Türkiye’de “siyasetin gerçeği ne” diye sorsak, birçok şey söylenebilir ama bunlar arasında “popülizmin kaçınılmazlığı” gibi bir yanıt anlamlı olur. Bugün gelinen noktada ise siyaseti popülizmle tanımlamak yetmez; olağandışılığın olağanlaşması gibi, gerçek-ötesine de gerçeklik kazandırılmaya çalışılmakta!… Biliyoruz ki, popülizmi, bizim gibi ülkelerde küresel ve toplumsal gerçeklerin kaçınılmaz sonucu olarak düşünmek mümkün. Modernleşme ve kalkınma çabasındaki her […]

Türkiye’de “siyasetin gerçeği ne” diye sorsak, birçok şey söylenebilir ama bunlar arasında “popülizmin kaçınılmazlığı” gibi bir yanıt anlamlı olur. Bugün gelinen noktada ise siyaseti popülizmle tanımlamak yetmez; olağandışılığın olağanlaşması gibi, gerçek-ötesine de gerçeklik kazandırılmaya çalışılmakta!…

Biliyoruz ki, popülizmi, bizim gibi ülkelerde küresel ve toplumsal gerçeklerin kaçınılmaz sonucu olarak düşünmek mümkün. Modernleşme ve kalkınma çabasındaki her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal dinamikler, demokrasi deneyimi ve ekonomik gelişmişlik gibi demokrasiyi işler kılacak birçok koşul yetersiz. Örneğin sivil toplum” diye devlete karşı söz sahibi olması beklenen ve demokrasilerin bel kemiği sayılan “toplumsal bilinç ve güç” bu ülkelerde ya yoktur ya da çok zayıftır. En başta emeğin dağınıklığı ve sınıfsal bilince dayalı bir siyasallaşmadan uzaklığı söz konusu.

Popülizm ise, halkın karşısına çıkıp gerçeklerden söz etmektense umut dolu vaatlerle duygulara hitap etmeyi, böylece hem kendini ve temsil ettiği safları saklamayı hem arzuları ve umutları beslemeyi mümkün kılar…

Küresel kapitalizm ve neo-liberal politikalar sonrasında popülizmin daha da kaçınılmaz olduğu, gelişmiş ülkeleri bile sardığı da söylenebilir. Ulus devletin küresel piyasayı ve sermayeden yana politikalarını güçlendirmekten başka bir çaresi de, politikası da kalmamıştır. Sosyal devlet de rafa kalktığından umut ve vaatlere ayrılan yer de daralmaktadır.

Bunun sonucunda hemen her ülkede demokrasiyle ilgili hayal kırıklıklarının arttığı biliniyor. Ne yazık ki, sistem kendini değiştirmektense, yeni zebanileri ortaya salmayı tercih ettiğinden günümüzde popülizmin korkular ve günah keçileriyle, “gerçek-ötesi” söylemlerle daha büyüdüğünü söylemek mümkün..

Kuşkusuz “gerçek nedir, gerçek-ötesi nedir” gibi bir soru da sorulabilir. Bu soruya, ancak, “her siyasal düşünce ve her iktidarın kendi gerçekliğini inşa çabası içinde olduğu” gibi bir yanıt vermek mümkün. Küresel sistem, piyasa ekonomisi, demokrasi, özgürlük kılıfı altında kapitalizmden başka bir alternatifin olmadığı yolunda bir inancı inşa etmeye uğraşırken, Türkiye’deki iktidar da yine demokrasi kılıfı altında kendi iktidarı ve siyasal İslam’ın gerçekliğini inşa etmeye çabalamakta…

Bu nedenle ABD Venezuela’da savaş çıkartmayı göze alırken, bu ülkede beka korkusu yaratılmaya çalışılmakta.

Ne yazık ki, Türkiye’de iktidarın kendi gerçekliğini inşa çabası, Türkiye’yi demokrasi, hukuk devleti, erkler ayrılığı, insan hak ve özgürlükleri, laiklik gibi modern devlete dair değerlerden uzaklaştırmak anlamını taşıyor. Buna karşı büyüyen kaygıları yatıştırmak, en azından kendi safını bir arada tutmak korumak için de yalana ve hakikatleri çarpıtmaya daha çok ihtiyaç duyulmakta. Hem otoritesini sağlamlaştırma ve davasını sürdürme kaygısı hem iktidardan olma korkusu hem de 17 yıllık iktidarları sonrasında umutlar ve vaatlere pek yer kalmadığından gerçek-ötesi söylemelere sarılmaktan başka yol kalmamış görünüyor.

Bu uğurda neler yapılmıyor ki!… Bir yandan 17 yıllık iktidarlarında betonlaşan şehirleri muhalefet gibi ele alıp eleştirmek, öte yandan süt liman ülkede “Beka” korkusu yaratmak; bir yandan aydınları, gazetecileri terörü desteklemekle suçlayarak susturmak, öte yandan Kabataş yalanından “kadınlar ezanı ıslıkladılar” düzmecesine kadar dindar kesimleri kışkırtmak; bir yandan büyüme masallarına devam etmek, öte yanda “varlık kuyruklarından” söz etmek!…

Kısacası yeni Türkiye’yi inşa sürecinde sahte habere, çarpıtılmış gerçeklere batmış durumdayız; en büyük araçları da gerçekleri ortaya çıkarması gereken medya!…