Başbakan Davutoğlu, parti içi organları atama yetkilerinin MKYK’ye devredilmesini kabul etmeyince, kaçınılmaz son da geldi! Erdoğan’ın, AKP içinde bırakınız kendi iradesinin üstünde değil, bir irade belirtisine bile bir izin vermeyeceği belliydi. Düsturumuz, “tek adam, tek irade!”

Bir de, önünde “başkanlık rejimi” gibi büyük bir mesele var ki, AKP’ye tam hakim olması gerektiği gibi, fiili başkanlık uygulamasında da tam itaatkar bir başbakana ihtiyacı var! Yani, Davutoğlu’nun AKP genel başkanlığı ve başbakanlıktan çekilmesi “mukadderat” gibi!

Ve Başbakan’ın “pazarlık esasına dayalı makam kabul etmem” sözleri!

Basın toplantısında söylemiş bunu! iyi de, gerçeğin epeyce farklı olduğunu bilmeyen var mı? Örneğin Parti başkanlığına gelmesinde Erdoğan’ın rolü de biliniyor, başbakanlığı döneminde fiili başkanlığa razı olduğu da... Ama, ya gayreti yetmemiş; ya da, ne de olsa akademik geçmişiyle bu kadar “bendelik” yeter demiş ki, bugün çekiliyor. Yine de, Kongre’de aday olmayacağını söylerken, insanın aklına aday diye çıkmanın “kime bağlı olduğu” gelmiyor değil!

Örneğin, yaklaşık bir hafta önce “Pelikan Dosyası” gibi bir dosya düştü ortaya. Kimin yazdığı belli değil ama Hoca’nın (Davutoğlu) Reis tarafından hangi şartlarla “başkan” yapıldığından başlayıp, Hoca’nın yolsuzluk dosyalarından Dolmabahçe mutabakatına, başkanlık meselesinden danışmalarına kadar uzanan “günahlarından” söz ederek Reis’i nasıl hayal kırıklığına uğrattığı anlatılmakta. Kavgada kaybedenin kim olacağı da söylenmekte.

Olup bitenlere bakınca, yalnız demokrasi ya da parlamenter sistem değil, AKP açısından da anlamının büyük olduğunu düşünüyorum. Buna karşın AKP içinde bir kaygılanma, bir sorgulama yok! Aksine, çoktan, bayrak yarışından söz edip gelecek başkanın kim olacağı hesaplarına geçmiş durumdalar.

Emanete Bırakılan İradeler

Şimdi pek rastlanmasa da, filmlerde görürsünüz; bir zamanlar değerli, değersiz eşyaların yok pahasına bırakıldığı “emanetçiler” vardı. Zaman, yokluk, kıtlık zamanı olduğundan veren için de, alan içinde işlevi vardı o emanetçilerin.

Artık etrafta emanetçi görmüyoruz. Yokluk ile yoksulluğu sona erdirememiş olsak bile, şimdi “bolluk “zamanı; mottosu da saklamak değil “tüketmek ve atmak” üzerine!

Buna karşın, emanetçilik bir biçimde devam etmekte; “irade emaneti!”

En yaygın olduğu alan da siyaset! Örneğin milletvekili diye seçtiklerimizin, gerçekte milletin değil “liderlerinin vekili” konumunda olduklarını, iradelerini de büyük ölçüde patronlarına emanet ettikleri ya da patronlarının iradelerine vekillik ettiklerini görmemek mümkün değil.

Bu konuda muhafazakar ve sağcı partilerin duruşu çok daha katı ama örneğin CHP’nin de bundan muaf olduğunu düşünmek zor. Cumhurbaşkanlığı ya da Ankara Belediye Başkanlığı için öngörülen adaylar, benimsenen liberal ya da muhafazakar politikalar, dokunulmazlıkların kaldırılması gibi birçok konuda Kılıçdaroğlu’ndan farklı düşünen partililer olduğunu bilmeyen yok; ama...

Yine de, şu veya bu nedenle CHP’de zaman zaman özgür irade çıkışları görülürken, sağ partiler açısından Patrona ters düşmek diye bir duruşa rastlamak zor. Belki, toplumun muhafazakar, ataerkil, hiyerarşik yapılanma gibi sosyo-kültürel yapılanmanın bu partiler içinde daha içselleştirilmiş olduğu ve benimsenen dava ya da ideoloji açısından irade emanetinin büyük sorun edilmediği gibi nedenlere bağlayabiliriz bu durumu; araştırmak gerek. “Bal tutan parmak yalar” misali bunun nimetleri de görüldüğünden “irade emaneti” sorun olmaktan çıkıyor da olabilir!

Ancak, nedenleri ne olursa olsun, sonucun, millet adına irade kaybı, patron adına ise emanet edilmiş iradelerle büyüyen bir güç yoğunlaşması olduğu ortada

Onun için MHP içinde Bahçeli’nin, ya da AKP içinde Erdoğan’ın iradesi büyüdükçe büyür ve tartışılmaz hale gelir. Tartışmak bir yana, bu güç övgüyle anılır. Kendi görüşünü ortaya sürmeye kalkışanlar ise, ancak “fitneci” olurlar!

Oysa bu anlayış içinde, birlikte yola çıkılan arkadaşlar bile gün gelir dışarda kalır; sıranın kime geleceğini de bilemezsiniz! Bugün AKP’yi kuran ve bugüne getirenlerden kimse yok; hepsi kenara çekilmiş durumdalar.

Bugün sıra Davutoğlu’na gelmiş durumda. Daha 1, 5 yıl kadar önce Erdoğan’ın kendi iradesiyle genel başkan seçilmesini sağladığı Davutoğlu artık yok. Seçim kaybetmeyip başbakanlık koltuğuna oturmuş ve seçimlerden ancak altı ay geçmiş; bu dönem içinde atamalardan politik kararlara kadar itaatkar bir yardımcı rolü üstlenmeyi, hatta bu konumuyla alay edilmesini kabullenmiş; bir bakıma başkanlık dayatmasının fiilen hayat bulmasına katkı sağlamış biri... Yine de, “ne yaptıysa yaranamamış!”

Ve, Davutoğlu’nun genel başkan yardımcılığını üstlenen birisi şimdi “bayrak yarışından “ söz ediyor; bir başkası “olağanüstü gibi görünen durumun olağanlığından” söz ediyor. ACI!

Acı olduğu kadar, utanç verici! Örneğin bugün olanlar, bu kadar emanetle şişen egolardan kimse için pek hayırhah sonuçlar çıkmayacağını göstermesi açısından oldukça değerli! Tabi anlayana!

Sonuçta, “Tek adamlık”, büyük ölçüde, “Sadakat Beratı” almak adına iradelerini emaneti eden AKP’lilerin eseri desek yanlış mı olur!