Türkçe ve Kürtçe: Kırıklıkla ve kırgınlıkla ilişki

BURAK ABATAY @abatayburak

Fransız yazar, şair ve çevirmen Sylvain Cavaillès, Kürtlerin Türkçe edebiyat yazması üzerine bir çalışma yürütüyor. Bunu bir çelişki olarak gören Cavaillès, Said Aydın’ın ve Murat Özyaşar’ın dilinin buradan bir kırıklıkla ortaya çıktığını söylüyor. Said Aydın ise Türkçenin ve Kürtçenin aralarında kurduğu ilişkinin kırıklık ve kırgınlıkla yoğrulduğu görüşünde.

Mehmet Said Aydın’ın ilk şiir kitabı ve Arkadaş Z. Özger İlk Kitap Özel Ödülü’nün de sahibi olan ‘Kusurlu Bahçe’, Fransızcaya çevrildi. Kitabın çevirmeni Sylvain Cavaillès ve şair Said Aydın ile bir araya geldik. Bir Kürt, bir Fransız ve bir Türk’ün bir araya gelmesiyle oluşan sohbet de diller, çeviri ve dilin politik rolleri üzerine oldu.

» Sylvain Cavaillès ile yollarınız nasıl kesişti?
M.S.Aydın: Evrensel gazetesinde yazarken bir gün baktım ki benim yazılarım Fransızcaya çevrilmiş. Karakedioğlu adında bir blogta yazılarımın çevrildiğini fark ettik. Yazıları Sylvain Cavaillès çeviriyormuş. Sonrasında Sylvain ile de sosyal medya üzerinden tanıştık. Anladım ki Sylvain, Strasbourg Üniversitesi’nde ve orada Türkoloji bölümünde bir tez yazıyor. Tez de kabaca Türkçedeki Kürtlerin var oluşu ve görünmesi, olmayan ülkede ne söyledikleri gibi bir tez. Sonra Sylvain’ın çok iyi bir okur, yazar ve şair olduğunu fark ettim. Sonrasında da ahbap olduk. ‘Kusurlu Bahçe’nin çevirisi üzerine konuşmaya başladık. Kadıköy’de bir gece çevirilerinin üzerinden geçtik. Böyle tanıştık.

» Türkçe ile nasıl bir bağ kurdunuz?
S.Cavaillès: Sürece uzun bir hikâye. Türkçe edebiyatla 2003’te tanıştım. Murathan Mungan’ın ilk Fransızca çevirisi ‘Üç Aynalı Kırk Oda’ kitabını okudum. Çok etkilenmiştim. Birkaç sene sonrasında da Türkiye’ye gelme kararı aldım. Geldikten sonra da İstanbul’a yerleşmeye karar verdim. Türkçe öğrenmeye başladım. Türkçe öğrenmeye başlayıp yeterli olmasından sonra da Türkçe okumalar yapmaya başladım. Murathan Mungan’ın ‘Paranın Cinleri’ üzerine bir master çalışması yaptım. Doktoraya devam etme kararı alınca da konuyu biraz genişlettim. ‘Paranın Cinleri’ni tezim için çevirmiştim. Bununla beraber çeviri işlerine devam ettim. Said’in şiirlerini, Murat Özyaşar’ın öykülerini çevirmeye başladım. Türkçe ile olan ilişkim de böyle devam etti.

» Mehmet Said Aydın’ın şiirleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.S.Aydın: Bunu ben de ilk kez duyacağım!
S.Cavaillès: Şiirler ve düz yazılar okuyunca “Burada bir ses var” diye düşünürsünüz. Ve bu ses de tam olarak sadece size hitap eder. Bir ses var ve onu seviyorsun. O sesin neler söylediğini ve de keşke kendi dilinde de var olsun diye düşünüyorsun. Said’in şiirini Fransızcaya çevirmeye de bu sebeplerle başladım.
M.S.Aydın: Çeviri süreci nasıldı zorlandın mı?
S.Cavaillès: Bayağı zorlandım ama keyif de aldım. Bana yakın bir şey buldum şiirde. Bu yüzden işin başına geçmiştim.

