çaba sarf edeceği yönünde değerlendirmeler yapıldı.

Bu gelişmeler, Biden'ın Tunus hakkındaki düşüncelerini şekillendirdi. Tunus'ta otokrasi zafer kazanırsa, şu senaryo mümkün görünüyor: Ekonomiyi iyileştirmek için halkın beklentilerinin ağırlığını hisseden Tunus'un yeni otoriter liderleri, halkın ekonomik iyileşme beklentileri altında ezilebilir ve (BAE ve Suudi Arabistan'ın teşvikiyle) Abraham Anlaşmaları’na katılmaya istekli olduklarını açıklayabilirler.

Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, Biden Tunus'la ilgili her şeyle yakından ilgilenecek, mali yardımlar bir anda artış gösterecek ve Tunus'taki yeni liderler vizyonları, cesaretleri ve devlet adamlıkları nedeniyle övgüler alacaktır.

Daha önceki bir yazımda, Biden yönetiminin Arap-İslam dünyasında demokrasiyi desteklemekle pek ilgilenmeyeceğini öngörmüştüm. Tunus'taki olaylara Beyaz Saray'ın ilk tepkisi tahminimi doğruladı. Arap Baharı ezilrken Mısır, Suriye, Yemen veya Bahreyn'deki güçlere destek olmak yerine başka yöne bakmayı tercih ettiler.

Tunus da artık bu listeye eklenebilir.

Middle East Eye’dan çeviren Setenay Kızılkaya