Milyonlarca insanın, milyonlarca işçinin yaşamı tehlikede. Can pazarındayız. Üretim azalsa ne olur? Siparişler gecikse ne olur? Kârlar düşse ne olur? Bugün insanların sağlığını korumak ve geçimini sağlamak dışında her şey teferruattır

“Türkiye evde kalsın” ama işçiler ölsün mü?

Covid-19 ile mücadelenin en etkin yolunun evde kalmak ve teması kesmek olduğu ısrarla ve ısrarla söyleniyor. Dünya Sağlık Örgütü söylüyor, Bilim Kurulu söylüyor, bilim insanları söylüyor, Sağlık Bakanı söylüyor. Gazeteler söylüyor, televizyonlar söylüyor, sağlık meslek örgütleri söylüyor, muhalefet partileri söylüyor. Herkes hemfikir: Evde kalmak tek çözüm. Aklın ve bilimin gösterdiği çözüm bu. Kesinlikle evde kalmak!

Fakat aklın ve bilimin bu yegâne çözümü işçiler söz konusu olunca bir kenara itiliyor. Eğer evde kalmak yegâne çözüm ise bunun mantıksal sonucu zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi dışında işlerin salgın süresince durdurulmasıdır. İşçiler servislerle işe gidiyor. Toplu taşınma araçları kullanıyor. Fabrikalarda, tezgâhlarda, bürolarda, yemekhanelerde bir aradalar. Milyonlarca işçi işe giderken Türkiye nasıl evde kalacak?

COVİD-19 İLE MÜCADELENİN SINIFSAL YÜZÜ

Zorunlu ve acil işler nelerdir? Sağlık hizmetleri, cenaze ve defin işleri, gıda ve zorunlu ihtiyaçların üretimi, dağıtımı ve satışı. Elektrik, doğal gaz ve su temini. Bunlara en fazla birkaç kalem daha eklenebilir. Ama salgında inşaatlar neden çalışsın? Madenlerde çalışma neden sürüyor? Bir izahı var mı? Temel ihtiyaç üretmeyen imalat sanayi neden çalışsın? Salgında buzdolabı, televizyon ve çamaşır makinesi üretimine gerek var mı? Zorunlu olmayan malların kargoyla dağıtımı neden yapılsın? İnsanlar bir süre ayakkabı ve elbise satın almazlarsa ölürler mi?

Covid-19 ile alınan önlemlerin pek çoğundan sınıf şımarıklığı ve sınıfsal tercihler akıyor. Covid-19 ile mücadele giderek daha fazla sınıfsal karakter arz ediyor. Varlıklı sınıflar ve geliri olanlar evde kalabilirken, işgücünden başka tutunacak dalı olmayanlar işe gitmek zorunda. Evde kal çağrısı adeta “işçiler hariç evde kalın” haline geldi. İşçiler hasta olmaz mı? Virüs onlara bulaşmaz mı? Onlar eşit yurttaşlar değil mi?

Covid-19 ırk, dil, din, cinsiyet, milliyet ayırmıyor. Ama virüsle mücadelede ve virüsten korunmada açık bir sınıfsal ayrımcılık olduğunu gizlemek mümkün mü? Eğer Covid-19 ile mücadelede sınıf ayrımcılığı olmasaydı yapılacak şey basitti. Zorunlu ve acil işler dışında tüm işleri durdurmak ve işleri ve gelirleri devlet güvencesine almak.

Oysa bunun tam tersi yapılıyor. Alınan her önlemde işçiler muaf tutuluyor. Toplu taşımaya sıkı kurallar getiriliyor ama işçi servisleri muaf tutuluyor. Şehirlere giriş çıkışlar yasaklanıyor ama çalışanlar muaf tutuluyor. Ciddi ve yakın tehlikenin varlığı durumunda işçilerin çalışmaktan kaçınma hakkı engelleniyor. Valilik eylem yasağı getiriyor, işveren çalışmaktan kaçınan işçiyi işten atmakla tehdit ediyor, işçinin üzerine yürüyor.

GENÇ İŞÇİLER ÖLEBİLİR!

