Çok az toplum vardır bizim gibi; kendi okumuş, eli iş tutmuş ve toplumda kritik yerlerde bulunan insanların o toplumdan esaslı bir şekilde yabancılaşması, hatta kendilerine bir yaşam kurmak için orta yaştaki orta sınıfın başka ülkelere gidip hayata yeniden başlamayı göze alması!

Toplumsal memnuniyetsizlik tavan yapmış durumda. Aynı zamanda son 35 yıllık dönemin özeti de şu: İktidardaki sefil insanlar toplumun kendisinden ileri derecede şikâyetçi ve toplumun en eğitimsiz ve daha da önemlisi üretken yaşamla sınırlı insanlarının desteğini alarak, o toplumun geçmişine ve eğitimli kesimlerine hücum yapması…

Ender bu durumlardan birisi Nazi döneminde yaşanmıştı.

Çok ilginç özellikler gösterir Nazi toplumu.

Mesela üniversite reformu saçmalığında, kendi akademisyenlerini Yahudi diye ülkeden kovdular, gitmeyenleri de ölümle tehdit ettiler.

Mesela eleştirel aklı bölücü diye, düşünmeye ve sorgulamaya ve tabii ki en önemlisi de eleştiriye saldırdılar, bunları da Yahudi Aklı ve Davranışı olarak adlandırdılar, sonuçta kitapları, resimleri ve her türlü uzmanlık, estetik ve akıl gerektiren ürüne saldırdılar. Toplumun üretimi özellikle makineleşmeye, hatta daha da ötesinde savaş araçları üretmeye yoğunlaştı.

Bugün Türkiye’de siyasi iktidarın Yahudileri yok, yani eleştirel ve sorgulayan aklı, tek bir ortak isim altında toplayacak, onları tek bir adla toptan mahkûm edecek bir aracı yok, onun yerine olur olmadık her şeye saçma sapan bir davranışla, CeHaPe zihniyeti adını veriyorlar, o da komik. Çünkü geçmişe gittiğimizde, CHP yıkılan, teslim olmuş ve hatta ordusu dağıtılmış bir ülkede bir İstiklal Savaşı’na öncülük etmiş, dışa bağımlı ülkeden bağımsız bir devlet kurdu. Şaşıracaksınız ama şunu unutmayın bütün bir Latin Amerika Devrimci Hareketi Atatürk’ün önderliğindeki bu antiemperyalist mücadeleyi, bağımsızlaşma çabasını yaklaşık yüz yıldır kendi öncüleri olarak görüyor. Mesela Küba’nın uluslararası söyleminde Atatürk hep olumlu anılır. Bu bütün Latin Amerika için geçerlidir.

CHP’ye karşı çıkartılan, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve ANAP ve bugün de AKP’nin ise ne aralarında bir tutarlılık ne de bu ülke için bir çivi çakmışlıkları vardır: bütün bu sağ partiler zinciri, Türkiye’yi çok daha bağımlı hale getirdi ve her birinin sonu da büyük bir iktisadi krizle şiddetli oldu. Bugün Türkiye yeni bir iktisadi krizin içinde. Yaşadığımız bir dizi korkunç şeylerin ardında, çok net olarak kendini hissettiren ekonomik krizin siyasi bir krize dönüşmesi yatıyor. Ne olacaktı ki? 2008 dünya ekonomik krizinden biz ucuz bir şekilde yırttık, çünkü büyük oranda finansal bir krizdi bu, ama Türkiye o krizi 1999 ve 2001 yıllarında en ağır şekilde yaşamış ve ardından büyük finansal yeniden yapılanma ile yeni bir rotaya girmişti. Ama dünya krizini yok sayabilmek mümkün değil, onun yerine biz “büyük ve kaynağı belirsiz nakit para girişi” ile krizi erteledik ve bugünlerde o krizi tecrübe ediyoruz.

Peki, sinemamız ne yapıyor?

Onun en net tavrı şu: Toplumsal olarak filmlerin merkezinde üretici sınıflar yok. Genel olarak üretici olmayan ya da vasıfsız insanların dramı (?) perdeye aktarılıyor. Dolayısıyla yaşamın kendisi ıskalanmış durumda. En afili olanlarından Kış Uykusu filminde temel karakterler (abla, erkek kardeş ve onun karısı) tuzu kuru ve rantiyecilerdi, sonuçta aklı başında kimse o filmdeki para yakma olayını ne gerçekçi ne de bu topluma özgü görür. Bu toplum, kendinden kaçanların ülkesi, şimdi bir de buna ülkeden kaçanlar eklendi. İktidarımızdakilerin özelliği ise net: onlar, OLMAYAN MEYDANLARIN KAHRAMANLARI…

Sinemacılarımızın özelliği de net: Onlar ULUFE İLE YAPAY DRAM GÖSTERİSİ YAPAN, SAHTE ÖDÜL AVCISI…

Geriye ne kalıyor: Toplumun büyük oranda sanattan, kitaptan ve hatta toplumsal sorunlardan uzak durması, sanatın ve sanatçının derin yalnızlığı, sanatçılarımız halka ateşli nutuklar atmıyor artık, onlar evlerinde şöminenin üstünde duran ödül heykelciklerinden sergilerini her gün ziyaret etmenin hayaliyle, hayal tacirliği yapıyor.