Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Ünsüz harflerin söylenişi konusunda zaman zaman uyarılarda bulunuyorum. Ne var ki özellikle “h” ve “k” harflerini seslendirmedeki özensizliğimiz süreğen bir nitelik kazanmaya başladı.

Türkçe bilmeyen siyasetçilerin televizyon ekranlarında akşam sabah aynı sakızı çiğnemeleri yüzünden, bu iki ünsüzün yanlış söylenişi neredeyse “galatımeşhur” sayılacak duruma geldi. O denli sık duyuyoruz ki bu söylemi, insanlar artık “doğrusu buymuş herhalde” diye düşünmeye başladılar. Nitekim bu yanılgıya düşen okurlarımız da var…

Örneğin Hayriye Tütüncü adlı okurumuz, sessiz harflerin okunuşu konusunda geçen hafta yaptığımız uyarıyı yanlış bulmuş. Mektubunda diyor ki:

“Türkçede iki harf dışında diğer harflerin söylenişi e seslisi iledir. Kürtçeyi yazıya geçirenler ha, ka sesiz harflerini e’li söyledikleri için herhalde Türkçe harflerin söylenişini bozmak içgüdüsü içindedirler. Ne öğrendiğini unutanlar da buna katılmaktadır. Atatürk’ün yazı tahtasının başına geçip öğrettiği alfabeyi bozmayın. Doğrusu Ce Ha Pe, Me Ha Pe, A Ka Pe’dir.”

Türkçe konusunda böylesine iddialı konuşan okurumuzun kısacık mektubu yazım yanlışlarıyla doluydu. Ne dediği daha iyi anlaşılsın diye satırlarını biraz düzelterek yukarıya aldım.

Bu hanımefendi yanlış biliyor. Türk abecesinde ünsüz harflerin seslendirilişine ilişkin ayrıksı bir durum yoktur. Hepsi aynı biçimde, yani önlerine /e/ ünlüsü konularak okunur.

Her zaman söylüyorum: Dil konusunda araştırma yapmadan kesin yargıya varmamak gerekir. Biz okurlarımızın görüşlerine de köşemizde yer veriyoruz ama yanlış değerlendirmeler karşısında gerekli uyarıları yapmak da görevimizdir.

“Kürtlerin Türkçeyi bozmak için /k/’yi ‘ke’ diye seslendirdikleri’ savı ise eğer “şehir efsanesi” değilse tam bir “komplo teorisi”dir! Ciddiyetten uzak bu yakıştırma, aynı zamanda “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” sözünün de somut örneğidir!

Yeri gelmişken belirtelim: İsmail Küçükkaya da Fox TV’deki “Çalar Saat” izlencesinde “K” harfini yanlış seslendiriyor. Birkaç gün önce İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın kısaltmasını söylerken “İ-Ka-Se-Ve” diye seslendirdi. Çok yadırgadım. İzlencesinde her gün kitaplardan söz edip şiir okuyan bir sunucunun bu yanlışı yapmaması gerekirdi.

• • •

Bu kadar yanlış çok değil mi?
Yazım yanlışlarının çokluğu yüzünden gazete okumanın keyfi kalmadı! Yandaşları geçiyorum! Ama BirGün’de ve Cumhuriyet’te de her gün sayısız Türkçe yanlışıyla karşılaşıyorum. Bugünkü örnekler Cumhuriyet’ten:
-“Eskişehir’den aday adaylığı başvurusunda bulunan İrfan Değirmenci ise 16 Nisan 2017’de yapılan referandum öncesinde “hayır” oyu vereceğini açıkladığı için Kanal D’deki işinden, ekranlarından uzaklaştırılan İrfan Değirmenci, “tarafsızlık” ilkesini ihlal ederek “taraf” olduğu gerekçesiyle işten çıkarılmıştı.” (“Gazeteciler adaylık için yarışacak”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2018, s. 4) (Bu nasıl bir Türkçedir!)

-“Film afişi alanında devrim niteliğinde işlere atan ve Hollywood’da bir çığır açan usta tasarımcı Bill Gold 97 yaşında hayata veda etti.” (“Afiş tasarımcısı Gold hayata veda etti”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2018, Kültür sayfası)

-“Avrupa’da 68 eylemleri aynı zaman bürokratlaşmış, işçi aristokrasisince tutsak edilmiş, ‘nomenklatura’laşmış komünist partilerine karşı da bir itirazdı.” (Aydın Engin, “70’lik delikanlılar: 68’liler”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2018)

-“TBMM’yi de itibarsızlaştırma tasavvufunda bulundular.” (“Kaboğlu: Mutlaka sandığa gidin”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2018, s. 4)

***

Haftanın notu

Mektup ve kitap yasağı!

Cezaevlerinde uygulanan mektup ve kitap yasakları, AKP’nin “ileri demokrasi”sinde icat edilmiş birer “Zihni Sinir” ya da “Mucit Macit” projesi olmalı!

Bu çağda kitaplara yasak getirenler, bir de kalkıp “daha çok özgürlük, daha çok demokrasi” masalları anlatıyorlar bize! Vazgeçtik daha fazlasından, siz önce temel insan haklarına saygılı olmayı öğrenin!

Mektup ve kitap, cezaevlerindeki insanları ayakta tutan iki önemli yaşam kaynağıdır! Bunları yasaklamaya kalkarsanız, dört duvar arasında sıkışmış insanları soluksuz bırakırsınız! Yapılan şey insanlık dışıdır ve bu yönüyle 12 Eylül faşist dönemindeki uygulamaları bile gölgede bırakmıştır! Düşünebilir musunuz, başka yazarların yapıtları bir yana, kendi kitaplarımızı bile mahpus damlarındaki arkadaşlarımıza ulaştıramıyoruz! Örnek vereyim: İzmir Aliağa Yeni Şakran Cezaevi’nden Süleyman Erol’a, Edirne F Tipi Cezaevi’nden Selahattin Demirtaş’a, Sincan F Tipi Cezaevi’nden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na aylar önce gönderdiğim imzalı kitaplar sahiplerine hâlâ verilmemiş. Adalet Bakanlığı, bu keyfi ve hukuksuz uygulamaya derhal son vermelidir.