Çok sık söyleniyor: 1980’deki 12 Eylül Darbesi’yle halkımız apolitikleşti. Aynı şekilde yaşanan yoğun depolitizasyon sonrasında bizim millete doğru işlemiyor, bu iddia ediliyor.

Peki, bir sosyolog olarak süreci incelersek, vakaları gözden geçirirsek ne olacak?

Türkiye’de halkın büyük oranda apolitikleştiği ve siyasal süreçlere katılmadığı, bu şekilde iktidarın hepimizin tanık olduğu şekilde akıl almaz hak hukuk ihlallerini yapabildiği tezi tartışmalıdır, galat-ı meşhurdur ve gerçeği yansıtmamaktadır.

Türkiye’deki durumu gözden geçirdiğimizde, apolitikleşen halk değil, aydındır. İdeolojileri etkisizleştiren, gerçeği yansıtıp yansıtmaması ve ütopik düzlemdeki çekiciliklerini kaybetmeleri değildir. Tam aksine, Türkiye tarihinin bu halka öğrettiği bu ülkede doğruların uygulanmaması ve halkın ahvalini siyasi iktidarın net bir şekilde “aldırış” etmemesidir. İktidar, bildiğini zorbalıkla uygular. Bunun yanı sıra, aydın kesimi, siyasal olarak her kalkışma döneminden sonra, şu ya da bu şekilde pasifleşmekte, dönemin direnişine öncülük etmemekte, bir şekilde sisteme şu ya da bu şekilde eklemlenerek kendisine yağlı bir ekmek kapısı bulmaktadır. Buna karşın, halk çocukları bu siyasi, ideolojik eğilimleri fazla ciddiye alınca, hayatı mahvolmakta, bir daha da kendini toparlayamamaktadır. Bunu halk bizzat kendi deneyimleri ile bilmekte ve görmektedir.

Aydın/sanatçı tutarsızlığı ve iktidar
Türkiye’de siyasi iktidarın en büyük kozu, sistematik olarak çark eden, iktidara sırnaşan, halkın aleyhine iktidarla işbirliği yapan, dün dediklerini ve yaptıklarını bugün inkâr eden, bugün dediklerini yarın hiçe sayabilecek “aydın eğilimi ve pratiği” karşısında, halk, çoğu anlamsız lakırdılarla sofistikeleştirilmiş “söz” ve “eylem çağrı”larına nasıl kulak versin, neyin ve kimin peşinde koşsun?

Türkiye’de her siyasi darbe, her siyasi yükseliş dönemi, büyük şovlarla, büyük ve sahte nutuklarla başlar, yıllar geçtikçe bu şov ve nutuklar sahtekârlaşır. Hayatımızın işleyişi bu nedenle akıl almaz tutarsızlıklarla doludur.

İdealist nutuk, iş yapmaya nasıl engel olur?
Sinemada sektöre yeni girmeye çalışan birisini düşünün: Sinemamızın ahvali üzerinde konuşurken, ahlak, sanat, estetik ve halk adına söylenen bir doğru için, keskin ve sistemi esastan eleştiren bir şeyler söylesin. Bunu dinleyen sektörde şu ya da bu şekilde tutunmuş insanlar bu çıkışı nasıl karşılar? Ben size söyleyeyim, müstehzi bir nutukla, çocuğa sempati beslerlerse, sırtını sıvazlayıp “Kendine dikkat et, fazla yüksek sesle olur olmadık yerlerde bunları söyleme” der. Peki, niye? Dedikleri doğru olmadığı için mi? Ne alakası var? Tam aksine, sistemde yükselmek için önce kirlenmek gerektiği için. Çünkü o kişinin tutunmak için şu ya da bu kirli ilişkiye girerek, en başta da doğruları söylemekten imtina ederek ve en çok da iş yapabilmek için pratikte yaptıkları doğrulara sığmadığı için. Sonuç olarak Türkiye’de sistem önce kirletir insanı, böylelikle kişiyi suç ortağı haline getirir, ardından ise kişi silkinip aslına dönmek isterse, yaptıklarını suç belgesi olarak ortaya koyar, üzerine bastığı zeminin altını oyar.

Halk özne olabilir mi?
Bu anlamda Türkiye’de sistemin işleyişi, aydınların ve sanatçıların varolma biçimi, zaten en baştan iktidara teslim olmak üzere kuruludur. Türkiye’de yaşanan korkunç yaşam pratiğimize karşı aydınlardan ve sanatçılardan bir medet umulacak şekilde gözler onlara çevrildiğinde, entelektüellerin çoğu zaten çoktan iktidar tarafından teslim alınmış olduğu için, yani suç ortağı haline getirilmiş olduğu için ve direniş için öne çıkarsa, dosyası ortaya döküleceği için, aslında iktidara halktan çok daha yakındır. Bu paradoksun çözümü nedir?

Aydınlar ve sanatçılar işbirliği yaparken, iktidara yamanmak için yarışırken, halkın kendi içinden örgütlenip alternatif bir direniş geleneği yaratması, halkın o toplumu yeniden yapılandırmasına dair bir ütopyayı henüz hiç okumadım. Halk genel olarak “özne” değil, tebaadır ve tabii olandır.