Türk Lirası döviz karşısında tarihi seviyelerde değer kaybederken, bunun sadece döviz ile alışverişi olanın sorunu olmadığı, gazetemiz dahil birçok yerde dillendirildi. Yaşananların sadece finansal birer parametre olmadığı, gündelik yaşamın temel belirleyicisi olduğu, hatta kalıcılığı durumunda hızlı bir yoksullaşmayı beraberinde getireceği son derece açık.

Tam da bu noktada, biraz işin temeline inmekte yarar var. TL-Dolar paritesi iniş-çıkışlarından ziyade olaya bir de ‘TL’nin itibarı’ penceresinden bakmanın, yaşananlara farklı bir dilden okuma getireceğini düşünüyorum.

Dolayısıyla şuradan başlayalım… Parayı yaşamımızda üç temel gerekçeyle kullanıyoruz: İlk olarak mal ve hizmetleri değiş tokuş ederken, ikincisi belli bir değeri ölçerken ve sonuncu olarak da belli bir değeri saklama aracı olarak kullanıyoruz.

Dolayısıyla bugün Türk Lirası’nın bu üç fonksiyonun ne kadarını yerine getirebildiği, bizlere para birimimizin sunduğu itibar konusunda da bilgi verecektir. Detaylı bakalım;

Bugün genel olarak bakıldığında ülkemizde bir malın değiş-tokuş bedelinin belirlenmesinde özellikle dolar kurunun önemli bir yeri var. Bazı mal ve hizmetlerin alış-satışı ise doğrudan dolar üzerinden yapılıyor. Neyse ki bu mal gurubu şimdilik çoğunlukla lüks malları kapsıyor. Nitekim dayanıklı mallardan hazır tüketime dek hemen hemen her malda dolar kuru fiyat oluşumlarında en önemli faktörlerden biri. Üretimin ara malı, hammadde girdilerinde ve de tüketimde yer alan yüksel ithalat bağımlılığı, ekonomide doların belirleyiciliğini artıran etmenlerden biri.

Tarihte temel fonksiyonlarını yerine getiremeyen ulusal paraların dolarla ikame edildiği birçok kez deneyim edildi. Panama ve Ekvador gibi tam olarak dolara geçen ülkeleri de sayabiliriz ama bizi daha yakından ilgilendiren–özellikle kriz dönemlerinde yükselen bir grafik gösteren- kısmi dolarlaşma eğilimleridir. Literatürdeki adı kısmi dolarizasyon olarak geçen bu eğilim, Türkiye gibi enflasyonun yüksek olduğu ve hiper enflasyona meyilli ekonomiler açısından önemli bir risk teşkil ediyor. Aslında kişilerin, kurumların kendilerini yüksek enflasyondan korunmak için seçtikleri yol olan ‘para ikamesi’ olarak adlandırabileceğimiz bu süreç, ödemelerde, birikimin tutulmasında ve hesaplama aracı olarak doların tercih edilmesi ile ortaya çıkıyor. Ulusal tasarrufların ülkemizdeki gibi düşük olduğu ülkelerin dış borçlanmaya yönelmesi de bu eğilime hız katıyor.

Peki biz bu eğilimin sonuçlarını nasıl yaşıyoruz?

Öncelikle finansal alanda artan dolarizasyonla birlikte kırılganlık artıyor, kur hareketlerinin ülkeye etkisi katlanarak artıyor. İlk etapta gözlenenlerin başında dış borçların geri ödenmesine ilişkin çoğalan riskler geliyor, likitide azalıyor. Bu da darlaşmış bir piyasada yüksek oynaklık anlamına geliyor. Bu oynaklık aynı zamanda TL’nin tek bir günde yüzde 20’lere varan değer kaybı gibi örnekleri yaşamamıza sebep oluyor.

Diğer bir taraftan oluşan bu riskler, kamu kesiminde açıklara neden olmakta, kamu bütçesine ağır bir yükü getirmektedir. Kamu bütçesi derken, bizlerin vergi gelirlerinden ve temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik yapılan kamu harcamalarından bahsediyoruz. Bu yük, vergi gelirlerinin finansal kesimin ve finans-dışı şirketlerin bozulan bilançolarını rahatlatmak için kullanılırken, eğitim, sağlık vb kamu harcamaları da bu nedenle kısılıyor. Bilançolarında dolar borcu ve dolar varlığı bulunduran finans dışı şirketler ise dövizdeki sert oynamalarla birlikte sarsılıyor, üretim ve istihdam gibi ekonominin can damarı olan bu alanlarda depremler de gözlenebiliyor. Kamu bütçesinden gelen rahatlatmalarım şirketler için geçici olduğu ve tümünü kapsamadığı da unutulmamalı. Günün sonunda olan yine küçük üreticiye ve küçük-büyük demeden çalışana olmaya devam ediyor.

Tüm bu senaryoyu Türkiye’de belli aralıklarla yaşıyoruz. 1994, 1998-1999, 2001, 2008-2009 ve 2018-?. Dolayısıyla krize ilişkin sorduğumuz sorulardan birisi Türk Lirası’nın itibarı olmalı. Bu itibarı yerine koyabilmenin çaresi ise ekonominin güçlü ve istikrarlı olmasından geçiyor. Böylesi bir ekonomi elbette ki siyasetten, demokrasiden, hukuk devletinden ve toplumsal yaşamdan bağımsız değil. İstikrar, bir anlamda öngörülür olabilmektir. Bu da ancak demokrasilere özgü bir karakterdir. Hepsini bütün olarak düşünerek TL’nin itibar kazanmasına ilişkin adımları atmak zorundayız.