Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü’nde sözcüklerin dışlayan, inciten, yaralayan kudreti ve belleklerde, hayatlarda bıraktığı o silinmez izler çeşitli hikâyelerle, anektodlarla anlatılırken; bir iktidar aracı olarak dil sorgulanıyor

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

TÜREY KÖSE Gazeteci, Yazar

Raşel Meseri ve Aylin Kuryel’in derlediği Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü, yüzyıllara yayılan geniş bir tarihsel zaman diliminde hayatlarla yazılmış, içinden nice romanlar geçen bir sözlük. “Sözlük” ifadesi okuru yanıltmasın, bu bildiğiniz sözlükler gibi değil! Resmi tarih, resmi görüş, resmi sözlük bazen yalan ve -evet her zaman- “eksik” söyler. Sözcüklerin bir “resmi” anlamı vardır; bir de hayatlardan geçen, hayatlarla ödenen, hayatlarla yazılan karşılığı. Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü’nde her sözcüğün altında aktarılan deneyimler, anılar, algılar, anımsamalar, çağrışımlar okuru hem tarihle hem de sözcüklerin yaygın, yerleşik, egemen kullanımıyla yüzleşmeye çağırıyor.

Kitabı Raşel Meseri ve Aylin Kuryel derlemiş ama uzun bir “katkıda bulunanlar” listesi var. Yazarların adlarının yazdıkları maddelerin altında yer almaması, anonim kalması tercih edilmiş. “Yazarın kişisel deneyiminden ziyade, tüm deneyimlerin bir araya gelerek ortaya çıkardıkları harita ve örüntülere vurgu yapma” isteği ve bir de “bazı deneyimlerin anonim olarak daha rahat aktarılabileceği” düşüncesiyle. Madde başlıklarının altında Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde yer alan tanımlar yer alıyor ve arkasından “deneyim” olarak karşılığı. Örneğin; “reyhan” sadece bildiğiniz bir bitki anlamına gelmiyor bu sözlükte. 1970’lerde bir sosyalist parti içinde yer alan bir Yahudi kadın, “Raşel” olan adını verili kimliğini görünmez kılmak için “Reyhan” diye Türkçeleştirir. Gerçek adını bilen bir partili kadın arkadaşı buna karşı çıkar, bir süre sonra asıl adına döner ve “reyhan” da “yeniden bir şarkıya ve hoş kokulu bir bitkiye” dönüşür. “Yahudi dölü” “Korkak Yahudi” küfürlerini duyarak büyüyen, istediği kadar ateist, sosyalist olsun İsrail’in politikalarından sorumlu tutulan Yahudiler için bazı sözcükler yaşadıkları toplumun çoğunluğundan farklı algı, anı ve çağrışımlarla dolu.

İnsanlığın en büyük dramlarının hikâyesi göçlerde yazılmış. Kitapta “Göç” başlığı altında İzmir’de nüfusu yeniden şekillendiren 15. yüzyıldaki kitlesel göç özetleniyor. 1492 Elhamra Kararnamesi ile İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir bölümü İzmir’e göçer. İkinci Dünya Savaşı’nda bu kez Almanya’dan trajik bir göçe maruz kalan Yahudiler, 1948’de İsrail devleti kurulunca bir kez daha yollara düşecektir. Bu göçlerle yazılan tarih bir Yahudi’nin hayat hikâyesinde nasıl yer bulur? Olmadık bir yerde nasıl ortaya çıkar? Örneğin “şifre” sözcüğünde:

“Türkiye’de Yahudi olmak denince aklıma ilk gelen 1492 oluyor nedense. O kadar ki, bir zamanlar tüm banka şifrelerim 1492 ile başlardı. Neredeyse 600 yıl sonra hala 1492! Sanıyorum İspanya’dan kovulmuş Yahudi olmak kadar Türkiyeli Yahudi olmakla da ilgili bu. Osmanlı topraklarına kabul edilmiş olmanın minnetini hep hatırlayan ve bunun hep hatırlatıldığı bir cemaate ait olmakla ilgili belki de.”

Kitapta Sefarad Yahudilerinden önce bu topraklardaki Yahudi varlığını “Romaniot” maddesinde okuyoruz. “Bizans topraklarında yaşayan Yahudilere” bu ismin verildiği, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Romaniotların da kentte olduğu aktarılıyor.

Celal İnce, Dario Moreno, boyoz, borekitas…
“Deneyim” sözlüğü yaşadığınız kente bakışınızı değiştiriyor, zenginleştiriyor. İzmir sokaklarında, Mithatpaşa, Karataş, Asansör, Tilkilik, Alsancak, Kemeraltı Havra sokağında çoğu kez farkedilmeden geçilen Yahudi kültürünün izlerini görünür kılıyor. Yemekler, adetler, deyimler anekdotlar, hikâyelerle bu kültürün izleri belleklerde canlandırılıyor. Bu arada, kentin sembolleri arasında anılan boyozun Sefarad geleneğinde Şabat sofrası için hazırlandığı ve ilk kez İzmir’de ticari olarak üretilmeye başladığını aktarmadan olmaz. 1942’de içinde yeğeninin de bulunduğu Struma gemisine gönderilmek üzere hazırladığı “borekitas”lar gemiye yiyecek sokulmadığı için geri dönen Tiya Recina’nın gözyaşları bir başka dokunaklı sözlük maddesinde anlatılıyor.

