Türkiye’de akademisyenler ve otoriteryanizm

Chad Kautzer*
Türkiye Üzerine Notlar-1

Türkiye Üzerine Notlar, Amerikan Felsefe Derneği’nin (American Philosophical Association) bloğu için hazırlanan, özel bir yazı dizisidir. Uluslararası akademisyenler tarafından yazılan metinlerin editörlüğünü Lehigh Üniversitesi’nden Doç. Dr. Chad Kautzer yapmaktadır. Son siyasal gelişmelerle ilgili burada yayınlanan mülakatlar ve analizler, hem Türkiye’deki zulümle ve otoriteryanizmle karşı karşıya olanlarla dayanışmanın ifadesi hem de onlara destek olma yollarını tanımlama çabasıdır. İletişim için academicsUS@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
Sokrates, Platon’un Devlet’inde, sonuçlarına katlanmak zorunda değilsek, yani sonucunda ceza almayacağımızı ya da adımızın kirlenmeyeceğini bilirsek, adaletsiz eylemleri tercih edeceğimize ilişkin inancı eleştirir. Diyalogda Sokrates’in muhatabı, bu inancı desteklemek için mitolojide Lidya’dan ya da şimdiki Batı Türkiye’den bir çoban olan Gyges’in hikayesini hatırlatır. Söylenene göre, Gyges, görünmezlik gücü veren bir yüzük keşfeder ve bu yüzük onu kendi eylemleri için kendi dışında bir mekanizmaya hesap verme zorunluluğundan tamamen kurtarır. Kısaca, bu yüzük Gyges’e bir çeşit dokunulmazlık bahşeder ve böylece tercihlerinde onu kendi iradesiyle başbaşa bırakır. Sonunda, Gyges, hile ve ihanetle krallığı ele geçirmek için yeni bulduğu gücünün yardımıyla süratle ve açıktan açığa adaletsizce eylemeyi seçer.

Her ne kadar hikayesinde sihirli bir yan olmasa da Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı modern zamanların Gyges’i olarak görmek hiç de zor değil. Erdoğan, Türkiye’nin özgün konumunu ABD’nin askeri erkinin projeksiyonu için bir platforma, AB için de gayrı resmi bir hududa dönüştürerek, uluslararası mekanizmaların gerektirdiği hesap verme zorunluluğunu etkili bir şekilde ortadan kaldırdı. Türkiye milyonlarca mültecinin AB’ye girişini engellemeye devam ettiği ve kendi askeri üsleriyle hava sahasını ABD’nin askeri güçlerine açık tuttuğu sürece Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), geriye kalan tüm yerel denetim ve denge unsurlarını bu dokunulmazlık gücünün yardımıyla yok edebilir--akademisyenlerin, gazetecilerin, sanatçıların ve muhalefet partileri üyelerinin sistemli bir şekilde susturulması, tutuklanması ve Gezi Park’ı benzeri protesto gösterilerinin şiddetle bastırılması örneklerinde olduğu gibi.

Erdoğan, Kürt bölgelerinde sıkıyönetim ilan ediyor, buralara askeri birlikler konuşlandırıyor, PKK ile açıktan çatışmaya giriyor, yaptığı yolsuzlukları araştıranları hedef alıyor ve yargı üzerinde kontrolü ele geçiriyor. Genişletilmiş terör tanımına ve Türk Ceza Kanununun 301. maddesine dayanarak, eleştirinin ya da muhalefetin neredeyse her türlüsünü yasaya aykırı ilan ediyor, hem yurtiçinde hem yurtdışında binlerce insana Cumhurbaşkanına ‘hakaret’ davaları açıyor ve anayasada daha sembolik olarak tanımlanan cumhurbaşkanlığını anayasal değişiklikle halihazırda fiilen uyguladığı otoriteryanizme paralel olarak bir tür başkanlığa dönüştürme planları yapıyor. Erdoğan’ın akademisyenleri yargılama kabiliyeti , haber kanallarını ele geçirebilmesi ve Türkiye anayasasına göre nihai yürütme gücünü elinde bulunduran Başbakanı, Ahmet Davutoğlu’nu, görevden alabilmesi demokratik kurumların sistematik tahribatının ve insan hakları ihlallerinin apaçık kanıtlarıdır. Devlet’te Gyges’in hikayesine yanıt olarak Sokrates, adil kişinin niteliklerini tanımlayabilmek için adil devletin suretinin bir taslağını çizer. Bugün Erdoğan’ın kendi suretinde teokratik bir krallık kurmak için Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarını yerinden etmekle Sokrates’in anlatısını nasıl tersine çevirdiğine şahit oluyoruz.

Bu zulümler, kendilerine Barış için Akdemisyenler adını veren 1.000’in üzerinde akademisyenin ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ adlı bildirisini basına açıkladığı Ocak ayında daha da sıklaştı. Bildiri, Kürt bölgelerindeki devlet şiddetinin sona ermesini ve barışın yollarının inşa edilmesini talep ediyordu. Açıklamadan birkaç gün sonra Erdoğan, imzacıları teröre destek vermekle suçladı ve konuşmasında şunları söyledi: “Üniversiteler, hastaneler, okullar başta olmak üzere kamuda görev yapanlardan terör örgütünün yanında yer alanların süratle ayıklanmasına ihtiyaç vardır. Kimse devletin ekmeğini yiyip de bu devlete kılıç çalamaz.”

