Türban tartışması: Başka şeylerin üzeri mi örtülüyor?

ESİN EREN

Memleket “dağılmış pazar yerlerine” dönmüşken üniversitelerde başörtü yasağı günlerinden kalma ve çoktan kapanmış bir tartışma bazıları için kullanışlı bir malzeme olmaya devam mı ediyor?

Reşit bir insanın nasıl giyineceği üzerine hiçbir otoritenin söz söyleme hakkının olmadığına kuşku yoktur.

Fikri Sağlar’ın sözünün üstüne atlanması da toplumları yönlendirmede en çok “işe yarayan” iki ideolojiden biri olan din (diğeri milliyetçilik) argümanını yeniden kullanmak için giderek artan, hız kesmeyen yolsuzluk, yoksulluk, hukuksuzluk, artan kadın düşmanlığı ve cinayetleri gibi gündemleri perdelemek için mevzu sıkıntısı çeken çevreler için bir fırsat doğurmuş görünüyor.

Normal nedir? Kimin normali kimin anormalidir?

Kadının “kapanması”, “örtünmesi” , görecedir. İnsan, saçını, yüzünü, ellerini, gözlerini kapatmayı da tercih edebilir. Örtünme, giyinme kültürü toplumlara ve zamana göre sürekli bir değişim geçirmiş, “kamusal görev icra edenlerin hiçbir dini sembol taşımaması” ve bunun sınırları hususu, tartışılmaya değer, ayrı bir inceleme konusudur.

Kadının “örtünme özgürlüğü”nün yanında bir de diğer özgürlük ve hak kazanımlarına kısaca bakacak olursak,

Avrupa'da kadınların oy hakkını ilk kazandığı ülke, 1907'deki parlamento seçimlerinde dünyanın ilk kadın milletvekillerinin seçildiği Finlandiya Büyük Dükalığı oldu. Norveç 1913'te Finlandiya'yı takip etti. 1917'de Rusya'da bu hak kadınlara tanındı.1918'de Azerbaycan’da, Fransa’da 4 Ekim 1944'de kazandı bu hakkı kadınlar. Türkiye'de kadınlara seçme seçilme hakkı 5 Aralık 1934'te tanındı. Suudi Arbistan'da kadınlar ilk kez 2015'te oy kullanabildi.

Kürtaj hakkını kadınlar Sovyetler Birliği'nde 1920 yılında kazandı. Fransa’da kürtaj 1975’te yasal hale geldi. Dünyada 73 ülkede serbest olan kürtaj, 68 ülkede bugün hala yasak. Brezilya, Şili, Meksika, Kolombiya, Dominik, İran, Suriye, Endonezya ve Afganistan’ın da bulunduğu 68 ülkede ise kürtaj yasağı hiçbir istisna olmaksızın uygulanıyor. Milyonlarca kadın hala bu haktan mahrum.

Afganistanistan’da kız çocuklarının okula gönderilmesi hakkını savunan kadın hakları savunucusu gazeteci Mena Mangal, Kabil’de sokak ortasında vurulup öldürüldü. 1992’de iktidara kökten dincilerin gelmesiyle, kadınların sahip olduğu sosyal, ekonomik ve kültürel haklar bakımından karanlık bir dönem başladı. Hiçbir kadın yanında erkek olmadan evden çıkamıyor, erkek doktora muayene olamıyor, hatta erkek bir doktorun olduğu bir ekip tarafından ameliyat edilemiyor.

Tüm kadınlar, başlarından ayak uçlarına kadar bedenlerini bütünüyle örten burka giymek ve gözlerini de kapamak zorunda. Evlerin camlarından kadınların görünmemesi için camların karartılması ya da siyaha boyanması şart. Afgan kadınlarının yaklaşık yüzde 90'ı okuma yazma bilmiyor. Kız çocuklarının yalnızca yüzde 30′u eğitim alabiliyor. Eğitim alamayan kız çocuklarının oranı, güney bölgelerinde yüzde 90'a kadar çıkıyor. Bir Afgan kadını başına 6.6 çocuk doğumu düşüyor; ki bu dünya ortalamasının iki buçuk katından da fazla. Kadınların sadece yüzde 2’si doğum kontrolü uygulayabiliyor. Ortalama yaşam ömrü 44 yıl olan Afgan kadınının en az üçte biri, sürekli fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalıyor.

