Çocukluğumda ilgimi en çok çeken iki meslekten biriydi gazetecilik. Diğeri de hukuk idi. Çoğumuz gelecekte avukat veya gazeteci olmak isterdik. Bu aslında bizim coğrafyada dünyaya gelmiş çocukların ortak hedefiydi. Nedeni ise daha sonra okuyacağım sosyoloji ile ilgiliydi; büyüklerimizin maruz kaldığı haksızlıklara karşı bir şeyler yapabilme isteğiyle. Avukat olup hakkımızı savunacak, gazeteci olup gerçekleri yazacaktık. Geleceğimizi büyük ölçüde geçmiş toplumsal tecrübeler belirliyordu. Hatta o coğrafyada devlet memuru olma hevesi bile aslında olası baskılardan korunabilme arayışının bir ürünü olmasındandı.

Sonra yıllar geçti, ben sosyoloji okudum ama belleğimdeki gazeteci imgesi fazla değişmedi. Gerçekleri yazan kişi! Gazetecilere dair bu imge aslında gazeteciliğin bir tanımıdır: Memnun veya tedirgin etme kaygısından azade, olanı olduğu gibi yazmak.

Gazetecilik, her şeyin toplum veya ulusa göre tarif edildiği bir modern zaman mesleğidir. Dolayısıyla bu iki olguya duyarlı olarak gelişmiştir. Gerçi tarafsızlık mefhumu da bu dönemin söylemidir ama modern hayat çoğunlukla bu mefhuma aykırı pratiklerle yüklüdür; çünkü sert çelişkileri-gerilimleri içerir. Bu da ‘tarafsız’ yani gerçeği anlatan gazeteciliğin toplumsal maliyetini arttırmıştır.

Türkiye’de modernist inşanın ilk döneminde bahse konu toplumsal maliyetin en katı biçimi, gazeteciliğin merkezi hükümete mutlak tabi hale getirilmiş olmasıydı. 27 Haziran 1938’de çıkarılan 3511 sayılı kanunla tüm gazete ve mecmuaların sahipleri ile bunların yazı, haber, resim, fotoğraf ve tashih işlerinde düzenli çalışan gazetecilerden oluşan Türk Basın Birliği kurulmuş; birlik dışında gazetecilik yapmak men edilmişti. Gazetecilere ‘Basın Kartı’ verilmesi yetkisi de İçişleri Bakanlığındaydı. Hükümetçe istenilecek her hangi bir konunun gündeme alınması ve görüşülmesi mecburi idi. Kütahya vekili Naşid Uluğ’un ifadesiyle kanun, gazetecileri millî maksatlar uğrunda ve rejimin emrinde daha toplu ve kuvvetli bir cephe olarak çalışmak imkânı vermişti. Birlik yönetiminin yapacağı işlerin en başında hükümetle matbuat arasında iş birliğini tanzim etmek ve bu maksatla birlik azalarına direktifler vermek vardı. Bu birliğin nasıl işlev gördüğünü anlatacak en çarpıcı örnek kanunu takip eden aylarda Dersim’de binlerce insan katledildiği halde hiçbir gazetenin, bu konuda tek satır haber yapmamasıydı.

Bizdeki gazeteciliğin tipik dönemlerden birisi de 80’li yıllardır ki ülkenin bilhassa sosyalist gazetecilerine yüzyılları bulan hapis cezaları verilmişti. Çünkü sorumlu oldukları gazetelerde yer alan her bir cümle ayrı bir hapis cezasına konuydu. 748 yıl ceza verilen Veli Yılmaz’ın yaşadıkları o kuşağın sosyalist gazetecilerinin öyküsünün özeti gibidir. On yılı aşan cezaevi hayatından sonra Nisan 1991’de duvarların dışına çıkabilmiş ve 748 gün sonra 27 Mart 1993’de daha 43 yaşındayken hayata veda etmişti (Eray Yılmaz, İletişim, 2020).

1990’lı ve 2000’li yıllar her yerde küreselleşmeyle gelen yeni demokratik imkanların tartışıldığı dönemlerdi. Çoğulculuğun ve ifade özgürlüğünün nasıl önemli bir ihtiyaç olduğu hükümetler düzeyinde de politik müzakerelerin konusuydu. Ne var ki Türkiye’nin, farklı geleneklerinden gelen üç kıymetli gazetecisi tam da bu yıllarda öldürüldü; Uğur Mumcu; aracı bombalanarak, Metin Göktepe; işkence edilerek, Hırant Dink ise kurşunlanarak. Üçü de Ocak ayında ve alenen.

Hapisten ölüme kadar gazeteciliğin toplumsal maliyetine dair bu tecrübede, gazeteciler şimdiye dek sistemle muhatap idi. Şimdilerde ise buna ilave veya devamı olarak yeni yöntemler ve yeni aktörler devreye girmiş görünüyor. Gazeteciler şehir sokaklarında saldırıya uğruyor, öldüresiye dövülüyor. Bu yeni dönem ve durumun pek çok kendine has özelliği var ama herhalde en dikkat çekici olanı saldırganların bile haber yapılamamış olmasıdır. Saldırıya uğrayan gazetecilere dair haberler yazılmakta ama saldırganlarla ilgili kısmı genellikle bulanık kalmaktadır. Son yıllarda sık tekrarlanan bu suskunlukta birlik hali gazeteciliğin, geçmişi referans alan yeni manzarasıdır. Gerçi bugün artık 1930’lardaki gibi bir Basın Birliği kurumu yok ama ruhu dolaşıyor ortalıkta.