BEKİR AŞÇI 2016’dan bu yana, Türkiye’de akademinin içine sokulduğu darboğazı aşmak, politik perspektiften bakıldığında hayli zaman alacak gibi görünüyor. Kuşkusuz bu darboğazın yaratacağı uzun erimli sonuçlar da gerek akademik yazın dünyasını gerekse öğrenci ve okuyucuları bir hayli yoracak ve üzecek. Mevcut hali bile içler acısı. Fakat her şey bitmiş değil. Yayıncılık dünyasından gelen yeni haberler […]

Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor!

BEKİR AŞÇI

2016’dan bu yana, Türkiye’de akademinin içine sokulduğu darboğazı aşmak, politik perspektiften bakıldığında hayli zaman alacak gibi görünüyor. Kuşkusuz bu darboğazın yaratacağı uzun erimli sonuçlar da gerek akademik yazın dünyasını gerekse öğrenci ve okuyucuları bir hayli yoracak ve üzecek.

Mevcut hali bile içler acısı. Fakat her şey bitmiş değil. Yayıncılık dünyasından gelen yeni haberler bir nebze de olsa insanın içine su serpebiliyor. Yaşayan en önemli Hegel uzmanlarından Tom Rockmore’un Hegel’den Önce Hegel’den Sonra adlı kitabı Say Yayınları etiketiyle çıktı. Türkçe okuyan herkes için bir başvuru kaynağı haline gelecek gibi görünüyor.

Kitabın alt başlığının da söylediği gibi, Hegel’in düşüncesine tarihsel bir giriş yapmak niyetinde olan kitap, Hegel’in felsefe yapmaya başladığı dönemin Almanyasındaki felsefi ve politik arka planı sarih bir şekilde özetleyerek başlıyor ve filozofun hangi sorunlarla başa çıkmak zorunda olduğunu gözler önüne seriyor. Bugün felsefe dünyasında görmezden gelmenin adeta moda olduğu ‘sistem’ düşüncesinin, söz konusu filozof için gerek felsefi gerekse yaşamsal anlamına dair çok önemli belirlemelerde bulunan Rockmore, modern anlamda Descartes ile başlayan sistematik felsefe uğraşının Kant ile yinelendiğini fakat başarısız olduğunu, en mükemmel şekliyle Hegel’de nihayete erdiğini söylüyor. Tarihsellik söz konusu olduğunda da ekliyor:

Doğrusu, Hegel’den beri, tarihsel karakterini de bilen bir teoriye giden yolda çok uzaklara gitmemiş olabiliriz. Karl Marx ve belki büyük Alman sosyolog Max Weber istisna, Hegel’in, düşüncesiyle tarihi bütünleştirmeyi layıkıyla başarmış belki de ilk ve son düşünür olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. (s.100)

Rockmore, Kant ile Hegel arasında bir kopuş değil, aksine süreklilik olduğunu düşünenlerden. Kant’ın, Saf Aklın Eleştirisi’nde kuracağını iddia ettiği, fakat hiçbir zaman başaramadığı ‘sistemi’nin, özellikle Fichte ve Schelling gibi büyük Alman düşünürlerinin katkı ve dolayımlarıyla ancak Hegel ile mümkün olabildiğini söylüyor. Kant ile Hegel arasındaki bu sürekliliğin, Rockmore’a göre, “en önemli kaynağı, tüm görkemiyle Hegel’in felsefesinin eleştirel felsefeyle içsel bir bağı en başından beri korumasıdır.” (s.103)

Hegel felsefesinin, birçok başka filozof için de geçerli olduğu gibi, bir kitapla aktarılamayacak bir derinliğe ve zenginliğe sahip olduğunun farkında olan Rockmore, kendisini ‘sistematik felsefe’nin Almanya’daki gelişim ve tamamlanışına sınırlıyor ve Hegel’i bu perspektiften inceliyor. Hegel’in erken dönem metinlerinden başlayarak son eseri olan Hukuk Felsefesi’ne kadar temel sorusunun peşinden giden Rockmore, son bölümlerde, kitabın isminin de vazettiği gibi, filozofun düşüncelerinin, onun ölümünden sonraki akıbetine odaklanıyor. Fakat Hegel tüm düşünce tarihinin gördüğü en büyük filozoflardan biri ve felsefesi çağdaş dünyamız için de hâlâ belirleyici olduğundan dolayı, Hegelciliğe ne olduğu sorusu da sınırlandırılmak zorunda. Bu nedenle, Rockmore, ‘Hegelci Okul’ olarak da bilinen cenahın ayrımlaşmalarını ve zamanla güç kaybetmelerini açık bir şekilde serimliyor ve özellikle 19. yüzyılda dolaylı ya da dolaysız, olumlu ya da olumsuz Hegel düşüncesinden etkilenen üç filozof üzerinde duruyor: Kierkegaard, Marx ve Nietzsche.

Bu arada, kitabın zengin ama yalın içeriğinden bir parça daha duyurmayı borç bilirim. Türkiye gibi geç modernleşen, bunu da eline yüzüne bulaştıran bir coğrafyada ‘düşünmek’ fiilinin makûs talihinden ve düşünenlere ne olduğundan siz okuyucuların, gözlerini kapamaya teşne olmayan okuyucuların, haberi vardır. Bu kitap, düşünmenin hem felsefi hem de yaşamsal önemini çeşitli şekillerde vurgulamakla kalmıyor, ‘düşünmenin hangi noktadan başlayacağı’ sorusuyla da özel olarak ilgileniyor. Böyle bir başlangıcın mümkün olup olmadığı sorusu şimdilik saklı kalsın, ben de haber vermekle yetineyim.

1992’de Fransızca olarak yazılan ve 2003’te yazar tarafından İngilizceye çevrilen kitap, Kağan Kahveci’nin çevirisi, Kenan Mutluer’in son okuması ve Güçlü Ateşoğlu’nun editörlüğüyle Türkçeye kazandırıldı. Sağ olsunlar. Gerek felsefe bölümü öğrencileri gerekse felsefenin diplomasız öğrencileri için son derece faydalı, açık, Hegel’in meşhur ‘zor’ olan dilinin aksine anlaşılır bir kitap Rockmore’unki. Elimde tuttuğum 24 saatten az sürede, hiç sıkılmadan, karmaşaya düşmeden son kelimesine dek gelebildim. Kitabın Türkçe basımındaki başarıdan dolayı da, yayıma hazırlayan ekibi bir kez daha tebrik etmek gerek. Okuyucusunun bol olmasını dilerim, zira fazlasıyla hak ediyor.

Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor! Akademinin bir kat daha zora sokulmaya başladığı 2016’dan bu yana, Türkiye’de bir ekip, bu kitabı da hazırlayan ekip muazzam çalışmalar gerçekleştiriyor. İktidar karanlığı büyüttükçe, direniş renklenip güzelleşiyor. Direnişin de hayaletlerin de böylesi aklımızdan eksik olmasın!