Kulaklarımız ve zihinlerimiz genellikle devletin ormanları koruma görevine alışmıştır. Zira ormanlar kamu malıdır ve korunmalıdır. Fakat yasal düzenlemelere ve tarihsel tecrübelere bakılırsa devletin ormanlarla mücadele ettiğini söylemek daha uygun görünüyor.

Ormanların, bir nesne/mekân/alan olarak devletin ilgi alanına girmesi modernleşmeyle başlar. Modern devletler, sınırları içindeki her alanı düzenleme çabasıyla birlikte ormanı da kamusal bir iş olarak ele almışlardır. Osmanlıda ilk Orman Mektebi’nin Fransa’dan getirilen uzmanlar yardımıyla 1857 yılında kurulması bu duruma işaret eder. Ormanın kamu malı olduğunu teyit eden ilk Orman Nizamnamesi de 1869’da çıkarılmıştır.

Cumhuriyet döneminde orman meselesini ele alan ilk kapsamlı-koruyucu düzenleme 1937’de çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’dur. Bu kanunla; ülkedeki ormanlar tanımlanmış, tasnif edilmiş ve korumaya yönelik stratejik tedbirler getirilmiştir. Orman memurlarının göreve başlarken ant içmesi ve orman suçları için sert cezalar bu kanunla getirilmiştir.

1945’de çıkarılan 4785 sayılı kanunla bazı istisnalar dışında tüm ormanlar devletleştirilmiştir. Ancak bu karar, aynı zamanda ormanların talanında ilk adımların atılmasına da yol açmış; bazı orman köylüleri, karara tepki olarak kendi ormanını yakmışlardır. Bunun üzerine 1950 yılında 5658 sayılı Kanun’la yeni bir düzenleme yapılarak, devletleştirilen ormanlar bir ölçüde sahiplerine iade edilmiştir. Aynı dönemde 5653 sayılı Kanun’la makilik alanlar, orman sınırları dışına çıkarılarak toprak dağıtımına dahil edilmiştir. Böylece ormanların talanında ilk büyük sıçrama yaşanmıştır.

1961 Anayasası’nda yer alan Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi başlıklı 131. maddeye göre; “Bütün ormanların gözetimi devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti, yönetimi ve işletilmesi özel kişilere devrolunamaz. Bu ormanlar, zaman aşımıyla mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyete müsaade edilemez. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir ve bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Orman suçları için genel af çıkarılmaz; ormanların tahribine yol açacak hiçbir siyasî propaganda yapılamaz”. Ne var ki bu hükümlere rağmen, önceden sağlanan yasal imkânlar doğrultusunda ormanlar içinde betonlaşma da başlamıştır. Anayasal korumaya rağmen bu betonlaşma artarak devam etmiştir.

1982 Anayasası, 1961’de olduğu gibi ormanları korumayı öngörse de kamuya ait hemen her şeyin özel sektöre geçmesi politikasından ormanlar da etkilenmiştir. Mesela 1255 sayılı yasayla orman alanı dışına çıkarma uygulaması genişletilmiş; tarım alanına dönüştürülen yerlerin miktarı artırılmıştır. 1986 tarihinde çıkarılan 3302 sayılı yasanın ikinci maddesi ile orman dışına çıkarmanın kapsamı daha da genişletilmiş; özel ormanların yatay alanın yüzde 6’sı oranında yapılaşmaya açılması sağlanmıştır. 1992’de çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ise Hazine’ye ait çoğu ormanlık araziler Turizm Bakanlığı’na devredilerek yapılaşmaya açılmıştır. Aynı şekilde 1983 yılında çıkarılan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu da ormanlık alanlara kesin koruma getirdiği halde, HES vb. türlü projelerle tam tersi bir süreç gelişmiştir.

2012 yılında çıkarılan 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’la ormanlık alanlar iyice daralmış; kamuoyunda 2B Arazisi olarak bilinen bu yasa ile adeta ormanların canına okumuştur.

Bütün bunlar sistemin, özellikle 1950’li yıllardan itibaren ormanları korumak şöyle dursun sürekli daralttığını göstermektedir. Son kırk yılda güvenlik politikalarıyla yakılan ormanlarla birlikte Türkiye’nin ormanlık alan hacmi radikal biçimde düşmüştür. Bugün ise ormanların talanından değil, ölümünden söz etmek daha doğru olur. Ormanı korumaya dair kalan yasal düzenlemelerin de işlevsiz kaldığı bir dönemdir bu. O kadar ki son on yılda orman yangınlarının yaklaşık yarısının nedenleri tespit edil(e)mediği için bir yasal işleme bile konu olamamışlardır. Özetle devam etmekte olan bu süreçte kimlerin kazandığı belirsiz belki ama ülkenin kaybettiği kesin.