Türkiye’den de yolu geçen bir bilim göçebesi: Hans Reichenbach

Doğukan Demircioğlu

20 yy. başı felsefi açıdan hayli hareketli sayılabilecek bir dönemdi. Önceki yüzyılın sonunda başgösteren ve 20 yy.’da devam eden fizikteki ve formal bilimlerdeki (mantık ve matematik) gelişmeler, yeni bir felsefi oluşumun başlangıcını hazırlıyordu: Viyana Çevresi’nin. Bu çevrenin tutkulu hedeflerinden bazısı, yukarıda bahsi geçen bilimlerdeki gelişmeler ışığında felsefeyi bilimsel kılmak, bilimsel üretimin mekanizmasını ve mantığını aydınlatmaktı.

Çevre, her ne kadar Viyana’da kurulup üyelerini ağırlıklı olarak buradan sağlasa da Reichenbach gibi önemli bilim insanı-filozoflar dışarıdan önemli katkılarını sürdürüyordu. Reichenbach organik olarak Berlin Çevresi’nde entelektüel faaliyet gösteriyordu. Bu dönemlerde Reichenbach olasılık teorisinden, kuantum mekaniğine, tümevarım yönteminin geliştirilmesinden, olasılıksal akıl yürütmeye kadar pek çok konuda kalem oynattı. Ancak, ben özellikle 1938’de bilimsel üretim söz konusu olduğunda yaptığı bir ayrımı konu edinmek istiyorum: Bilimsel keşif bağlamı ve bilimsel gerekçelendirme bağlamı.

Bilimsel ilerlemeyle birlikte, bilimi diğer uğraşlardan teorik olarak ayırmanın gereksinimi şiddetleniyordu. Bilimsel uğraşı, diğer insani uğraşlardan ayıran bir yöntemin çerçevesi çizilmeye çalışılıyordu. Bu yöntem sayesinde bilim; diğer uğraşlardan rasyonel, yani nesnel olması bakımından ayrılıyordu. Kimi bilim insanları, bilim filozofları bu yöntemin tümevarımsal olduğunu iddia ediyordu. Yani bilim insanı; ilkin dışarı çıkıp gözlem yapmalı, veri toplamalı, bu verilerden genellemelerle teori oluşturmalı, sonrasında bu teoriyi sınayıp dışarıda olan bitenleri de tahmin etmeliydi (öndeyilemeliydi.) Bunu savunanlardan biri de Reichenbach’tı. Ancak Reincehbach bu yöntemi matematiksel ve olasılıksal bir açıklamayla geliştirmeye çalışıyordu.

Diğer bir eğilim, bilimsel yöntemin tümdengelimsel olduğunu iddia ediyordu. Bu görüş söz konusu olduğunda; ilkin hipotezler ileri sürülmeli, bunlar yanlışlanmaya çalışılmalı; o an için yanlışlanamayan hipotezler, teoriler olarak bilimsel üretimde yerini almalıydı. Bu iki yaklaşım bilimi rasyonel bir uğraş olarak bellese de ilki bilimsel üretimi daha mekanistik; ikincisi daha ‘yaratıcı’, ‘sanatsal’ bir edim olarak görüyordu. Misal Reichenbach ilk eğilimin, Popper ikinci eğilimin en önemli savunucularından biriydi.

Takiben Reichenbach bilimin tamamen mekanistik, rasyonel bir uğraş olduğunu göstermek için kavramsal bir ayrımı ileri sürdü. Ona göre, bilimsel üretim söz konusu olduğunda, bu üretimin hem tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığından hem de metodolojik olarak nasıl ortaya çıktığından bahsetmeliydik. İlkini bilimsel keşfin bağlamı, ikincisini bilimsel gerekçelendirmenin bağlamı olarak adlandırdı. Reichenbach için keşfin bağlamı çok önemli değildi; çünkü bu kısım öznel, tarihsel, psikolojikti. Dolayısıyla bilimin nasıl yapılacağıyla ilgili değildi. Bilimsel üretimle iligili tek kısım, teorileri nasıl gerekçelendirdiğimizdi. Yani, Reinhanbach’ın rasyonel olarak andığı taraf, bilimsel üretim söz konusu olduğunda esas öneme sahipti.

Bilim tarihinde bunun meşhur bir örneği vardır. Organik kimyacı Friedrich August Kekule; benzen molekülünün yapısının altıgeni yakınsadığını, bir gün rüyasında kuyruğunu ısırmaya çalışan bir yılan gördükten sonra keşfeder. Tabii sonrasında bunu bilimsel olarak ispat eder. Reinbach açısından Kekule’nin keşfindeki bu kişisel taraf bilimsel üretim açısından önemsizdir. Asıl önemli kısım, benzenin bu moleküler yapısının bilimsel olarak nasıl gerekçelendirildiğidir.

Misal Popper, Kuhn gibi önemli bilim filozofları Reinhanbach’ın ayrımını benimseyip bilimsel üretim söz konusu olduğunda birini diğerinden önemli görmediler. Ayrıca, bu tartışmalar, sonrasında bilimsel eğitimin nasıl olması gerektiği sorunsalını da etkiledi. Bilim eğitimi için teorik eğitim kadar bilim tarihi de önemli midir sorularının sorulmasına sebep oldu. Özetle; bu kadar küçük bir ayrım, bilimsel üretim ve bilim eğitimi hakkında derinlikli tartışmalara sebep oldu.