Türkiye’de İslamofobi ve İsrail’de anti-Semitizm!

Dün başlayıp bugün devam etmekte olan “Uluslararası Medya ve İslamofobi” sempozyumu iktidarın tüm kanallarında öne çıkardığı bir etkinlik. Özellikle son bir ayda Filistin’de yaşananlar karşısında mazlum Filistin halkının dışlanmasını, zulme uğramasını meşrulaştıran uluslararası ve Siyonist medyanın tutumu düşünüldüğünde İslamofobi gündeminin üstüne gidilmesi son derece anlamlı. Ancak bir ötekileştirilme, dışlanma biçimi bile başka bir dışlamanın aracı haline getirilebildiği gerçeği de yanıbaşımızda duruyor. Netanyahu iktidarı İsrail’in şiddet siyasetini eleştirenleri her seferinde anti-Semitizmle eleştiriyor. İsrail’i eleştirmek eşittir anti-Semitizm denklemi kurulmaya çalışılıyor. Aynı şekilde Türkiye’de kadına yönelik şiddet başta olmak üzere iktidarın toplumu, eğitimi ve siyaset alanını dinselleştirmesi eleştirileri de İslamofobi “kalkanı” ile çarpıtılmaya çalışılıyor.

DIŞSALLAŞTIRILMIŞ BİR SORUN: İSLAMOFOBİ!

24 Mayıs’ta başlayan iki günlük “Uluslararası Medya ve İslamofobi” sempozyumu TRT, SETA, RTUK, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Erciyes Üniversitesi tarafından düzenleniyor. Cumhurbaşkanı’nın açılışında yer aldığı sempozyumun moderasyon ve konuşmalarından 133’ü erkek ve sadece 30’u kadınlarca gerçekleştiriliyor. İslamofobi’nin Batı’da en çok hedef aldığı kadınlarken, bu konudaki sempozyumda kadınlar yüzde 20 oranında yer bulabiliyor. Moderasyon ve açılışlarda ise bu oran çok çok daha düşük. Ancak Türkiye’de “islamofobi” başlıklı toplantıların bundan daha öte bir sorunu var: Dışarda yaşanan bir mağduruiyeti içerde yaşanan bir dışlamanın aracı kılmak!

Bu bakımdan İslamofobi ile mücadele amacı taşıdığı ifade edilen bir sempozyumun gerçekleştirildiği ülkedeki diğer ayrımcılık biçimlerine hiç mi hiç yer vermemiş olması dikkat çekici. Türkiye’de kadınların, Türk ve Hanefi/Sünni olmayan kesimlerin her düzeyde yüzyüze kaldıkları “yerli İslamofobi” konu edilmiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi olarak medyadan yayılan LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık ve nefret söylemi burada konu edilmiyor. Konuları dışsallaştırmak, istisnaileştirmek ve buradan bir mağduriyet hikayesi çıkarmak gündelik şiddetin meşrulaştırılması için bulunmaz bir araç zira.

İSRAİL’İN ‘İSLAMOFOBİ’ SÖYLEMİ ANTİ-SEMİTİZM!

Netanyahu İsrail’in şiddetini eleştirenlere her seferinde boşuna anti-Semitizm hatırlatması yapmıyor. İsrail Başbakanı’na göre Siyonizmi eleştirenler aslında anti-Semitler, yani Avrupa’daki Yahudi soykırımını inkar eden yahut buna alkış tutanlar. Yine ona göre Filisitin halkı cihatçı gruplara teslim olmuştur ve bu gruplar Yahudilere karşı ayrımcı söylemin ve politik hedeflerin taşıyıcılarıdır. İsrail içinde ve dışında milyonlarca Yahudi bunun bir yalan olduğunu biliyor ve haykırıyor. İsrail Hükümeti’nin Filistinlilere yönelik ayrımcı şiddetini meşrulaştırmak için her seferinde anti-Semitizm “kartına” sarılması kabul edilemez bir durum. Filistin meselesinde şiddet karşıtı milyonlarca insan Filistin halkı ile dayanışma gösterirken asla anti-Semitist bir tutuma da onay vermedikleri halde Netanyahu Hükümeti buradan bir mağduriyet ve mağduriyetten de bir meşruiyet üretmeye çalışıyor. Ne kadar tanıdık bir strateji değil mi?Aynı yaklaşımı İslamofobi kavramına sıklıkla başvuran Müslüman ağırlıklı ülkelerin otoriter liderlerinden de duymak mümkün. İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Malezya ve Türkiye gibi ülkelerde Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları toplumlarda yüzyüze kadıkları İslamofobik saldırılar araçsallaştırılıyor.

