Anayasa referandumu ile ilgili olarak emek kesimi de yavaş yavaş tavrını belirliyor. DİSK ve KESK net bir biçimde “Hayır” diyeceğini açıkladı. AKP yanlısı Hak-İş ve Memur-Sen de “Evet” yönünde hareket edeceklerini belli etti.

Bu arada Türkiye Kamu-Sen Başkanı İsmail Koncuk’un “Hayır” yönünde tavır alması üzerine 25 kişilik bir grubun sendika binasını basması ve Koncuk’a istifa tehdidinde bulunması söz konusu oldu.

Erdoğan Türk-İş’te
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 4 Mart’ta Hak-İş’in düzenlediği 6. Uluslararası Kadın Emeği Buluşması’na katılıp “evet” yönünde propaganda yaptı. Erdoğan’ın yarın, yani 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle de Türk-İş’te bir konuşma yapması bekleniyor.

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın referandumdaki tavrı merak ediliyor. Atalay’ın “hayır” demesi zor gözüküyor, üyelerini serbest bırakması da şüpheli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı davet ederek “evet” i ima eden bir tavır göstermesi söz konusu.

Hayati bir referandum
Bu referandum, Türkiye’nin geleceği açısından son derece hayati bir özellik taşıyor. Demokrasi mi yoksa otoriter bir tek adam rejimi mi ülkeye egemen olacak? Özellikle sendikaların, emek örgütlerinin yaşayabileceği, gelişebileceği ortamlar, demokratik rejimlerde mümkün olabilir. Bir tek kişinin imzasına bakan kararnamelerle, yasalarla yönetilen bir ülkede sendikaların yaşama şansı, gerçek anlamda emek haklarını savunması mümkün olamaz. Olsa olsa birer tabela örgütü olarak kalırlar.
O nedenle bir varlık-yokluk mücadelesine tabi olacak olan sendikaların tavırlarını net bir biçimde ortaya koymaları gerekir.

AKP’ye teslimiyet
Türk-İş bünyesindeki çoğu sendika, KHK’lerle yönetimlerinin kayyıma devredilmesinden endişe edebilir. Bir kararname ile yönetim değişip kayyım atanabilir. Ya da hükümetin elinde kendilerinin aleyhine olabilecek birçok dosyanın varlığından çekinmiş olabilirler. Ama korkunun ecele faydası yok. 16 Nisan’daki referandumda “evet” çıkması halinde sendikalar da artık iyice işlevsiz hale geleceklerdir...

Bu arada Türk-İş yönetimi de, zaten uzun bir süreden beri AKP’yi destekleyen bir konum sergiliyor. İktidar, sendikal yönetimleri teslim almış durumda.

2010’daki durum
Kuşkusuz burada esas merak edilen konu, Türk-İş’te sınırlı sayıda da olsa kalmış olan muhalif unsurların tavrıdır. Açıktan kaç sendika “hayır” diyebiliyor? Çünkü 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda Türk-İş’teki 12 sendika bir basın toplantısıyla o zamanki anayasa değişikliklerine “hayır” diyeceğini açıklamıştı.

Kısaca bu olayı hatırlamakta yarar var. AKP hükümeti o dönemde 26 maddelik bir anayasa değişiklik paketini referanduma sunmuştu.12 Eylül 2010’da yapılan halkoylamasında, anayasa değişiklikleri yüzde 58 oyla kabul edilmişti. Anayasa değişikliklerinde esas itibariyle yargı sisteminin yapısı değiştiriliyordu. Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), AKP’nin denetimine girecek şekilde yeniden tanzim ediliyordu.

Yetmez ama evetçiler
AKP’nin yanı sıra “yetmez ama evet” diyen sol liberal kesim de anayasa değişikliklerini desteklemişti. Oylamaya katılanların yüzde 42’si ise referandumda “Hayır” diyerek anayasa değişiklik paketini onaylamamıştı.

Anayasa değişikliklerinde çalışma yaşamını ilgilendiren maddeler de vardı. Birçok emek ve meslek örgütü ile emekten yana bilim insanları, bu değişikliklere karşı çıktılar.

Anayasa değişikliklerinde, memura toplu sözleşmeli grev hakkının tanınmadığı, aksine Kamu Görevlileri Hakem Kurulu adıyla zorunlu tahkim müessesinin getirildiği belirtilerek kamu çalışanına grev hakkının yasaklanmasına vurgu yapılmıştı.