Bu sözlükte “Celal İnce” madde başlığı da var, “Dario Moreno” da. Nasıl olmasın? Tangocu Celal İnce’nin 1950’li yıllarda Konak Vapur İskelesi’nin üst katında bulunan Deniz Gazinosu’nda sahneye çıktığı danslı çay partileri İzmir Yahudilerinin anılarında. “Türkiye’de doğup büyümüş bir Sefarad Yahudisi” olan Dario Moreno’nun adı bugün Asansör’de yaşatılıyor. “İzmir, tatlı ve sevgili şehrim; bir gün şayet senden uzakta ölürsem, beni sana getirsinler, fakat mezarıma götürürlerken ‘öldü’ demesinler, ‘Uyuyor’ desinler, koynunda tatlı İzmir’in” diye vasiyet eden İzmirli şarkıcının bu vasiyetinin yerine getirilmediği biliniyor. Annesi Roza Hanım’ın talimatıyla İsrail’in Holon kentine gömülmüş.

“Müzik” sözcüğü altında 1492 Elhamra Kararnamesi ilan edildikten sonra başta Yahudiler olmak üzere Hristiyan olmayan tüm unsurlar dünyanın her yanına dağılınca Osmanlıların Sefaradlarla tanıştığı anlatılıyor. Sefaradlar dünyanın her yerinde karşılaştıkları kültürle kaynaşıp ilahilerini yeniden yaratırken, bu madde “Saba makamını kilisede, camide ve sinagogda aynı şekilde duymak bende kuşku uyandırıyor: Aslında aynı Tanrı’ya sesleniyor olmayalım?” sorusuyla bitiyor.

“Ecnebi”, “Anavatan”, “Turkanoz”
Yaşadığınız topraklara geleli 500 yıldan fazla da olsa, kimliğinizde “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” da yazsa hep “Nerelisiniz” sorusuyla karşılaşmak azınlık olmanın yorucu, yıpratıcı, yıldırıcı kaderi olmalı. Yahudilerin en sık karşılarına çıkan sözcüklerden biri olan “Ecnebi”nin bu sözlükteki karşılığına bakalım:

“Yahudi olan nişanlım askerlik hizmetini sakıncalı kuradan çekip Sarıkamış’ta yapıyordu. O zamanlar evde telefon yoktu. Kendisine telefon açmak için postaneye gitmiştim. PTT memuresine nişanlımın adını verdiğimde yüzüme uzun uzun baktı. Ardından ‘Hanımefendi telefon bağlatmak istediğiniz insan ‘ejnebi’, ne işi var askerde’ diye şaşkınlıkla sordu.”
“Anavatan” maddesinde İsrail’e göçen bir ailenin hikâyesi, vatan/sıla, memleket/gurbet kavramları üzerinde yürek burkan parantezler açıyor. İsrail’e bir türlü alışamayan ve ölüm döşeğinde “Beni İzmir’e gömeceksiniz” diye vasiyet eden babanın hikâyesi, “Turkanoz” maddesinde anlatılan hasretle bütünleşiyor. Bu, “Türkiye’den gelen” anlamında kullanılan Ladino bir sözcükmüş. İsrail’e göçenlerin İzmir hasreti hiç dinmemiş. “Turkanoz” maddesinde “Her fırsatta Türkiye’den ıhlamur, kekik suyu, kahve, helva, havyar, badem, gül suyu, sakız, kuru incir, nazar boncukları, nazar tütsüsü, sedef tohumu, sinameki, hamam otu, şile bezi, tülbent, Zeki Müren plakları, sonraları Ajda videoları gibi şeyler sipariş ederlerdi. Hatta hocalardan muska, pazardan çiğ kadayıf yahut yufka bile fısıldadıkları olurdu. Bunların hepsi gönderilirdi elden geldiğince.” diye anlatılıyor hasretleri. Kitapta her sözcüğün altına yazılanlar “Sahi anavatan neresidir”, “Memleket neresidir” diye bir kez daha sorduruyor.
Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü’nde sözcüklerin dışlayan, inciten, yaralayan kudreti ve belleklerde, hayatlarda bıraktığı o silinmez izler çeşitli hikayelerle, anektodlarla anlatılırken; bir iktidar aracı olarak dil sorgulanıyor. Sözcüklerin “resmi” karşılıklarının arkasında saklı ima, çağrışım ve önyargıları yansıtan deneyim ve anılarla anlamlar sahicileşiyor.