Dünya ve hayat çok dinamik, çok değişken… Üstelik bu değişimin son yıllarda kimi zaman yakalaması zor olacak kadar hızlandığı da bir gerçek. Bu değişimin yarattığı zamanın ruhunu iyi yakalayacak kurumsal dönüşümlere ihtiyaç var.
Zamanın ruhunu tanımlayan bir keskin gelişme de, neredeyse tüm dünyanın tam yarıdan bölünmüş olması. Bir yanda demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü kendi varlığı uğruna yok etmeye hazır olanların hırçınlığı…

Öte yanda kendi varlığının da, birlikte yaşama iradesinin de en büyük güvencesinin, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları olduğu gerçeğine sıkı sıkıya sarılmış olanların mücadelesi… Zamanımızın ruhunu en iyi tarif eden temel toplumsal ve siyasi yarılma tam da burada yatıyor.

Bu hafta Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’ndeki (AKPM) tartışmalar da işte bu yarılmaları yansıtıyor.

Yarılmanın bir tarafında yıkım var. Sadece kuralları değiştiren, dolayısı ile toplumun işleyişini düzenleyen kurallar bütünü olan kurumsal yapıyı dönüştüren bir yıkımdan bahsetmiyoruz. Eline geçirdiği gücü, kuralsız işleyen ve iktidar gücünün keyfine kalmış bir keyfiliğe doğru iten bir yıkımdan bahsediyoruz.

Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? İşte bu yıkım Türkiye’nin de, Avrupa Konseyi üye ülkelerinin de, Türkiye’nin derin ekonomik ve sosyal bağlarla parçası olduğu dünya düzeninin de konusu. Kurallı işleyen bir düzende mi devam edeceğiz yoksa iktidar gücünü elinde tutanların keyfiliğine teslim mi olacağız? Ortaklaştığımız eşitlik, özgürlük, adalet, barış, demokrasi ve hukuk değerlerinde mi buluşacağız yoksa bu değerleri kendini gözeten bencilliklerin dayattığı iktidar mücadelesi uğruna biz de mi yok sayacağız?

Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar Türkiye’nin de, kurucu üyesi olduğumuz büyük Avrupa Konseyi ailemizin de, dünyanın da geleceğini belirleyecek derecede önemliler. Bu hafta katıldığım AKPM’nin Strazburg’da devam eden Genel Kurul toplantıları işte bu yoğun tartışmalarla geçiyor.

Pazartesi günü Genel Kurul toplantılarının açılışında üyesi olduğum Sosyalist, Demokratik ve Yeşiller Grubu olarak her şeyden önce, üye ülke parlamenter delegasyonlarının AKPM iç tüzüğünde yazılmış olan cinsiyet kotalarına uymalarını sağlamak yönünde adım attık. AKPM’nin temsil ettiği değerler, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunması ve bir insan hakkı olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin siyasette temsilden başlamak üzere sağlanması…

Yani bu kotalara uyulmasını talep etmek, kurallı işleyen bir demokrasi düzeninin mücadelesinde buluşmak anlamına geliyor. Kendi iç tüzüğüne uymadan, Avrupa’da ya da dünyada demokrasinin büyütülemeyeceği anlayışına dayanıyor. Bu kotaları görmezden gelmeyi seçerek kuralsız ve kurumsuz, keyfiliğe ve şahıslara dayanan yıkımı dayatanlara karşı, cepheden bir mücadelenin küçük gözüken ama büyük adımlarından birisi…

Bu, bir haftalık yoğun bir tartışma temposunun sadece bir adımıydı. AKPM toplantılarında bu hafta 47 üye ülkenin parlamenterleri, hukukun egemen güçlerin elinde nasıl da kuralsızlığın, kurumsuzluğun ve antidemokratikliğin aracına dönüştürüldüğüne dair görüşlerimizi tartışıyoruz. Bağımsız medyanın demokrasinin vazgeçilmez temeli olduğunu ve basın emekçilerinin güvenle çalışabilmelerinin demokrasinin geleceği açısından önemini tartışıyoruz. Bilgi çağında yanlış ve yanlı bilginin demokrasiyi çökertmesine karşı atılacak adımları, göçe mecbur bırakılan hayatların bu ağır yükler altında ezilmemesi için yapılması gerekenleri, insan ticaretinden insan doku ve organ ticaretine kadar insanlıktan uzak uygulamalarla mücadele için uygulanması gereken politikaları ve daha nicelerini tartışıyoruz.

Zamanın ruhu demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına sıkı sıkıya sarılmış olanlarla, bunları yıkıp geçecek şahsileşmiş ve keyfi düzenlerle dünyayı karanlığa gömmek isteyenlerin keskin mücadelesini vurguluyor.

Bu siyasi yarılmaya dair toplumsal farkındalık Türkiye’de de Avrupa’da da, dünya genelinde de çok yüksek düzeyde. Şimdi belki de öncülük etmemiz gereken, bu siyasi yarılmayı ortaya çıkartan düzeni değiştirme iddiasında toplumu buluşturacak bir yeni düzenin ilkelerinde ve mücadelesinde buluşmayı sağlamak. Türkiye’de de, Avrupa’da da, dünya genelinde de…

Demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını savunacaksak, bunları yıkmayı göze alan otoriter rejimleri dünyanın her yerinde karşımıza çıkartanın neoliberal düzenin sömürüye dayanan rantçı anlayışının eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri olduğunu bilmeliyiz. Buna ilişkin toplumsal farkındalığı yaratmak ve mücadeleyi buradan büyütmek tüm dünya coğrafyasında zamanın ruhunu yakalayacaktır.

Düzeni değiştirmeliyiz, hep birlikte ve her yerde!