Büyük oranda Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi kapsamında, akademisyenlere yönelik soruşturmalar, ev baskınları, tutuklamalar, işten çıkarmalar ve sınır dışı etmeler bu konuşmayı takip etti. Birçok üniversite yönetimi de YÖK’ün desteğiyle kendi öğretim üyeleri hakkında soruşturma başlattılar. Akademisyenler düzenli olarak tacize uğradılar, ölüm tehditleri bile aldılar. Türkiye’deki günlük gazetelerden biri bu zorbalığı daha da yüreklendirmek için bildiride imzası bulunan akademisyenlerin fotoğraflarını yayınladı. Dört akademisyen--Esra Mungan, Meral Camcı, Kıvanç Ersoy ve Muzaffer Kaya--bildiriyi imzadıkları gerekçesiyle terörizm suçlamalarıyla yüksek güvenlikli hapishanede bir aydan fazla tutuklu kaldıktan sonra yakın zamanda serbest bırakıldılar. Şimdi de daha az bir suçtan ceza alabilirler--yani, Türk Milletini rencide etme suçundan (Ceza Yasasının 301. Maddesi)—ve Eylül’deki mahkemelerini bekliyorlar. Geriye kalan imzacıların durumu belirsiz, ki bu da kesinlikle Erdoğan’ın amaçlarından biri ama aynı zamanda tam da bu nedenle uluslararası dayanışma biçimleri bu noktada hayati önem taşıyor.

Uluslararası dayanışma nasıl olacak? Elbette tek bir eylem ya da destek biçimi yeterli değil. Fakat bir bütün olarak ele alındığında, halihazırda uluslararası arenada olmayan ama gittikçe büyüyen bir hesap sorulabilirliği tesis ediyor. Dünyanın farklı yerlerinden şovmenlerin ve komedyenlerin gösterdiği gibi, Erdoğan ve AKP, kamusal eleştiriyi susturmak konusunda takıntılı oldukları oranda, bu tür eleştirilerden rahatsızlar da. Bu tür protestolar ve provokasyonlar, Erdoğan rejiminin otoriteryanizmini açığa çıkararak, onun meşruiyetinin altını oymaya yardım edecektir. Aynı zamanda, AB ve ABD’nin kendilerinin yarattığı Gyges’e göz yummalarını da zorlaştıracaktır.

Özgürce konuşup eyleyebilenlerimiz bunu yüksek sesle, kolektif ve yaratıcı bir şekilde gerçekleştirebilirler. Meslek örgütleri, sendikalar, bölümler ve akademisyenlerin kendileri açık mektuplar ve imza kampanyaları yayınlamanın yanında basın açıklamaları ve sempozyumlar düzenlediler. Medya kuruluşları, Berlin’deki die Taz örneğinde olduğu gibi, hükümetin sansürünü bertaraf etmek için BirGün ve Agos’tan Türkiyeli gazetecilerin Türkçe makalelerini yayımladılar. Akademik kurumlar, zulüm tehdidi altındaki akademisyenlere ve entellektüellere üye kurumlarda pozisyonlar ayarlayarak onların yararını savunan bir örgüt olan Risk Altındaki Akademisyenler’e (Scholars at Risk) katıldılar. Aachen Barış Ödülü örneğinde olduğu gibi, ödül komiteleri ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ imzacılarının cesaretini onurlandırdılar.

Alman akademisyenler, Almanya Dışişleri Bakanlığına ve Eğitim Bakanlığına çağrıda bulunarak, dilekçeyi imzaladığı için öğretim üyelerine soruşturma açan Türk kurumlarıyla olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmelerini ve mümkünse askıya almalarını talep etti. GIT Kuzey Amerika (Transnational Work Group on Academic Liberty and Freedom of Research in Turkey -- GIT North America), Türkiye Araştırmaları Enstitüsü (Research Institute on Turkey--RIT) ve Orta Doğu Çalışmaları Derneği’nin (Middle East Studies Association--MESA) Akademik Özgürlükler Komitesi (Committee on Academic Freedom--CAF) gibi akademik gruplar, Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ederken, Uluslararası Af Örgütü gibi örgütler, Erdoğan’ın Türkiye dışı ziyaretlerinde protesto gösterileri düzenledi. Bunlar, yakın zamanda devam eden destek ve dayanışma eylemlerinden sadece birkaç örnek.

Devlet’te, Socrates’in muhatabı, cezalandırılmayacağımızdan emin olduğumuzda hepimizin Gyges gibi davranacağını, yani “diğerlerinin önüne geçme ve daha fazlasını alma arzusu” nedeniyle “adaleti uygulayanların bunu gönülsüzce yapacaklarını, çünkü adaletsizlik yapma gücünden yoksun olacaklarını” iddia eder. Bunun tam tersine örnek olması açısından, eziyet gören ve devlet şiddetine maruz kalan diğerlerinin yanında yer almayı arzulayan, adaletsizliğe karşı sessiz kalmanın daha karlı olabileceği anda adilane davranmayı seçen Türkiye’deki akademisyenlere önem vermemiz gerekiyor. Onların cesareti hepimizin Gyges gibi davranacağımız fikrini yalanlıyor, ve biz şu anda onların yanında yer alıyoruz.

*Chad Kautzer, Lehigh Üniversitesi’nde Felsefe Doçenti. “Radikal Felsefe: Giriş” (Routledge, 2015) kitabının yazarı ve Eduardo Mendieta ile birlikte “Pragmatizm, Ulus ve Irk: İmparatorluk Çağında Toplum” (Indiana Üniversitesi, 2009) kitabının editörü.

Makalenin yayımlandığı blog: http://blog.apaonline.org/2016/05/31/dispatches-on-turkey-academics-and-authoritarianism/
Çeviri: Türkiye Araştırmaları Enstitüsü (Research Institute on Turkey --RIT)