» Neydi o yakın bulduğunuz şey?
S.Cavaillès: Bir söyleyiş tarzı var Said’in. Şiire karşı sahip olduğu tutumu hoşuma gitti. Sizce nasıl?

» Mehmet Said Aydın şiiri denince aklıma mağlup bir ses geliyor. Kaybedilmiş bir görüntü var ama bu görüntü aksine başını öne eğen bir kaybedilmişlik değil. “Ben buradayım!” diyen ve olduğu zamanı, durduğu yeri iyi anlatan etkili bir şiir bence. Köşe yazılarını takip ettiğimde de düz yazınla şiirin arasında bir bağ kurmam çok zor olmuyor. Düz yazı yazmak nasıl bir fikirdi?

M.S.Aydın: Ben BirGün’de bulaştım düz yazı işine. ‘Kusurlu Bahçe de o dönemde çıkmıştı. Ece Temelkuran, BirGün’e başladığında bir gece bir yerlerde karşılamıştık. Sıkılganlığıma dair bir şey anlatmıştım. O hikâyeyi unutmamış. Sonrasında beni aradı ve gazetenin arka sayfası için dergi mantığıyla bir şeyler yapmak istediğini ve de anlattığım hikâyeyi bu sayfa için yazıp yazamayacağımı sordu. Onun biraz ittirmesiyle oturdum ve o yazıyı yazdım. “Rica ederim cane” başlığını attılar ve Misak-ı Milli sınırındaki herkes o yazıyı okudu sanırım. İlkokul öğretmenim dahi aramıştı. İkinci yazıyı da ben yazmak istemiştim. Bir yaz günü BirGün’de Barış İnce ve İlker Yaşar ile görüştük. Benden köşe yazıp yazamayacağımı sordular. Onların yardımlarıyla yazı yazma işine başladım. BirGün, sonrasında Evrensel ve de şimdi Gazete Duvar. Açıkçası yazdıklarımın köşe olduğundan emin değilim. Yıldırım Türker ve Haydar Ergülen arasında bir terkip olayı mı istiyordum, bilmiyorum. Ergülen’in Radikal’deki Çarşamba Yazıları’nı severek takip ederdim. Bir süredir de Gazete Duvar’da öykücükler yazıyorum. Güncel politik bir şey yazmıyorum. Şiirimden ne kadar farklı onu da çıkaramıyorum. Çok uzak olduğunu sanmıyorum. Sanırım gazetede olmak şiirimin okunmasına da bir miktar faydalı oldu. Bana biri yazılardan şiire gittim dediğinde gocunmuyorum, seviniyorum.

turkce-ve-kurtce-kiriklikla-ve-kirginlikla-iliski-291784-1.

» Peki çeviriye nasıl bakıyorsun?
M.S.Aydın: İçinde büyüdüğüm iki dilin içerisinde çeviriler yaptım. Türkçeden Kürtçeye epey şiir çevirdim. İki kitap yayımladık. Sylvain ile sevdiğimiz şeyleri çevirmek gibi ortak bir yanımız var. Şiirde ve çeviride Cemal Süreya’nın dediğini ciddiye alıyorum sanırım. İnsan sanırım kendi şiirinden yiyor şiir çevirdikçe. Ben kendi şiirimden yemeyi tercih edebiliyorum şiir çevirdikçe. Çünkü seviyorum şiir çevirmeyi. Bir gün sevmediğim bir şairi çevirmek zorunda kalsam nasıl hissederim bilmiyorum. Kendi şiirimden yemeyi göze almam o zaman. Şimdilik kendi şiirimi harcamaktan memnunum. Kitabımın Fransızca çevirisi benim için çok heyecan verici. Çeviri faaliyetinin göbeğinde olmak benim için hep heyecan verici oldu.

» Kürtlerin ana dillerinin dışında bir dille hayatlarını sürdürüyor olmaları ve hatta bununla edebiyat yapıyor olmalarını nasıl izliyorsunuz?
S.Cavaillès: Bence bu bir çelişki. Ve bu çelişkiden nasıl özel bir dil ortaya çıktı. Onu konuşmak lazım.

