Karadeniz Ereğli TED Koleji 8 yıldır bir sempozyum düzenliyor. Her yıl farklı ana başlıkların tartışıldığı, seminerlerin yapıldığı ve

Karadeniz Ereğli TED Koleji 8 yıldır bir sempozyum düzenliyor. Her yıl farklı ana başlıkların tartışıldığı, seminerlerin yapıldığı ve her seferinde katılımcılar arasında çok özel bir paylaşım rüzgârının estiği dinamik bir öğretmenler sempozyumu. Bu yıl ki sempozyumda da Ereğli ve çevresindeki okullardan 700’e yakın öğretmen katıldı. Sedat Sönmez Hoca ve TED’li öğretmenler bir kez daha sıcak bir ev sahipliğiyle Türkiye’de benzeri olmayan bir eğitim girişimine imza atmış oldular. Her sempozyumdan farklı bir hoş anı kalır… Bence bu yılın en güzel fotoğraflarından birisi açılışta minik bir konser veren okul orkestrasıydı. Öğrenciler, müzik öğretmenleriyle birlikte Cem Karaca şarkıları söylediler bize… Sempozyumun açılış konuşmalarını yapanlardan birisi de Talim Terbiye Kurulu başkan vekili Merdan Tufan’dı. Eski bir edebiyat öğretmeni olan Merdan Tufan konuşmasında öğretmenlerin işinin ne kadar zor olduğundan, bilgi çağında öğretmenlerin ne kadar çok çalışmak zorunda olduklarından ve Talim Terbiye’de işlerin ne kadar iyi gittiğinden söz etti. Ve kolayca tahmin edebileceğiniz gibi fen bilgisi dersinin müfredatının giderek daha fazla Adem Havva öyküsü içermesine ve Darwin’in ders kitaplarından artık tamamıyla kovulmuş olmasına hiç değinmedi konuşmasında. Felsefe müfredatında yaşanan ‘bilimsel’ gelişmelerden ve felsefenin kitaplarının ilahi ilkelerle yeniden yazılmasından da, tüm ders kitaplarımızın içeriksizliğinden de hiç söz etmedi Talim Terbiye Başkan Vekili. Böylece müfredat ve ders kitapları konusunda haftalardır, aylardır her yerde süren eleştirileri ‘teğet geçen’ bir başka mutlu, gururlu, başarılı milli eğitim yöneticisiyle daha tanışma olanağı bulmuş olduk. Siz de katılır mısınız bilmem son zamanlarda Milli Eğitim yetkililerinin konuşmaları dinlemek Çalıkuşu Feride’nin çaresizlik içinde başvurup her seferinde olmaz yanıtı aldığı çaresiz maarifçileri ya da Halide Edip’in anlattığı meşrutiyet döneminin sabit fikirli maarif müdürlerini canlı olarak karşımızda görmek gibi geliyor bana. Milli Eğitim’in her masasında Osmanlı tipi yöneticiler… Bu sayede de 100 yıldır ‘ilerliyoruz, gelişiyoruz’ ezberiyle iki ileri, bir geri eğitim sistemi… Bir çeşit Türk’ün çağdaş eğitimle imtihanı… İşte şimdi de felsefe müfredatını darmadağın ederek veriyor imtihanını milli eğitim. Binlerce yılın evrensel düşünme geleneğinin yerine inancı koyuyor. Soru sormayı ezbercilikle değiştiriyor. Ama Allah aşkına biz ne ummuştuk? Hayatları boyunca felsefe kitabının kapağını kaldırmamış kişilerden özenle seçilen milli eğitim kadrolarının bir felsefe devrimi gerçekleştireceklerini mi? Kendilerini özgür düşüncenin fatihi ilan edenlerin sözlerinde duracaklarını mı? Bundan sonra eğitimimizin halinin çok daha kötüye gideceğini, çocuklarımızın özgür düşünce yerine dogmalara kapılacaklarını düşünebiliriz. Ama öte yandan şunu da iddia edebiliriz: Belki de gerçekten düşünmeyi hiç öğretemedik bu ülkede… 2000’li yıllarda hâlâ bu toprakların en büyük felsefecisinin Necip Fazıl olduğunu düşünenlerle, özgürlükçü eğitim felsefesi adına Köy Enstitüleri’ni yerden yere vuranların arasında sıkışıp kalmış eklektik halimiz bu cehaletin en büyük işareti değil midir?