Yunanistan’ın ünlü tenorü Mario Frangoulis, 21’inci albümüyle dinleyiciyle buluştu. Türkiye’de kapalı gişe konserler veren Frangoulis, “Türkiye dinleyicisi sevgi, tutku ve gururla dolu” yorumunda bulunuyor.

Türkiye dinleyicisi sevgi ve tutku dolu

Öykü ÖZFIRAT

Türkiye’deki dinleyicinin de ilgisini çekmeyi başaran Yunanistan’ın ünlü tenorü Mario Frangoulis sadece bir müzisyen değil aynı zamanda aktör, besteci ve müzik prodüktörü. Sanatçı şimdi 21’inci albümü Blue Skies, An American Songbook’u müzikseverlerin beğenisine sundu. Atina Akropolisi’nin altında canlı kaydedilen albüm, Amerikan müzikal tarihinden şarkılar içeriyor.

Afrika’da doğup Yunanistan’da büyüyen Frangoulis, yeni albümünde Blue Skies, I’ve Got You Under My Skin, Sway gibi klasiklere de yer verdi. Mario Frangoulis ile albümünü konuştuk.


RÜYA GİBİ ALBÜM

Yeni albümünüz ‘Blue Skies- An American Songbook’u yayınladınız. Bu albümün genel oluşumunu ve havasını nasıl tanımlarsınız?

Bu kariyerimin rüya gibi albümlerinden biri oldu. Çocukluğumdan beri “New York New York”, “So in Love”, “Blue Skies” gibi harika şarkıları kaydetmeyi hayal ettim. Frank Sinatra ve Marlon Brando’yla, Judy Garland ve Liza Minelliy’le, Fred Astaire ve Ginger Rogers’la, o büyülü Hollywood filmlerini ve büyük Broadway şovlarını zenginleştiren o harika şarkıları hep söylemek istemişimdir. Amerika genelinde bu şarkılar artık bir geleneğe dönüşmüş durumda. Kutsal bir metin gibi değer görüyor. Bir nevi onların müzik İncili gibi. Ama Bernstein ya da Gershwin bilmek için illâ Amerikalı olmaya gerek yok. İlk olarak bestecilerin aklındakilerini ve karakterlerini anlamak için 8 aydan fazla bu albüm üzerine çalıştım. Dinleyip karar vermem gereken pek çok müzikal, caz standardı ya da şarkı vardı. Ella Fitzgerald, Dean Martin gibi çok sevdiğim isimleri dinledim bol bol. 200 şarkı arasından 30 parça seçtim. Kariyerim West End’de başladı. Sefiller, Operadaki Hayalet, Batı Yakası Hikayesi gibi efsane müzikallerde bu şarkıları seslendirdiğim için çok şanslıydım. Tiyatro ve müzikal kökenli bir aileden geliyorum. Bu nedenle çocukluğumda Hollywood filmlerindeki bu harika şarkıları dinleyerek geçti. Bu hit şarkıların tadını çıkararak büyüdüm diyebilirim. En son hatta Kevin Klein ve Asley Judd’ın başrollerinde olduğu De-Lovely adlı filmde Lara Fabian ile beraber ‘So in love’ adlı şarkıyı seslendirdim.

Bu albümde Bing Band Orkestra ve Tammy McCann ile çalıştınız. Albümün hazırlık sürecinden bahseder misiniz?
Bu albümün hazırlık süreci oldukça uzundu. Yaklaşık 2 yıl sürdü. Özellikle müziğin tarzını ve bestecilerin dinleyicilerine ne aktarmak istediğine çok yoğunlaştım. Bu da benim çok çalışmama ve çok şey öğrenmeme vesile oldu. Özellikle Amerikalı olmadığım için aksanımla beraber bu büyük sanatçıların kafalarındaki aktarmam benim oldukça hazırlık yapmamı gerektirdi.

Tammy McCann bir soprano, aynı zamandan çok özel bir şarkıcı. Newyork’ta Lincoln Center ve Carnegie Hall’da sahne almış nadir sanatçılardan birisi. Kendisi iyi bir caz sanatçısı ve Chicago’dan geldiği için de harika caz şarkılarına aşina olan Big Band Orkestrası ile de çok uyumlu. Umarım Türkiye’ye gelip kendisi ile Blue Skies-American Songbook’tan parçalar seslendirebiliriz. Hatta Türkiye’de çok iyi orkestralar olduğunu biliyorum. Keşke onlarla beraber bir konser planlayabilsek. Bizim harika bir işbirliği olur.

KÜLTÜRLERİMİZ BENZER

Türkiye’de dinleyicilerle yakın ilişkileriniz var. Türkiye’deki dinleyiciler müziğinizle gerçekten ilgileniyor. Bu bağlantı nereden geliyor?
Kültür olarak birbirimize inanılmaz benziyoruz. Çok benzer geleneklere sahibiz. Aileye, arkadaşlığa ve harika yemek pişirmeye inanıyoruz. Benim anneannem İstanbul’da yaşayan bir Rum’du. Bana İstanbul hakkında çok güzel, mutlu hikayeler anlatırdı. Elbet bazen bizi birbirimizden ayıran politik hikâyeler mevcut.

Bir sanatçı olarak elbette ki benim görevim bu dostluğu güçlü tutmak, birlikte sevgi dolu bir geleceğe arkadaşça devam edebilmek. Gerçekten çok benziyoruz. Ayrıca geçmişte İstanbul, Ankara, İzmir de çalışma fırsatı bulduğum ulusal ve filarmoni orkestralarınız var. Aspendos’daki festivalde ortak performans sergileyerek çalışma fırsatı bulduğum Feryal Türkoğlu ve Türkiye’de pek çok harika müzisyen, orkestra şefi ve opera sanatçıları ile sahne almanın büyük zevkini yaşadım. Türkiye’ye gelerek böyle performanslar sergilemek beni çok mutlu ediyor. Türk seyircisi sevgi, tutku ve gururla dolu. Bu bizi ülkeler ve insanlar olarak bir araya getiriyor.

Covid-19 sonrası dönem için planlarınız neler? Konser vermeyi özlediniz mi?
Şu anda planlarım mümkün olduğunca çok miktarda canlı konserler verebilmek. Zaten halihazırda şu ana kadar 2 konser verdim. Yaz ayları boyunca 10 konserim daha var. Ardından 12 Ekim’den Aralık sonuna kadar da efsanevi şarkıcı Marinella ile 20 konser daha vereceğiz. Bu sebeple hem gururlu hem mutlu hem de pozitifim.

2022’de Türkiye’yi ziyaret etmeyi ve bir kez daha kültürler ve dostluklar olarak sevgimizi yeniden birleştirmeyi umuyorum.

Türkiye’den herhangi bir müzisyen dinliyor musunuz?
Fazıl Say çok takdir ettiğim büyük bir besteci ve piyanist. Elbette hem müzisyen hem de gerçek bir barış elçisi olarak benim için bir kahraman olan Zülfü Livaneli’yi dinliyorum.