Sendikaların tavrı
Öte yandan Anayasa’nın 54. maddesi 7. fıkrasında bazı grev yasakları kaldırılmış olsa bile aynı maddenin 1. fıkrasının korunması nedeniyle genel grev, hak grevi gibi grev haklarının önünün kesildiği, hiçbir Avrupa anayasasında yer almayan lokavt hükmünün anayasada korunduğu, “yerindelik denetimi” değişikliği ile de özelleştirme uygulamalarının yargı denetiminden kaçırılmasının amaçlandığı ifade edilmişti.

2010 referandumuna sendikaların tavrı açısından bakıldığında; Türk-İş, referandum sürecinde kendi tabanına “evet” ya da “hayır” oyu kullanılması yönünde bir çağrı yapmadı, üyelerini serbest bırakmıştı.

DİSK ve Türkiye Kamu-Sen, “hayır” kampanyası yaptı. Hak-İş ve Memur-Sen ise AKP hükümetinin paralelinde “evet” kampanyası yürüttü. KESK de, evet ya da hayır yönünde net bir tavır açıklamadı.

Sendikal Güçbirliği
Türk-İş üyesi 12 sendika ise, 4 Ağustos 2010’da İstanbul’da düzenledikleri bir basın toplantısıyla referandumda “hayır” oyu kullanacaklarını açıklamıştı. Ağaç-İş, Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş (şimdiki Deriteks), Harb-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Tez Koop-İş, Tümtis ve TGS anayasa değişikliklerine karşı çıkarak bu paketin sendikal hükümlerini eleştirmişlerdi.

2010 referandumunda “hayır” oyu kullanacaklarını açıklayan bu 12 sendikadan 10’u, daha sonra Türk-İş’teki muhalefeti temsil eden Sendikal Güç Birliği Platformu’nu (SGBP) kurdu. 1 Temmuz 2011 tarihinde oluşturulan SGBP’de 2010 referandumunda “hayır” oyu kullanan Ağaç-İş ve Harb-İş yer almadı.

2011’de yapılan Türk-İş Genel Kurulu’nda yönetime aday olan SGBP, başarılı bir sonuç alamadı ancak muhalefetini yürüttü. Türk-İş’teki bu muhalefet hareketinden rahatsız olan AKP iktidarı bir şekilde platformun önde gelen sendikalarından Petrol-İş ve Hava-İş’teki yönetimlerin seçimi kaybetmesinde etkili oldu. AKP, Tekgıda-İş sendikasında da yönetim değişikliği için çaba gösterdiyse de başarılı olamadı.

Tüm bu gelişmeler sonucunda Sendikal Güçbirliği etkin bir çaba gösteremedi ve giderek sönümlendi.

Nazizmde sendikalar
Gelelim 2017 referandumuna… Türk-İş’te hem mevcut yönetime, hem de AKP’nin emek karşıtı politikalarına muhalif olan sendikalar ne yapacak? Evet çıkarsa, Cumhurbaşkanı tek bir kararname ile kıdem tazminatını fona devredebilir, grev yasakları artabilir. Sendikaların üyeleri için yapabilecekleri hiç ciddi bir uğraş kalmayabilir. Yine bu çerçevede tarihi bir gerçeği bir kez daha hatırlatalım.

Naziler, 5 Mart 1933’te iktidara geldiğinde Alman Sendikalar Birliği (DGB), Hitler Hükümeti’nin uygulamalarını görmek istediklerini açıkladı. Sendika liderleri, 7 Nisan’da “hükümetle aynı yüce amaç peşinde koştuklarını” bildirdi. Nazi Partisi, 1 Mayıs’ta tüm sendikaları devlet çatısı altında İşçi Bayramı’nı kutlamaya çağırdı. 2 Mayıs 1933’te ise, tüm sendikalar dağıtıldı, muhalif sendikacılar, komünist milletvekilleri toplama kamplarına gönderildi.

Türk-İş yönetimi de meşhur Alman sendikası DGB’nin konumuna düşmek durumunda kalmasın. Hiç olmazsa Türk-İş’teki muhalif sendikalar, tarihi bir sorumlulukla baş başa olduklarının bilinciyle “Hayır”ı örgütlemek için seferber olsunlar…