Bilişim sektöründe ağırlıklı olarak gençler çalışıyor. Zımba gibi arkadaşlar. Gel gör ki bu arkadaşların tamamına yakını sadece programlama yapıyor. Ancak yaptıkları bir noktadan sonra maalesef yenilik olmuyor

Türkiş inovasyon

İLKER BİRBİL - Sabancı Üniversitesi ve BolBilim.com

“Türkiye’de de Google gibi bir arama motoru yapılabilir. Zaten pek çok ayrıntısı biliniyor. Sağda solda yazılmış bir sürü bilgi de var. Bunlara kafa patlatınca neden olmasın?”

Yukarıdaki paragrafın naifliğini sevdim ben. Tatlı tatlı düşler. Cevabımı hemen vereyim: Olmaz, yapılamaz. Tamam, bir arama motoru yapılır elbet. Fakat Google’ın yanına yaklaşamaz. “Kendimize güvenelim,” goygoycuları yüzünden mevcut duruma teşhis koyamıyoruz. Ondan tedavi iyice gecikiyor.

Burada yazdıklarım sadece bilişim sektörü ile sınırlıdır sanılmasın. Bilişimi çıkarıp, yerine sağlık, enerji ya da üretim sektörlerini pekâlâ koyabilirsiniz. Hikâyeleri aşağı yukarı aynıdır. Bir tarafta iş dünyasının kolaycılığı, diğer tarafta akademinin perişan hâli.

İş dünyası
Yıllardır bilişim sektöründeki firmalarla görüşüyorum. Aralarında girişimcilik destekleri ile kurulmuş olanları var. Zaten sektörde ağırlıklı olarak gençler çalışıyor. Pek çoğu mühendislik ya da temel bilimler bölümlerinden mezunlar. Zımba gibi arkadaşlar.
Gel gör ki bu arkadaşların tamamına yakını sadece programlama yapıyor. Hakkını vermeliyim; o işi iyi yapıyorlar. Ancak yaptıkları bir noktadan sonra maalesef yenilik olmuyor. Çünkü var olan teknolojiyi taklit etmenin ya da akıllıca birleştirmenin ötesine geçemiyorlar. Geçmek içinse sadece hacker olmak yetmiyor. Bu işin arkasındaki bilimi, matematiği öğrenmek için ya hiç çaba göstermiyorlar ya da günü kurtarmak telaşesinden vakitleri olmuyor.

Hadi diyelim öğrendiler. Canavar bir teknoloji geliştirdiler. Bakalım iş dünyasında bunun karşılığı var mı? Benim bildiğim piyasada, teknolojik herhangi bir ürünü markasına bakmadan alacak babayiğit müdür yardımcısı zor çıkar. Sizi güzel güzel dinlerler. Ondan sonra gidip IBM, Microsoft, Google gibi firmalardan ürünü alırlar. Çünkü ufak bir sorun çıkarsa müdür ile yüzleşmek istemezler. Müdür de zaten bu sebeple en baştan o topa girmemiştir. “Dünyada herkesin kullandığı en iyi ürünü aldık,” demek paçayı kurtarmaya yeter.

Haydi o dev firmaların, o bol kullanıcılı ürünlerine bakalım. Bir kere o firmalar, özgün değeri olan üç-beş işin ötesinde bir araştırmayı Türkiye’de yapmazlar. Ürünlerini satarlar. Bildiğin pazarlama yani. Satış yapacakları firmanın önüne son model ürünlerini koyarlar. Ürün dedimse de aslında bir kara kutu; içinde ne var tam olarak bilemezsin. Pazarlamacı anlatır: “Efendim bu taraftan enginarı, zeytinyağını koyuyorsunuz, diğer taraftan on çeşit Ege Bölgesi yemeği çıkıyor.”
Nasıl çıkıyor arkadaş? Nasıl? Delireceğim.

Akademi
Arama motorundan buraya geldik. Hani teknolojisi bilinen, her yerde yazılı bilgisi olan arama motoru. Unutmayalım; yazılı bilgi dediğimizin de önemli bir kısmı bilimsel külliyat. Şimdi o kadar makaleyi kim okuyacak? İş dünyası değil herhalde. Topu akademiye atmanın tam zamanı.

Size akademiden iyi bir haber vermek isterdim ama o zaman başladığımız teşhisi yarım kesmiş oluruz. Türkiye akademisi, özellikle 1980 sonrasından itibaren, büyük bir hızla çapsız insanlarla dolmuştur. Bu insanlar kendi konularını dahi bilmediklerine bakmaz, her yeni konuyu anlıyormuş gibi bol keseden sallarlar. Asıl fenası, bölümlerindeki üç-beş parlak genç akademisyenin önünü kesip, döner sermaye ya da proje ofisinin karşısına dükkân açarlar. Süslü hikâyeleri vardır. Ve belagatleri ile asıl konuyu daima boğuntuya getirirler.

Eh peki, bu insanlar profesör unvanlarını nasıl alıyorlar? Cevabı ben değil de, her daim bilge kayınvalidem versin: “Karpuz da yata yata büyür.” Bir de son dönemden “Biat ceylan gibi sıçratır,” var. Anladınız siz.

Açıkçası yeni bir ürün geliştirmek için heyecanla ortaya atılan arkadaşların hevesini kırmak istemem. Ama durum bu. Sonradan hayal kırıklığı olmasın. İyisi mi siz işi en baştan sıkı tutun. Mesela o teknik konuları, etrafından dolaşmadan öğrenin.
Danışacaksanız da bilimsel yetkinliği olan o az sayıdaki akademisyeni bulun. Siz yolu açarsanız, diğerleri de peşinizden gelecektir.

Yok eğer halihazırdaki gibi devam edeceksek, bu yazıyı bir cümleyle özet geçebilirim: Ne geliyoo, ne gidiyoo; hiç kimse hiçbir şey bilmiyoo.