Ülkenin düşünce yaşamı son on yıldır tam anlamıyla bir kısırlık ve yoksunluk dönemi yaşıyor.

Bu aşırı fikir kısırlığı ortamında İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 27 Nisan’daki Grup konuşması, doğrusu bir farklılık yarattı. O konuşmasında 25 Nisan Gezi kararına karşı en ağır eleştirilerden birini yapan Akşener, aynı zamanda ülkenin çorak düşünce ortamına, üzerinde durulması gereken bir canlılık kazandırdı.

‘KAHROLSUN İSTİBDAT’

Yeni kuşaklar için önce Akşener’in “kahrolsun” dediği istibdat sözcüğünün anlamını anımsatalım:

“tek bir yöneticinin toplumu baskı altında yönetmesine dayanan düzen, baskıcılık, hiçbir hakkın ve özgürlüğün bulunmadığı tek adam yönetimi.”

Yoruma gerek yok. Bu tanımlama ülkenin yaşamakta olduğu durumu, tam anlamıyla açıklıyor. Aslında, bu ülkenin bağımsızlık ve özgürlük savunucularının yıllardır emperyalizm ve faşizm için kullandıkları kahrolsun vurgusunu İYİ Parti Genel Başkanı yeni bir boyuta taşıyor; başka boyutuyla zamanında kamuoyunun gündemine getiriyor.

Akşener bununla yetinmiyor.

‘YAŞASIN HÜRRİYET’

Bilindiği gibi, Akşener’in özenle vurguladığı “yaşasın hürriyet” söylemi kahrolsun istibdat gibi, siyaset tarihimizin 1908 Genç Türkler Devrimi ile özdeştir.

Genç Türk Devriminin temeli olan Türkçülük, bilindiği gibi, Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan bir düşünce ve eylem akımdır. Doğuş nedenleri, gelişmesi ve nitelikleri çok sayıda bilimsel çalışmaya konu olmuş olan bu akım, kökeninde, baskıya ya da istibdada karşı çıkmayı ve bu bağlamda, “yaşasın” diye sahiplenilen “hürriyet, adalet ve müsavat” (eşitlik) üçlüsünü içerir. Kimi zaman bu üçlüye “vatan” ve barışı çağrıştıran “kardeşlik” kavramları da eklenir.

Bu sözlerin verdiği kitlesel güç ile 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi; Anayasa yeniden yürürlüğe girdi ve Parlamento yeniden açıldı.

1908’in tarihsel önemi, 1876’da yürürlüğe giren ilk Anayasa’nın ve onunla oluşturulan parlamentonun, iki yıl sonra 1878’de Padişah II. Abdülhamit tarafından yok sayılması ve izleyen dönemde 30 yıl süren istibdadına karşı başkaldırının simgesi olmasından kaynaklanıyor.

Genç Türkler hareketinin 1908 Devrimi’nin çok önemli bir sonucu daha oldu. Halife Sultan II. Abdülhamit’in öncülük etmeye çalıştığı Panislamizm’in önü kesildi. Bilindiği gibi Panislamizm, “bütün İslam ülkelerinin bir siyasal birlik oluşturmasını isteyen, bu amaç doğrultusunda çalışan siyasal akım” anlamına geliyor.

1908 olayının, öncesi ve sonrasıyla, Cumhuriyet’in kurulması düşüncesini güçlendirdiği yadsınamaz. Ek olarak AKP-MHP iktidarının II. Abdülhamit Han aşkı ve düşmanlık derecesine varan Cumhuriyet karşıtlığı da bu çerçevede açıklık kazanıyor.

Burada bir önemli bir noktayı eklemem gerekiyor: Türkçülük düşüncesinin gelişmesinde o yıllarda Darülfünun’da (üniversite) görev yapan ve bilimsel bilginin önemini özenle vurgulayan büyük Türkçü Ziya Gökalp’ın önemli katkıları var.

Bunların başında Türkçe geliyor. Bakın, 1918’de, bundan tam 104 yıl önce, Gökalp “Vatan” başlıklı şiirinde ne yazıyor?.

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mânasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın...
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Şimdi de bir soru daha soralım: Bugün, söylemleri ve eylemleriyle Türk milliyetçisi geçinenler, milliyetçiliğin en önemli ögesi olan dilde milliyetçiliğe neden ve nasıl bu kadar yabancılaştıklarını düşünüp sorgulayabilir mi?

Yapamazlar. AKP’nin dilde Osmanlıca dayatmasını onaylamalarının da kanıtladığı gibi, milliyetçilerin çoğu, on yıllardır, büyük bir bilinçsizlikle, Panislamizm suyu içiyor.

HALK, İMAMOĞLU DİYOR

Doğal, tarihsel ve ekonomik nedenleri bir tarafa, Doğu Karadeniz insanının, ülkenin çoğu bölgesine göre daha “siyaset duyarlı” olduğunu söyleyebilirim.

Bu duyarlılık kimi zaman tüm ülke için yol gösterici olabiliyor.

Bayramın ikinci günü de böyle oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek ile birlikte Rize-Hopa hattında halkla buluşmasının bir bölümünü yakından izledim. Erdoğan diyarı olarak baskılanan Rize halkı, hiçbir olası baskıya aldırmadan ve büyük bir coşku ile onları bağrına bastı. Görünen, ülkenin geleceğini düşünen bir halkın bu tür toplantılara katılma korkusunu burada bile tümüyle yendiğiydi.

İmamoğlu, kimi önemsiz düzenleme eksiklerine karşın, içtenlikli, birleştirici ve özgüveni yüksek konuşmalarında, doğruluk, dürüstlük, hak, özgürlük, barış, demokrasi ve özellikle değişim vurgusu yaptı; yerel sorunlarla ülkenin sorunlarını harmanlamasını bildi; geniş kitlelere güven vermeyi, toplumun gücünü yanına almayı ve siyasetin toplumsallaşmasına farklı bir boyut katmayı bildi, üstelik de bunu Rize’de başardı.

Bilginiz olsun, halk, İmamoğlu’nda, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayını bulmuş olmanın sevincini yaşıyor.