Afgan evliliklerin yüzde 70-80'i çeşitli nedenlerle baskı altında ve çocuk yaşta gerçekleştiriliyor. Kız çocuklarının yüzde 57'si 16 yaşından önce çocuk yaşta “evlendiriliyor”. Birçok erkeğin, ergenlik öncesi yaşta birden fazla eşi var. Dul kalan kadınlarsa, ölen kocalarının akrabalarıyla evlendiriliyor. Kadınların mülkiyet ve miras hakkı anayasal koruma altında değil. Tecavüz, yasalarda açık bir şekilde suç olarak tarif edilmiyor.

Bugün Türkiye’de kadınlar Medeni Kanun’un getirdiği bilinen birçok haktan yararlanmakta, 1983 yılında yürürlüğe giren 2827 sayılı Yasa ile kürtaj yasal hale gelmiştir. Ancak, ülkemizde kadının hak kazanımı sürecinde hep bir adım ileri, iki adım geri bir gayret ile yasalarla korunan hakların hayata geçirilmesinde hep “mış gibi” davranılmış, uygulamada kadına şiddetin önlenmesi, eşit ve adil eğitim ve çalışma hakkı, kürtaj hakkı ve birçok hak kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçmemektedir. Bugün uygulama şöyle dursun, İstanbul Sözleşmesi tartışma konusu haline getirilebilmekte, çocuk “evliliklerinin” önü açılmaya çalışılmaktadır.

(Yasa, 10 haftaya kadar olan gebeliklerin isteğe bağlı olarak kürtajla sonlandırılmasına izin vermektedir. Kürtaj için eğer bir kadın evli ise eşinin, 18 yaşının altında ise ebeveyn rızası gerekmekte, 81 ilden 53’ünde isteğe bağlı olarak kürtaj hizmeti veren devlet hastanesi bulunmamaktadır. Uygulamada kürtaj hakkı engellenmekte, kamuda doğum kontrol hizmetleri verilmemektedir.)

4-6 yaş arası çocuklara dini eğitim veren Diyanetin ulaştığı çocuk sayısının yarım milyona yakın olduğu söylenmekte. Uzmanlara göre oyun çağı olan 4-6 yaştaki çocukların görerek, hissederek, çevrelerine dokunarak öğreneceği bir yaştır. Varoluş nedir, yok oluş nedir, ölüm, yaşam, sevap ya da günah gibi soyut kavramlar, çocuklarda altı ya da yedi yaşından sonra başladığı, 12 yaşa kadar dini eğitimin pedagojik olarak doğru olmadığı bilimsel olarak ortaya konmuştur.

Avukatların etek boyunun ölçüldüğü, ilkokul çocuklarının kendi “iradeleri” ve “tercihleri” olarak açıklanamayacak biçimde başlarının örtülerek okula gönderilmesi ve bebek yaşta cinsel/kadın obje muamelesi görmesi, üniversitedeki öğrencilerini “fuhuş yuvası”nın sakinleri olarak gören “hocalar”, karşı cins hastayı muayene/ameliyat/müdahale etmeyi reddeden hekimler, halasının elini namahrem diye tutamayan 5 yaşındaki çocuktan, “tuvalet duasını” unuttuğu için tuvalete gidemeyen çocuk, başörtülü annenin çocuğu, başı açık annesi olan bir çocukla oyun oynarken ona ; “senin annen cehennemde yanacak” demesi ve bunun yarattığı korku… Örnekler saymakla bitmez…

Sanata, bilime, ille de kadına düşman zihniyetin yarattığı iklim sanırım kadının başını nasıl nerede örttüğünün önüne geçmektedir.

“Hamile kadınlar sokakta gezmemeli” , “kadınlar için tek kariyer annelik”, “kadın evin süsüdür”, "Tecavüzcü kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur" diyen bir zihniyetteki kadın ya da erkek (başı açık veya kapalı fark etmez), hâkim, savcı, öğretmen güvenlik görevlisi olarak görevlerini nasıl icra edeceği/ etmekte olduğu, hayal gücümüzü fazla zorlamayacaktır.

İnanç özgürlüğünün yegane güvencesi olan laiklik yaşadığımız iklim içinde Anayasa’da sembolik bir ibare haline gelmişken, günde neredeyse 3 kadın katledilirken, katiller mükâfat gibi “cezalar” alırken asıl meseleler gölgede kalmaktadır. Hiç ama hiç kimsenin kadının giyimi üzerinden siyasi malzeme üretmeye hakkı yoktur. Mini etek veya başörtü, kadının nasıl giyineceği sadece kendi bileceği iştir, bunu sorgulamak kimsenin üzerine vazife değildir!