‘İSLAMOFOBİ’NİN İKİ AYRI YÜZÜ

Oysa bir olgu ve düşünce olarak İslamofobya’nın gerçek ve korkunç yüzü kadar, araçsallaştırılmış ve sahte olan bir de ikinci yüzü var. Bunu hemen her tartışmada görmek mümkün.

Selefi cihadizmin son 10 yılda defalarca hedef aldığı Fransa’nın ülkedeki dini kurum ve cemaatlere yönelik düzenleme planları, Yeni Şafak gibi basın mecralarınca ya “İslam Düşmanlığına Sarılmak” ya da “İslam’a Savaş Açmak” biçiminde manşete taşınmıştı. Son sempozyumda’da Fransa’nın çokça işlenen bir konu olması şaşırtıcı değil. Akademik titizlikten ve sorunların evrensel karakterini ortaya koyan bir yaklaşımdan uzak diskurlarla dolu bir sempozyum.

Fransa’nın “camilerde yabancı ülkelerin etkisinin azaltılması” yaklaşımı belli ki sadece selefi cihadizmi destekleyen rejimleri ve çevreleri değil, başta soydaşları olmak üzere Batı’daki Müslüman toplulukları kendi tebaası gibi gören AKP dış politikasını da rahatsız etmiş görünüyor. Özellikle son 10 yılda yurtdışındaki Türkler ve Müslüman topluluklara yönelik siyasetin Almanya’da, Avusturya’da ve Bulgaristan’da çeşitli vesilelerle kriz başlığına dönüştüğünü daha öncede yazmıştık. Yine geçtiğimiz günlerde Fransa’da cihatçı-selefi görüşleri nedeniyle kapatılan bir kuruluşa Türkiye’nin sahip çıkarak bu kuruluşa Türkiye topraklarında faaliyet sürdürme olanağı açıldığını öğrenmiş olduk. Sorsanız söz konusu kuruluş “İslamofobi” kurbanıdır ve Ankara’nın bu kuruluşu himaye etmesini eleştirenler de İslamofobdur. Tıpkı Netanyahu’nun Siyonizmi eleştirenlere yaklaştığı gibi.

FETÖ tecrübesinin altını her gün çizdikten sonra hem kendi ülkesinde yeni ve başka FETÖlere karşı yeterince önlem almayan, hem de başka ülkelerin kendi Fetölerine yönelik düzenlemelerini hızlıca İslamofobya yaftasıyla mahkum eden AKP dış politikası başta Türkiye kökenliler olmak üzere tüm göçmenleri de hayli zor duruma sokmaktadır.

Üstelik Fransa ve benzeri ülkelerde yaşanan sorunları konuşmak suretiyle Türkiye’nin içinde yaşanan kadın kırımını, kadın düşmanlığını, LGBTİ+ nefretini ve diğer dışlayıcı pratikleri de bi çırpıda dışarda bırakmış oluyorsunuz.

İSLAMOFOBİ İLE MÜCADELE!

Gerçek ve korkunç olan islamofobya ile mücadele edebilmek için sahte islamofobya-karşıtlarından ayrışmak kaçınılmaz görünüyor. Zira ırkçı sağ partilerin ikinci ya da yükselen parti olduğu ülkelerde islamofobik söylemi savunanlar ile onu kendi ülkesindeki baskıcı, şoven, kadın düşmanı, cinsiyetçi ve otoriter siyasetin dayanağı haline getirenler bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Bakın bu birbirine düşman görünen akımların ortak lügatında en sık tekrarlanan neler var: Kürtaj karşıtlığı, muhafazakârlık, yabancı düşmanlığı, etnik farklı gruplara yönelik nefret ve dışlama, tek dil, tek millet vb. kavramlar.

Avrupa ülkelerinde İslamofobinın faşizmin yeni yüzlerinden biri olduğu tespiti ne kadar gerçek ise onun Türkiye, Ürdün, Pakistan gibi Müslüman ağırlıklı toplumlarda mevcut olduğunu ileri sürmek de o kadar yanıltıcı bir tespittir. Müslüman coğrafyada kadına, çocuğa, farklı inanç sahibine farklı din mensubuna, ateiste, farklı cinsel yönelim sahiplerine her gün uygulanan şiddetli ayrımcılık İslamofobik değil, onun aynadaki yansıması olan siyasal İslamcılık temellidir. Netanyahu’nun İsrail’in Siyonist şiddetini meşrulaştırken “anti-Semitizme” sığınması gibi, baskıcı Ortadoğu ülkeleri de “İslamofobiye” sığınıyorlar. Bu kendi çalıp kendi söyleme pratiği de ne ülkemizde ne komşularımızda eskisi kadar taraftar da bulamıyor. Onun için daha çok kanalda daha sık ve daha yüksek tonda ifade edilmesi ile karşılaşıyoruz.