Geçtiğimiz bir haftada Cumhurbaşkanı’nın damadı Hazine ve Maliye Bakanı Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu krizin nedenlerini ortaya koyan açıklamaları peşi sıra yaptı. “Dolar mı kazanıyorsunuz?” cümlesinde temsilini bulan gerçekler…

Kriz çok boyutlu. Ağır bir ekonomik kriz, derin bir demokrasi krizi, günden güne ağırlaşan bir güven krizi var. Bu çok boyutlu krizin temelinde yatan liyakatsiz, ciddiyetsiz, rantçı düzeni apaçık ortaya seren açıklamalardı bunlar...

Aynı günlerde Türkiye ekonomisinin makroekonomik dengelerine dair veriler açıklandı. Ülkeyi uçurumdan aşağıya yuvarlamakta kararlı olan Saray rejiminin ekonomik düzeninin sonucu çift açık! Cari dengede açık... Merkezi bütçede açık...

18 milyon insan ya işsiz, ya iş aramaktan dâhi vazgeçecek kadar umutsuz, ya da pandemi bahane edilerek sefalete mahkûm edilmiş durumda. Aynı esnada ise ekonomi cari açık veriyor; ilk 6 ayda cari açık 20 milyar dolara yaklaştı. Saray rejiminin göbekten dışa bağımlı kıldığı üretim bantlarının işlemekte zorlandığı, istihdam alanı dâhi yaratamadığı dönemde verdik bu cari açığı. Eskiden ne pahasına olursa olsun büyüyelim denilerek kurulan ekonomik düzenin maliyeti olan cari açıklar ve enflasyon maliyet olmaya devam ediyor; üzerine bir de işsizlik ve güvencesizlik eklenmiş olarak! Uçurumdan aşağı sürükleniyoruz. Bu cari açığı kapatacak döviz ihtiyacını karşılamak için elzem olan güven de o uçurumdan çoktan yuvarlanmış gitmiş bile. Saray rejimi yıllar içerisinde ekonomiyi sadece üretimde değil finansman kaynaklarında da göbekten dışarıya bağladı. Bu bağımlılığı sonlandıracak bir üretim düzeni yerine rantçı düzende ısrar etmesi bir yana, bir de bunca bağımlı olunan dış finansmanın en çok ihtiyaç duyduğu güveni de yıktı. Yıkılan güven ödemeler dengesine yabancı sermayenin ülkeden yoğun çıkışı olarak yansıdı. 2020’nin ilk 6 ayında 8,4 milyar dolarlık net finansman çıkışı da bunca dış borca bağımlı düzende yaşandı.

Ve Saray rejimi bilerek ve isteyerek kurduğu bu düzende hepimizi dövize erişememenin maliyetleri ile baş başa bıraktı. Önce hepimizin emekleriyle birikmiş olan 60 milyar dolarlık uluslararası rezervimizi doları 7’nin altında tutma ısrarıyla heba etti; o denizin suyu çekilince de doların 7,40 seviyesine gelmesini bir pazarlama faaliyetiyle açıklamaya çalıştı. “Rekabetçi gücümüz artıyor” diyebildi.

Bunca ciddiyetsiz açıklamaya cevap verilmez ama birkaç gerçekliğin altını çizmek gerekir. Paramızın değer kaybetmesiyle küresel rekabet gücümüzün artacağını iddia eden Bakan’a bir veriyi hatırlatmak yeterli olacaktır. 2019’un ilk altı ayında ihracatımız 89 milyar dolarken 2020’nin aynı döneminde 75 milyar dolara düştü; üstelik bu süre içerisinde döviz kuru 5,80 seviyesinden 7,40’lara yaklaşacak kadar “TL rekabetçi güç kazanmışken” yaşandı bu ihracat kaybı.

Rezervleri tükenmiş bir Merkez Bankası, görev zararı 4 milyar liraya ulaşmış kamu bankaları, artan cari açık uzun süredir yaşanıyor olan reel krizin üzerine gelecek bir ödemeler dengesi krizinin de sinyallerini oluşturuyor.

Açıklar cari denge ile de sınırlı değil. Bu hafta açıklanan merkezi bütçe dengesi verileri de yıl sonu hedefinin yılın ilk 7 ayında aşıldığını gösteriyor; bütçe açığı Ocak-Temmuz döneminde 139,1 milyar liraya çıktı. Üstelik de bu bütçe açığı halkın sorunlarına çare üretmek için değil, iktidarın yandaşlarını beslemek ve iktidarı korumak için verildi. Oysa, şüphesiz bütçeler vatandaşın sorunlarını çözmek için açık verebilir, gerektiğinde vermelidir de. Ancak faiz ödemeleri ve ranta kaynak aktarmak uğruna verilen bütçe açıkları var olan krizin halka faturasını şişirecek bir karanlıktan başka bir şey değildir.

Bu ağır kriz döneminde Saray rejiminin hakikatleri gizleyerek, “dış düşmanlar” öyküleri yazarak, baskı ve zorbalıkla ekonomiyi yöneterek kendi iktidarlarını kurtarmaya odaklı günü kurtarmanın ötesine geçmeyecek vizyonu ülkeyi günden güne boğuyor.

Bunları hepimiz biliyoruz zaten. Birlikte yaşıyoruz. Bu karanlığın gerçekliğinin üzerini asla örtemeyeceği mücadele gücümüzle, umudun gerçekliğini de birlikte yaşıyoruz uzun süredir. Umudun dayandığı gerçekliği kimi zaman kendimize hatırlatmayı gerektirecek kadar bir karanlığa rağmen: Yaşadığımız tüm sorunların çözümü var.

Sorunların çözümü iktidarın değişmesi ile başlayacak. Ve iktidar değiştiği gün her şeyi yeni baştan ve hepimizin belirgin olarak hissedebileceği kadar açık düzeltmeye başlayabiliriz. Ekonomideki açıkları da kapatır, enflasyonu da düşürür, mevcut istihdam kayıplarını da engeller hatta yeni istihdam olanakları da yaratırız. Bunların nasıl yapılacağının reçetesi belli. Esas olan bunu gerçekleştirecek siyasi iradedir, esas olan bizde olan bu iradenin iktidara taşınmasıdır. Güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye geçişle, özgürlüklerle, kurallı işleyen bir düzenin iradesiyle ilk günden yeni bir iklime uyanırız.

Yüksek sesle hatırlatalım kendimize: Türkiye bu karanlığa, bu sürüklenmeye, bu yıkıma mahkûm değil! Ranttan değil üretimden yana, yandaştan değil halktan yana, aile şirketinden değil sosyal devletten yana bir siyasi tercihi iktidara taşıyacak irademizle mutlaka bu düzeni halk mutlaka değiştirecek, bizler hep birlikte mutlaka değiştireceğiz!