Tahammül etmek zor; iki kişi bir araya gelince iktidarın, yalnız kalınca seçmeninin hedefi oluyorsun. Kadın ve bir de yalnızsanız yandınız! Biri kıyafetimizi, diğeri düşüncemizi beğenmiyor. Kendimizi bunlara nasıl beğendireceğiz şaşırdık. Sizi saldırgandan koruyacak bağımsız bir güvenlik birimi, hakkınızı savunmak için başvuracağınız bir adliye yoksa sokakta, evinizde, iş yerinizde güvende değilseniz ne yaparsınız? Mesela hayatında ilk kez yolunun kesiştiği şahısın saldırısına uğrayan B.G.K.’nin yerinde siz veya çocuğunuz olsa ne yaparsınız?

Şiddet mizacınıza uymuyor, sözden başka savunma aracınız yok. Ne var ki söz de işe yaramıyor; anlamıyor çünkü! Dinlese belki anlar diyorsun, dinlemiyor. Hani, saldırgan aklı başında olsa diyalogda ısrar edeceksiniz, fakat değil, deliyim diyor.

Bizim delimiz de bir tuhaf; yaptığının akıllıca olmadığının bilincinde! Kanun da biliyor, kendini savunurken ya deliyim ya tahrik oldum diyor! İş tedaviye gelince deliyim diyen tedaviye, tahrik olan dinine direniyor!

Her hafta bir hastaneden, tedaviye direnen hastanın/hasta yakınının doktoruna saldırdığı haberi geliyor. Sonunda sağlık çalışanlarının can güvenliğini sağlaması için önlem alması istenen devlet de katıldı bu kervana. Savaşın bir hastalık, tedavisinin barış olduğunu rapor eden doktorlar heyetini topladı! Dün, adalet olsaydı şu an rektörü olacağı üniversite, raporda imzası olan Raşit Tükel’i görevinden uzaklaştırdı. Yarın hangisine ne yapar bilinmez!

Hâlbuki kızacak ne var bunda; her devlet, savaş denen mikrobun taşıyıcısıdır. Devlet, devlet olduğu an alıyor bu mikrobu! Önemli olan savaş mikrobu aktif olmadan barış aşısıyla bağışıklık kazanmak, zamanında aşı olmadıysan hastalık nüksettiğinde kabullenip tedaviye razı olmak. Tedavisi o kadar zor da değil, varsa biriyle problemin, problemi çözmenin kavga dışında çözümü olabileceğini düşünmek yeter; üstelik ücretsiz, sen düşünemiyorsan düşünen biri karşılıksız yol gösterir sana, Türk Tabipleri Birliği gibi…

Hepimiz, dışa vuran belirtilerine bakıp kimi hastalıkları teşhis edebilir, tedaviye yardımcı olacak önerilerde bulunabiliriz. Ama hastayı bir de doktorun görmesini isteriz. Ne şans, doktora gitmeden sanki iyi olacak hastaymış gibi doktor (hem de heyet halinde) hastanın ayağına geldi. Ne var ki hasta tedaviye direniyor.

Teşhisi reddeden, tedaviye direnen hastaya ne halin varsa gör diyemeyiz. Hele kapıyı, pencereyi kapatıp havasız bıraktığı mekanda sizi de alıkoyduysa içeride, sonucu dram olan bu hastalıktan etkilenmeniz kaçınılmazdır. Ne diyor TTB heyeti “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” çünkü “Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.”

Bilmem ki ne yapmak lazım, acaba burnunu sıkıp ilacı ağzından mı versek!

ÖSO mu Kuvayı Milliye düzeyine yükseltildi, Kuvayı Milliye mi ÖSO düzeyine çekildi?

AKP Genel Başkanı’nın “ÖSO, tıpkı Kurtuluş Savaşı’mızdaki Kuvayı Milliye güçleri gibi sivil bir oluşumdur” derken ÖSO’nun Kuvayı Milliye düzeyinde ulusal bir direniş hareketi olduğunu anlatmak istediği düşünüldü. Söz, anlaşıldığı haliyle gereken yanıtı aldı. Fakat bana göre Erdoğan, “ÖSO Kuvayı Milliye düzeyinde” derken ÖSO’yu Kuvayı Milliye düzeyine yükseltmiyor aksine Kuvayı Milliye’yi ÖSO düzeyine indiriyordu.

İslamcılar, söylemlerinin kamuoyunda kabulünü sağlamak; değer atfettikleri kişiye, kuruma, kuruluşa, kavrama yer açmak için her zaman toplumun değer verdiği “benzerini” küçültme yoluna gitmişlerdir. Bu konuda izledikleri yol, genellikle değersiz olanı değerli olanla aynı kaba koymak oldu. Değerli olan değer yitimine uğradıktan sonra gerisi kolay; şahıs veya kurumsa oradan çekilir; nesneyse, çürüklerin çürütmeye başladığı sağlam portakalı kasadan ayırdığınız gibi onu bulunduğu yerden alıp kurtarmaya çalışırsınız; almazsanız tümünden olursunuz. Anadolu liselerini çökertmek için tüm liselere Anadolu lisesi demek ve ardından Anadolu imam hatip liseleri açmak gibi mesela...