M.S.Aydın: Özel bir dilin ortaya çıktığını düşünüyor musunuz?

S.Cavaillès: Genel bir durum olarak nitelendiremeyiz sanırım. Şahsi bir mesele. Bazı yazarlarda özel bir dil ve anlatımın ortaya çıktığına inanıyorum. Kürtçenin yasak olması ve Türkçeyi öğrenmek zorunda bırakılmaları edebiyatta bir ‘kırıklık’ yaratıyor. Murat Özyaşar’ın düz yazısında olan bu.

» Dünyada bunun benzeri örnekleri var mı?
S.Cavaillès: Bununla çok ilgilenmiyorum. Bu ülkedeki durumla ilgili çalışmaya çalışmıyorum. Karşılaştırma yapmak çok anlamlı değil.

» Kürtçe artık basılıyor ve eskisi kadar tukaka görülmüyor. Dil için özgürleşme durumu gerek Türkçe gerekse de Kürtçe için nasıl bir alan yarattı?
M.S.Aydın: Bir dilin bir zamanlar yasaklanmış olması, o dilde edebi üretim olmadığı anlamına gelmiyor. Yasaklı olduğu dönemde de bir yeraltı faaliyeti gibi manasız bir süreç haline gelmişti. Türkçe yazmak zorunda kalmak gibi bir bağlam da yok aslında. Benim kuşağımdan da çok sayıda Kürtçe yazan insan var. O anlamda yasak, bir yerden bakınca imkân olarak bile değerlendirilebilir. Çelişki fırsat doğurdu. Ahmed Arif Türkçesi de öyle bir Türkçedir. Ahmed Arif’in ne kadar Kürtçe bildiği başka bir tartışma konusudur ama ‘kahpe fakları’ gibi bir Türkçe kurması, Sylvain’ın dediği kırıklıkla ve kırgınlıkla ilişkilidir. Dili ve sentaksı kırmak, hem de gönülden de kırılmak gibi bir bağlam kurulabilir. Dilin görünür olması, edebi faaliyeti çok etkilememiştir. İnsanların dille olan temasını artırmıştır. Ayrıca yayın faaliyeti de hâlâ kolay değil. Aram Yayınları’nın standının polislerce basıldığını gördük.

S. Cavaillès: Kürtçe yazmak serbestleşti. Ama okur kitlesi açısından hâlâ büyük bir kitle yok. Kürtçe kim okuyabilir, bunun öğrenme süreci hâlâ sürüyor. Türkçe yazan Kürtler üzerine bir çalışma yapıyorum. Dil bir mecburiyet olmayabilir ama bir diyalog sağlanması konusunda önemli bir yerde duruyor. Türkçe yazıyorsun ama Kürdistan’ı anlatıyorsun. Bunu herkese yazmış oluyorsun. Kürtçe yazsan kendini daha fazla kısıtlayabilirsin okunurluk açısından. Türkçe yazmak sanki daha çok imkân yaratıyor. Hesaplanmış ticari bir tercih değil ama imkân ihtimali daha kıymetli olabiliyor.

» Dilin politize kavram olarak değerlendirilmesi makul bir eylem mi?
M.S.Aydın: Dilin bu denli yükleri taşıyabileceğini düşünmüyorum. Türkçenin başına hep bir şeyler geldi. Oluşturulan imla kılavuzları, sözlükler çoğunlukla çok politik kavramlar yükleniyordu. Ama dil, dilin nerde ve kim tarafından kullanıldığı yönüyle politik olabilir. BirGün’de, Evrensel’de ya da Duvar’da yazmam böyle bir şey. Beraber olmak istediğim arkadaşlarımla bu işi sürdürüyorum. Ama Kürtçe yazılmış bir orman hikâyesi 90’larda fazlasıyla politik kabul edilirdi. Oysaki nasıl böyle bir şey olabilir ki? Dil bu denli yükü kaldıramaz. Altı üstü dildir yahu! Küfredersin, eğlenirsin, bağırırsın. Ama bu topraklar ne yazık ki dillerin kendisine de çok yük yükledi.