Türkiye’de meslek örgütlerinin ve sendikaların enerji yoksulluğunun yapısal nedenlerine dayalı olarak geliştirdikleri politika, bir insan hakkı olan enerji hizmetinin ucuz, kesintisiz ve kaliteli bir şekilde kamu tarafından sunulmasıdır.

Türkiye’de enerji yoksulluğu

Seyhan Erdoğdu

Türkiye’de enerji sektöründeki özelleştirmeler enerji sektöründe etkinliğin azalması ve dışa bağımlılığın artmasına yol açarken, bu süreçte kamu müdahaleleri ve kaynak tahsisi uygulamaları ile özel tekellere büyük miktarlarda kaynak aktarılmıştır. Bu politikalarla birlikte elektrik ve gaz fiyatları artmış, 10 yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin gündemine enerji yoksulluğu sorunu da girmiştir. Akademik yazında ve politika metinlerinde Türkiye’deki enerji yoksulluğunun yapısal nedenleri, itici faktörleri ve göstergeleri yeterince tartışılmamış olsa da 2019 yılında sosyal yardım alanların tümü elektrik yoksulu kabul edilerek sosyal yardım sisteminde elektrik yardımlarına yer verilmeye başlanmıştır.

Türkiye’de Enerji Yoksulluğu

1990’lı yıllarda Avrupa’daki enerji yoksulluğu sorunu İngiltere’de, evlerinde yeterli ısınma sağlayamayan haneler açısından yakıt yoksulluğu olarak kentlerde başlamıştı. Türkiye’de ise enerji yoksulluğu önce kırsal bölgelerde pahalı enerji fiyatları karşısında tarımsal gelir düşüklüğüne bağlı olarak çiftçilerde görüldü. Çiftçinin elektrik borçlarını ödeyememesi, hatta hacizle karşı karşıya kalmasının yarattığı çaresizlik tabloları medyaya yansıdı. Bu dönemde kentlerde mikro işletmeler de enerji yoksulluğu yaşamaya başladılar. Tüketici haneler açısından enerji yoksulluğu ise özelleştirilen piyasaların yol açtığı artan fiyatlar ve yükselen işsizlik oranları ile düzensizleşen işgücü piyasalarının yol açtığı düşük gelirler ikileminde yoğunlaştı.

Düşük gelirli tüketicilere yönelik sosyal destek programları, genel elektrik ve gaz piyasası serbestleştirme sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak düşünülebilir. Sosyal destekler ve enerji verimliliği programları tüketicilerin tepkilerini önleyecek ve elektrik ve gaz piyasalarındaki genel serbestleştirme sürecini destekleyecektir. Özelleştirilen dağıtım şirketlerinin düşük gelirli tüketicilerin ödeyebilirliklerini sağlamak için geçmiş borçların affedilmesi, sabit ödemeler, taksitli ödemeler gibi yollara veya tüketicileri zorlayan hizmeti kesme yöntemine başvurmaları etkili olmayabilmektedir. Bunun yerine kamu kaynaklarından finanse edilen bir sosyal yardım sistemi, Dünya Bankası’nca elektrikte ve gazda piyasalaşmayı kolaylaştıran bir unsur olarak görülmektedir. Dünya Bankası’nın TEDAŞ ve TÜİK verilerine dayanarak 2014 yılı için yaptığı analiz, düşük gelir gruplarında hane halkı geliri içinde elektrik harcamaları oranının Avrupa Birliği yazınında elektrik yoksulluğu için norm kabul edilen yüzde 10’u aştığını göstermektedir.

Sektörde piyasalaşmaya yönelik girişimler sonucu artması kaçınılmaz olan fiyatlar karşısında yoksul kesimlerin fiyat sübvansiyonları ile değil kamu kaynakları ile finanse edilecek sosyal yardımlarla desteklenmesini savunan özel sektör temsilcilerinin de enerji yardımlarından yana olduğu görülmüştür. Elektrik dağıtım şirketlerinin yoksul hanelere kamu eliyle elektrik yardımını desteklemelerindeki özel amaç, ödenemeyen faturaların tahsili ve kaçak kullanımın azaltılmasıdır. Bu tür bir sosyal yardım, şirketler açısından ödenemeyen faturalar sorununun çözümüne olduğu kadar aynı zamanda kronik kaçak kullanım sorununun çözümüne da yardımcı olacaktır. Yani bir bakıma enerjide özelleştirmeye gidilirken, kaçak elektriğin önlenmesi ve ödenemeyen faturaların tahsili, düşük gelirli hane halklarına kamu kaynakları kullanılarak verilen tüketim desteği ile kamulaştırılmaktadır. Benzer bir durum kısmen doğalgaz için de geçerlidir.

Türkiye’de 2005–2021 itibariyle elektrik ve doğalgazdaki fiyat artışları 2017 yılı hariç, enflasyonun üzerinde olmuştur. Elektrik fiyatlarındaki artışın 2008 yılına kadar enflasyonun altında kaldığını ve “maliyete” dayalı fiyatlandırmanın ertelenmiş olduğunu görüyoruz. “Elektrik fiyatlandırmasında oldukça ihtiyatlı davranan” hükümet, 2003-2007 döneminde beş yıl boyunca elektrik fiyatlarını sabit tutmuş, 2007 seçimlerinden sonra ise enerjide piyasalaşma hız kazanmıştır. Kriz yılı olan 2008’den sonra ise elektrik fiyatları enflasyonun üzerinde artmıştır. Son 4 yılda (2018-2021) elektrik tarifeleri enflasyonun çok üstünde artmaya devam etmiş, aynı dönemde asgari ücretlerdeki artış da enerji fiyatlarındaki artışın gerisinde kalmıştır. Bu nedenle tüketiciler artan enerji fiyatları ve aynı oranda artmayan gelirler ikileminde enerji yoksulluğunun etkilerini yoğun bir biçimde hissetmişlerdir.

