Pazar günkü yazıda “Necip Fazıl’ı anlamak her şeyi anlamaktır” demiştik. Sahiden de “Türkiye İslamcılığının düşünsel alandaki en önemli temsilcisi kimdir” diye bir soru sorulsa, buna verilecek yanıt, tereddütsüz bir şekilde “Necip Fazıl” olmalıdır. Onun şiirden siyasete, tarihten tiyatroya geniş bir yelpazede ortaya koymuş olduğu eserler son kırk-elli yıl boyunca Türkiye İslamcılığı üzerinde büyük etki yaratmış, bugünkü iktidar kadroları da 1980 öncesine tekabül eden gençlik yıllarında “üstadın” rahle-i tedrisatından geçmişlerdir.

Necip Fazıl, 1968’de “İdeolocya Örgüsü” adlı eserini yayınlar ve önsözünde şöyle der: “Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… Ben, arının peteğinin hendeseleştirmeye memur olması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında ‘müştemilat’tan başka bir şey değildir.”

Aslında İdeolocya Örgüsü, Necip Fazıl’ın şişkin egosuyla abarttığı kadar özgün ya da evrensel ölçülerde mühim bir eser değildir. Büyük ölçüde Necip Fazıl’ın muarızı olduğu Batı düşüncesinden devşirilmiş argümanlarla doludur ve yine büyük ölçüde Batı felsefesinin en önemli isimlerinden Platon’un “Devlet” adlı kitabının İslami soslu bir versiyonudur.

Yine de çalışmayı “önemli” kılan bir şey vardır ki, o da şudur: Bu kitap, Türkiye’de ilk kez bir “İslami ütopya” yazımı çabasının ürünüdür. Necip Fazıl, idealindeki devletin ve toplumun, yani İslami bir yönetim modelinin nasıl olması gerektiğini en ince ayrıntısına varana kadar burada anlatmıştır. İşte İdeolocya Örgüsü’nde anlatılan yönetim modelinin adı “Başyücelik Devleti”dir ve bugünkü iktidar kadrolarının “Türk tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi” olarak adlandırdıkları sistem de büyük ölçüde Necip Fazıl’ın Başyücelik Devletinden esinlenmiş, etkilenmiştir.

Necip Fazıl’ın Başyücelik Devleti “Yüceler Kurultayı” adı verilen bir meclisten ve bir “Başyüce”den oluşur ve Başyüce Kurultay üyelerinin arasından beş yıllığına seçilir. Başyüce, “kaba ve umumi manasiyle herhangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, içtimai bir remzdir.” Yüceler Kurultayı ve Başyüce’nin ortaya çıkışıyla birlikte “hak ve hakikatin muhtaç olduğu iki ana merkez doğmuş olur ve bu iki ana merkezin iş ve fikir kaynaşmasından doğacak olan vahdet, demokrasyaların varamayacağı nizamlı hürriyetle, demokrasyalara zıd bütün şekillerin başaramayacağı hür disiplini, sağ ve sol kanatlardan hiçbirini incitmeden elinde tutar.”

Başyüce, ahlak, bilgi savaşçılık gibi en üstün değerleri kişiliğinde birleştirir ve bunu her eylemiyle, her davranışıyla ortaya koyar. Millet ve milli irade Başyüce’nin şahsında cisimleşir, o her tutumuyla ve hareketiyle “ben milletimin görünürde en ahlaklı, en akıllı, en bilgili ferdiyim” der. Hükümet Başyüce tarafından, Yüceler Kurultayı üyesi olmayanlardan seçilerek kurulur. “Bütün hükümet manzumesi, en büyük mümessilinden en küçüğüne kadar” Başyüce adına iş görür. Başyüce’nin bir emriyle hükümet değişir. Yargı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır. Başyüce “bütün icra vasıtalarının ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır”, Genelkurmay Başkanı doğrudan doğruya Başyüce’nin vekilidir. Yüceler Kurultayı, Başyüce’yi tekrar seçebilir ve Başyüce “makamını temsil gücünü muhafaza ettikçe yaş haddi yoktur.”

Yüceler Kurultayı Başyüce’yi “beklenmedik menfi ve zıd şartlar içinde görürse” görevden alabilir ama bunun için yüzde yetmiş beşlik bir çoğunluğa ihtiyaç vardır, Başyüce ise Kurultayı doğrudan feshedemez ama Kurultay üyelerinin yüzde kırklık bir desteğini alarak ülkeyi seçime götürebilir. Seçimden “evet” çıkarsa Başyüce’yi destekleyenlerin üyeliği devam eder, diğer üyelerinki düşer, “hayır” çıkması durumunda ise yeni bir Başyüce seçilir.

Anlaşılacağı üzere Başyücelik Devleti, bütün bir devlet gücünü elinde toplayan ve millet iradesinin onun şahsında cisimleştiği bir tek adam yönetimidir ve bu tek adam yönetimi eğitimden sanata, bilimden gündelik yaşama, evlilikten üremeye, bütün bir toplumsal yaşamı topyekûn bir şekilde kontrol etme ve yönetme iradesini yansıtır. Her şey devlete tabidir, devletle birliktedir ve devlet içindir. Her bir birey ve her bir kurum, İslami yönetim modelinin mutlak bir parçasıdır ve bu modeli sorgulayamaz, değiştirmeye, dönüştürmeye kalkışamaz.

Necip Fazıl ve İslamcılar için bir ütopya, yani bir “yeryüzü cenneti” tasarımı olan Başyücelik, aslında bir distopyadan, bir cehennemden başka bir şey değildir ve böylesi bir distopyayı yakın zamanda oylayacak olmak Türkiye’nin makûs talihidir. “Evet” için yürütülen kampanyanın, hakikate bütünüyle aykırı olarak, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, parlamentonun güçlenmesi gibi argümanlarla, yani devasa bir yalan eşliğinde savunulması ise distopyanın diğer boyutunu oluşturmaktadır. İşte 16 Nisan’da “hayır” demek, aynı zamanda bu cehenneme ve bu yalana da hayır demek anlamına gelecektir.