“XX. yüzyılın ortasında, henüz kapitalizmin rekabet ‘krallığı’ olduğu zamanlarda, artık hor görülen o ‘özgürlük’ün...

“XX. yüzyılın ortasında, henüz kapitalizmin rekabet ‘krallığı’ olduğu zamanlarda, artık hor görülen o ‘özgürlük’ün sonuçlarından biri, daha büyük bir ekonomik gelişmeydi. Bugün turbokapitalizm, modelin tek olmasını hedeflemektedir. Farklılıkları ortadan kaldırma eğilimindedir; çok uluslu şirketler ve lobiler için kocaman bir pazar yaratmak amacıyla dünyayı bağdaşıklaştırır (homojenleştirir). (Luciano Canfora , Demokratik Retoriğin Eleştirisi, Alıntıda  yer alan “Turbokapitalizm” tanımının Edward Lutwak’ın “Kapitalizmin Diktatörlüğü” adlı kitabından alıntılandığını belirtelim.

Sayın Cemil Çiçek 9.Aralık.2011 tarihli TUSİAD toplantısında, anayasa çalışmaları konusuna değindi. Yirmi bin kuruma ileti gönderip görüş sorduklarını söyledi. Sayın Cemil Çiçek bunca gönderiye karşın geri dönüş olmamasından yakındı.
            Sayın Cemil Çiçek özellikle üniversiteler için “hiçbir hayat emaresi yok” diye yakındı.
            Ha şunu bileydiniz Sayın Meclis Başkanı!
            Bunu siz istediniz.
            Bunu siz kasten ve taammüden, yani bilerek ve tasarlayarak yarattınız.

Üniversitelerde hayat emaresi olmaz. Çünkü üniversiteleri, yani akademyayı, yani bilimin yuvasını öldürdünüz. Üniversitelerde eğitimi ve araştırmayı değil, dini eğilimi temel alan bir anlayışın sonucudur bu. Profesöründen hademesine kadar temel hedef bilim üretmek olmayıp kadrolaşma olunca, ortaya çıkan sonuç budur. Çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğu demokrasi kabul etmenin sonucu budur. Çünkü çoğunlukçuluk, çok olanın baskı kurup farklılıklara yaşam hakkı tanımamasıdır. Buna farklı bilimsel görüşler dahildir. Çoğunlukçuluğun yarattığı korku ile sindirilen toplumun üniversiteleri görüş bildirmeye korkar hale gelmiştir.

Üniversiteleri para ve iyi emeklilik yolu olarak görenlerin var olduğu bir zamanda ortaya çıkabilecek sonuç budur.
“Hocaların” bilimsel saygınlık yaratan bilimsel çalışmalar yerine ek ders ücreti için birbirinin gözünü oyduğu bir “ticarethane” sisteminde olacağı budur.
Hangi cesaretle, hangi bilimsel cesaretle hangi üniversite size farklı bir öneri getirebilecektir? İçinde eleştiri olan, farklı görüş olan bir metni kaleme alabilecek bir babayiğit kalmış mıdır?
Eskiden “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” tekerlemesi vardı. İktidarınız bu “eskimiş ve statükocu” tekerlemeyi bile hükümsüz kıldı: Futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen bile eleştiri hakkını kullanınca iktidar cenahından bir hışma uğrayıp işini kaybetti. Tablo bu iken hangi üniversiteden anayasa gibi yaşamsal bir konuda farklı nitelikte bir öneri bekliyorsunuz?
Hakkınızı yemeyelim; Nazım Hikmet’in adı telaffuz edilebiliyoruz. Ancak, Nazım Hikmet derken, ille de Necip Fazıl adını da yanına eklemek zorunda görüyor insanlar kendini.  Bu, iki ayrı kanaldaki şiir anlayışını birlikte takdir etmenin yanında, olası bir iktidar hışmı için Necip Fazıl’ı kalkan olarak kullanmak anlamına geliyor. Bir çeşit koruma mekanizması, bir çeşit oto sansür.

Turbokapitalizmin homojen dünyası, bizde “homojendemokrasiye” dönüşüyor böylece. Tekçi bir demokrasi anlayışı. Zorla, korkuyla, baskıyla, tutuklamalarla yarattığınız homojen turbodemokraside “heterojen” görüşler beklemeyin. Şikayet hakkınız yoktur sayın başkan.

Haftanın dizesi; “Yeni yüzlerimi seviyorum, beni nasıl tükettiklerine bakıyorum.” Mehmet Taner, Siperler, NOYİRMİYEDİ Yay.