Covid-19 ile mücadelede 65 yaş üstü yurttaşlar için sokağa çıkma yasağı gelmişti. Ardından 20 yaş altına da geldi. Bunlar yetersiz ama yerinde önlemler. Ancak 20 yaş altına sokağa yasağından 24 saat sonra 18-20 yaş arası çalışanların bu yasaktan muaf oldukları, yani işe gidebilecekleri açıklandı. 20 yaş altında toplan çalışan sayısı 1 milyon 531 bin. Bunların 720 bini 17 yaş ve altı çalışan çocuk işçiler. Geriye 831 bin genç işçi kalıyor. İşte 811 bin genç işçi virüsle baş başa işe gidecek. Bu kararı alanlar 18 yaşındaki çocuğunu virüsle baş başa işe gönderiyor mu? İnsaf diyorum, izan diyorum, vicdan diyorum!

20 yaş altı genç işçilere birkaç milyar lira devlet desteği vermek yerine onları virüsle baş başa, karın tokluğuna işe yollamak nasıl bir zihniyet! Oysa bu genç işçilere üç ay boyunca asgari ücret desteği sağlansaydı 5,5 milyar TL yeterdi. 811 bin gence 5,5 milyar TL ödemek yerine onları ölümüne çalışmaya göndermek nasıl bir zihniyet. İpini koparmış kapitalizm bundan iyi anlatılamazdı.

Covid-19 kapitalizmin üstündeki kirli ve riyakâr örtüyü kaldırıp attı. Yönetim Kurulu toplantılarını dahi video konferansla yapan, denize nazır yalıları önünde kondisyon bisikleti üstünden “evde kal” çağrısı yapanlar, sıra işçilere gelince “üretim ve hizmet kapasitemizi koruyarak üretmeye devam” diyorlar.

AZ ÜRETSENİZ NE OLUR!

Başını TOBB’un çektiği ve çoğunlukla işveren örgütlerinden oluşan ama aralarında Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen ve Kamu-Sen’in de bulunduğu 29 STK ortak bildiri yayımladı. Bildirinin en vahim cümlesi kamuoyunun dikkatinden kaçtı. Kötü bir Türkçe ile yazılan bildiride şöyle dediler: "Üretim ve hizmet kapasitemizi koruyarak üretmeye devam etmek.” Kısaca "Türkiye evde kalsın ama işçiler çalışsın" diyorlar. İşverenler açık bir sınıfsal tercih yapıyor. “İşçiler çalışsın, üretim kapasitemizi koruyalım” diyorlar.

Anlaşılmayan sendikalara ne oluyor? Bu cümleyi okumadınız mı? Okuduysanız ne anlama geldiğini anlamadınız mı? Salgın koşullarında üretim ve hizmet kapasitemizi korumak ne demek? Bunun “üretim devam etsin, ölen ölür kalan sağlar bizimdir” demek olduğu açık değil mi?

Asıl anlaşılmaz olanı şu: Türk-İş, DİSK ve Hak-İş birkaç gün önce “işten çıkarma yasaklansın, zorunlu-acil işler dışında üretim ve hizmet durdurulsun ve işin durması halinde işsizlik sigortası fonu kaynakları kullanılsın” gibi üç ortak talepte mutabık kalmıştı. DİSK ve Türk-İş bu üç talebi de kamuoyuna açıkladı. Hak-İş son anda zorunlu-acil işler dışında işlerin durdurulması talebini kamuoyuna açıklamadı. Mutabakata uymadı.

Dahası Türk-İş ve Hak-İş işveren örgütlerinin talepleri doğrultusunda "üretim ve hizmet kapasitemizi koruyarak üretmeye devam” dedi. Bunun işçilerin ölüm fermanı olduğunun farkında mısınız? Salgın süresince üretim ve hizmet kapasitesi korunmasa ne olur? Daha az üretilse ne olur?

Milyonlarca insanın, milyonlarca işçinin yaşamı tehlikede. Can pazarındayız. Üretim azalsa ne olur? Hizmet yavaşlasa ne olur? Siparişler gecikse ne olur? Kârlar düşse ne olur? Enflasyon artsa ne olur? Bütçe açık verse ne olur?

Esas olan halkın sağlığını, çalışanların ve hanelerin yaşamını güvence altına almaktır.

Tekrar ve tekrar edelim. İş işten geçmeden,

Zorunlu ve acil mal ve üretimi dışındaki bütün işler tatil edilmeli, evde kalınmalıdır.

İşten çıkarma yasağı getirmelidir.

Salgın nedeniyle iş ve gelir kaybına uğrayanların geçimi devletçe sağlanmalıdır.

Bugün insanların sağlığını korumak ve geçimini sağlamak dışında her şey teferruattır.