Öte yandan bu dönemde çok sayıda hanehalkı faturalarını ödeyememiş, elektrik ve gaz hizmetleri kesilmiştir. Örneğin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının açıklamasına göre 2019 Ocak-2019 Eylül, 9 aylık dönemde borcunu ödeyemediği için hakkında işlem yapılan elektrik abone sayısı 3.365.784, doğalgaz abone sayısı 710.364’tür.

2022 yılına gelindiğinde elektrik tarifelerine yapılan kademeli zam (210 kWh tüketime kadar 1,37 TL; sonraki tüketim seviyeleri için 2.06 TL) her iki tarife açısından da elektrik fiyat artışlarını enflasyonun üstüne çıkarmıştır. Öte yandan 2022 yılı asgari ücretlerinin yapılan artışa rağmen, özellikle de Aralık 2021 de %13,58; Ocak 2022 de %11,10 olan tüketici fiyat artışları karşısında gerçek anlamda yoksulluk ücreti düzeyinde kalması, artan fiyatlar daralan gelirler ikileminde enerji yoksulluğuna düşen emekçi hanelerin sayısını artırmıştır. Bu durum ülke çapında elektrik faturası protestolarına ve kitle eylemlerine yol açmıştır. Dünyada çok az ülkede (İtalya, Japonya; ABD Kaliforniya) uygulanan kademeli tarifenin, tüketicilerin, sendikaların, ilgili meslek örgütlerinin görüşü alınmadan ve kamuoyunun bilgisine sunulmuş herhangi bir ön araştırma yapılmadan uygulanmasının politik sonuçları ağır olunca, hükümet kademeli tarifedeki 150 kWh limitini 210’a çıkarmak zorunda kalmıştır. Ancak neye göre alındığı belli olmayan bu önlemin de özelleştirilen elektrik üretim ve dağıtımının geniş emekçi yığınlarına kestiği “faturaların” yükünü azaltmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Dünyada bir insan hakkı olarak enerji için verilen yığınsal mücadelelerin bir kısmı fiyat artışlarına itiraz şeklinde başlasa da bu itirazların enerjide özelleştirmeye karşı çıkışlara ve kamulaştırma taleplerine dönüşmesi mümkündür. Örneğin Meksika’da 100.000’in üstünde hanenin ve küçük işletmenin üye olduğu Meksika Ulusal Enerji Kullanıcıları Meclisi (ANUEE) özellikle de enerji yoksulluğundan en çok etkilenen kadınların aktif katılımıyla özelleştirmelere karşı büyük bir yığınsal harekete dönüşmüştür.

Sonuç

Enerjide özelleştirmeye ve işgücü piyasalarındaki düzensizleşmeye paralel olarak yaygınlaşan enerji yoksulluğu olgusu, dünyanın çeşitli ülkelerinde, enerji yoksullarına yardım temelinde bir sosyal politika geliştirilmesine yol açmış; enerji hizmetleri kamusallık alanının dışına çıkınca, sosyal yardım kapsamına girmeye başlamıştır. Ekonomik ve sosyal hedef koyan plancı kalkınmacı anlayışın terk edilmesi, enerji sektörünün düzenlemesinde ulusal yasama erkinin yerini uluslararası kuruluşların alması, sektördeki topyekûn özelleştirme yaklaşımı, enerji güvenliği, arz güvenilirliği, kaynak yeterliliği açısından olduğu kadar enerji yoksulluğu açısından da çözümlenemez sorunlar yaratmıştır.

Son yıllarda enerji ürünlerindeki fiyat artışlarının enflasyonun ve ücret artışlarının üstüne çıkması ve ülkedeki artan işsizlik oranları enerji yoksulluğunu yaşayan hanelerin durumunu zorlaştırmış, enerji tüketim desteklerinin artırılması talepleri artmıştır. Meslek odaları, sendikalar ve tüketici grupları, enerji ürünleri üzerindeki vergilerin düşürülmesi, özellikle konut tüketicileri için yüzde 18 olan KDV’nin yüzde 1’e indirilmesi; elektrik tüketim desteğinde hane başı tüketim miktarının aylık 150 kWh olan üst sınırının EMO’nun hesaplamalarına göre asgari yaşam standardı göz önüne alındığında dört kişilik bir ailenin aylık elektrik tüketim miktarı olan 230 kWh’a yükseltilmesi ve elektrik yoksulu hanelerin daha geniş bir kapsam üzerinden tespiti; doğalgaz altyapısı bulunan hanelere kömür yerine doğalgaz yardımı yapılması; yerel yönetimlerce su tüketimi desteği verilmesi gibi talepleri geniş tüketici yığınların enerji yoksulluğuna ve onun devamında sosyal dışlanmaya uğramamaları için çözüm önerileri olarak savunmuşlardır. Türkiye’de meslek örgütlerinin ve sendikaların enerji yoksulluğunun yapısal nedenlerine dayalı olarak geliştirdikleri esas politika ise bir insan hakkı olan enerji hizmetinin ucuz, kesintisiz ve kaliteli bir şekilde kamu tarafından sunulmasıdır. Bunu sağlamanın tek yolu da enerji alanının “şirketlerin kâr hırsı ile değil, kamu yararını hedef alan politikalarla yönetilmesi”; özelleştirme uygulamalarına son verilerek, acilen yeniden kamulaştırmalar yapılmasıdır.