Kısaca DİSK olarak telaffuz edilir ama tam adı Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’dur. Yani sonuna kadar yerli bir örgüttür. Aynı zamanda bir o kadar da enternasyonalist’tir. Uluslararası işçi hareketinin sağlam bir halkasını oluşturur.

Sadece Türkiye işçi sınıfı için değil, dünyanın en uzak köşelerinde meydana gelen bir hak ihlalini kendisine yapılmış gibi kabul eder. Dayanışma eylemleri örgütler, destekler, yardımlarda bulunur.

Bunlar kuru birer övgü değildir. Yaşanmış deneyimlerden ortaya çıkan sonuçlardır.

DİSK, dayanışma demektir.

Zaten bu görkemli örgütün kuruluşu da bir dayanışmaya dayanır. 1966’da Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası işçilerinin grevi bağlı olduğu Türk-İş tarafından desteklenmez. Aynı konfederasyon (Türk-İş) içindeki Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş, Zonguldak Maden-İş sendikaları Cam İşçileri Grevi’ne sahip çıkarlar. Grevin sahibi Kristal-İş’in yalnız bırakmazlar.

Bu beş sendikanın liderleri Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu ve Mehmet Alpdündar 13 Şubat 1967’de DİSK’i kurdular.

DİSK Türkiye’yi “sınıf sendikacılığı” ile tanıştırdı. Hızla gelişti.

İşverenlerin kucağında sendikacılık ile bir yere gidilemeyeceğini gösterdi. İşçiler de bu samimi tavrı gördüler. DİSK’e bağlı sendikalara geçmek için gözlerini budaktan esirgemediler. Bütün ülkeye gösterdiler ki;
DİSK Mücadele demektir!

Özellikle 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi sonrasında DİSK, önündeki bütün engelleri aşarak ilerledi. Sungurlar, Demirdöküm, Profilo direnişleri ile tarih yazdı. İlk kez alanlarda yapılan devasa 1 Mayıs kutlamaları, MESS grevleri, DGM Direnişleriyle nasıl hak alınacağını ve demokrasi mücadelesinin nasıl verileceğini gösterdi.

O yıllarda bir işçi işe girerken yakınları fabrikanın adından çok hangi sendikanın örgütlü olduğunu sorar olmuşlardı. Eğer işyerinde DİSK var ise ailede herkesin içi rahatlardı. Bilirlerdi ki patron vermese bile DİSK söke söke alır işçilerin haklarını…

DİSK kazanım demektir!

Türkiye’nin en umutlu dönemine denk gelen 1970’li yıllarda DİSK Başkanı Kemal Türkler, ülkedeki en önemli dört kişiden biri statüsüne sahipti. Başbakan, Ana Muhalefet Partisi Lideri, Genelkurmay Başkanı ve DİSK Başkanı…

Türkiye’nin bütününü ilgilendiren her gelişmede DİSK Başkanının mutlaka görüşüne başvurulurdu. Kemal Türkler ve onun arkasından gelen Abdullah Baştürk’ün ağzından çıkan her cümle işçilerin de görüşü olarak dikkate alınırdı. İşçi sınıfı DİSK ile topluma önderlik edebileceğini göstermişti. Aydınlar, sanatçılar, yazarlar, şairler, teknik elemanlar, hekimler, hukukçular DİSK’in etrafında onur halkaları oluşturmuşlardı.
DİSK toplumsal itibar demektir!

1980’e gelene kadar demokrasi konusunda DİSK Türkiye’nin önünü açan bir iş makinesi gibiydi. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde var olan pek çok demokratik işçi hakkı DİSK sayesinde gündeme geldi. Toplu sözleşmelerde sendikaların talepleri doğrultusunda hayata dahil oldu. İşyerlerine demokrasi girdi. İşveren yöneticileriyle işçi temsilcileri eşit olarak temsil edildikleri işyeri komiteleri oluşturuldu. İşçi sağlığı kavramı iş güvenliğiyle birlikte tartışılır hale geldi.

DİSK o kadar etkileyiciydi ki, onun mücadelesi üzerinden sanatçılar ürün verebiliyorlardı. Mesela değerli oyun yazarı Vasıf Öngören 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nden esinlenerek 1977’de “Zengin Mutfağı” adlı eşsiz oyununu yazmıştı. Oyun da şehir tiyatrolarında senelerce sahnelenmişti.

Büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca 1 Mayıs 1976 kutlamaları için DİSK üzerinden işçi sınıfına bir güzelleme yazmıştı:

“DİSK’in sesi bu
He hey de hey,
Susmaz kimse!

Grev mi yaptık,
He hey de hey hey,
Dönmez kimse!”

12 Eylül 1980’de demokrasiye ara veren askerler DİSK’i de en büyük tehlike olarak lanse ettiler. Tanklar, DİSK davasıyla işçi sınıfının üzerinden geçti. Kuran’dan ayetler okuyarak laiklik mücadelesi(!) yapan 12 Eylül generalleri, DİSK’in sağladığı demokratik alan genişliğini İslamcı akımlara tahsis ettiler. Fetullah Gülen konu hakkında “12 Eylül ve Milli Güvenlik Konseyi’ne müteşekkiriz” demesi bu yüzdendi.
Bütün imha çabalarına karşın 13 Şubat 1967’de kurulan DİSK 13 Şubat 2017’ye varabildi. Demokrasi mücadelesinden vazgeçmedi. Sadece işçi sınıfının değil bütün toplum kesimlerinin acil taleplerini gündemine aldı. Çıktığı yolda yarım yüzyılı geride bıraktı. Bu yüzden de Türkiye Devriminin gözbebeği olmayı hak ediyor. Mücadele geleneğiyle geleceğe uzanan köprü olma işlevini de sürdürüyor.
DİSK umut demektir!

***

‘HAYIR diyen hainler!’

Seçim dönemlerinde olağanüstü bir propaganda başarısı gösteren AKP, Anayasa Referandumu için epeyce tartışılacak bir yola saptı.

-Hayır diyenler haindir! Bayrak düşmanıdır!

Halbuki şimdiye kadar AKP’nin temel enstrümanı “mağduriyet” idi. Bütün mağdurlar AKP ile bu kadersizlikten kurtulacaklardı.

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu söylemi terk etti. Artık “mağduriyet” ile “ihaneti” yan yana getirdi.

Şimdi konu üzerinden devasa bir adım daha atıyor.

Kendisi gibi düşünmeyen herkesi “hain” ilan ediyor.

Bunun bir aşama sonrası AKP’li olmayanların “hain”liğine gelecektir.

Hepsi tamam… Da, referandum iki seçenekli bir halk oylamasıdır.

Zaten hazırlanan oy pusulalarında hem HAYIR hem de EVET bölümü var.

HAYIR diyenleri daha baştan “hain” ilan eden anlayış, referandumda sandıklardan “HAYIR” çıktığında bu sonucu kabul edecek mi?

HAYIR oylarına saygı gösterecek mi?

Gösterecekse bunu nasıl yapacak?

Referandum güvenliği, oylama sonuçları, hayır deme özgürlüğü konusunda topluma kim güvence verebilecek?

Anayasa değişikliği referandumu ülkenin nasıl bir çıkmaz sokağa girdiğini çok net olarak gösteriyor:

-Hayır diyen haindir!