“Aptal olma…” Ümmetçilikle başlayıp, milliyetçilikle süren operasyon iki kelimeyle bitti. Bunu: “Çocukların bazen kavga etmelerine izin vermeli, sonra aralarına girip ayırmalısınız” sözleri taçlandırdı. 8 gün sonra, ‘ara verilen’ ya da ateşkes sağlanan ‘Barış Pınarı’ ile ilgili temel ve kapsayıcı soru yanıt bekliyor: Gerçekte ne oldu?

Yaşamını yitiren sivilleri, iki taraftan sahada ölenleri, göç eden 200 bin insanı, Türkiye’nin yerle bir olan prestijini, ekonomik krizi derinleştirecek savaş maliyetini, yaptırım riskini, Türkler ile Kürtler arasında artan duygusal kopuşu, işkence ile öldürülen Gelecek Suriye Partisi Genel Sekreteri Hevrin Xelaf’ın otopsi raporunu, palazlanan IŞİD’i, Rusya’nın bölge hâkimiyetini, sınırdaki Suriye bayrağını saymazsak hiçbir şey.

Anahtar kelimenin ‘Halkbank’, sihirli işaretlerin, ‘aile’ ve ‘mal varlığı’ olduğunu yeniden test edip, ‘ülke bekası’ ifadelerinin safsata olduğunu, gerçekte bir kişi ve ona bağlı zümrenin teminatının her şeyden önce geldiğini teyit ettik. ‘vatan ve devlet düşmanı’ ifadelerinin karşılığı yok. Çünkü vatan, devlet, hatta parti bile soyutlaştı, içleri boşaltıldı, tümü ‘tek adam’a indirgendi.

Gerçek gölgelendi, ‘barış’ suç sayıldı. “Suriye’de işimiz ne?” diye sormak, “Sınırdan yıllardır kurşun gelmedi ama operasyon sonrası atılan roketler, 18 kişiyi öldürdü, 148 kişiyi yaraladı” demek yasaklandı. Yasağı, cihatçı takviyeli TSK’nin, ‘Halkbank mağduru’ Reis’in arkasına dizilen, milliyetçiler, muhafazakârlar, ulusalcılar, sahte ‘Ayağına taş değmesin’ciler, ‘tezkereciler’ perçinledi.

Soruya dönelim: “Ne oldu?” AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’nin 1 saat 40 dakikalık görüşmesi sonrası, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açıkladı: “İstediğimizi aldık.” Oysa Türkiye, Menbiç ile birlikte Fırat’ın doğusunu da kapsayan ve Irak sınırına uzanan 440 km. hattı, 32 km. derinlikte kontrol etmek istiyordu. Bu talep gerçekleşmedi!

Rusya bölgenin hamisi oldu. İstenen güvenli bölge, Menbiç-Kamışlı hattını kapsıyordu. Fakat hattın genelinde artık Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Suriye ordusu var. Türkiye’ye kalan aradaki 120 km’lik Telabyad-Resulayn (Serakaniye) bölgesi de Suriye Milli Ordusu (ÖSO) tarafından tamamen kontrol edilmiş değil. SDG, “Ateşkes sadece burayı kapsıyor” diyorsa da çatışmalar yalnızca burada yaşanıyor.

440 km. sınır ve 32 km. derinlik peşinde olan Türkiye’nin, ‘ne olacağı belirsiz’ 120 km’lik Telabyad-Resulayn (Serekaniye) hattı için “İstediğimizi aldık” denmesi çelişkili. Üstelik bu hattın derinliği sadece 10 km. Suriye ordusu ise bunun çok ötesindeki, Rakka ve Tabka hattına da yerleşti.

Burada “Kürt bölgesi olamayacak” sözünün de siyasi bir karşılığı yok. Çünkü SDG üst düzeyi, “Suriye Rejimi ile başından beri olması gereken güvenlik anlaşmasını yaptık ama siyaseti kapsamıyor, sonraki meseleler aramızda” diyor. Bu; SDG’nin bölgede siyasi olarak etkili olduğu ve özerkliği şu aşamada koruduğu anlamına geliyor.

Siyasi açıklamalar, harita ve bölgedeki güç dağılımı, Türkiye-ABD arasındaki anlaşmanın sahada çok da karşılığının olmadığını gösteriyor. Çünkü bu, gerçek tarafların yer almadığı bir mutabakat. SGD yetkilileri, “Amerika’nın ne yaptığını biz de anlamadık” derken, Türkiye- Rusya arasındaki görüşme ise olacaklar konusunda, daha net bilgi verecek.

Duran savaşın ardından… Aklımızda 9 günlüğüne halkı kutuplaştırıp bölen ve şimdilik iç siyaset malzemesi sağlayan, ancak çemberi daha da daralan Erdoğan kaldı. Sefil bir dünya ve emperyalizm resmi de hediyesi. Medya dibe vurdu, kılıç kalkanla haber yapan, makyajla olay yerinden bildiren muhabire şahit olduk. -Allah fondötenine gölge düşürmesin.-

Bu arada, ‘Tezkereciler’ de ‘Kaybedenler Kulübü’ne dahil oldu. İçimizdeki 30 kilometre derinlilikte ise bacağı kopan bir kız çocuğu ve erkek kardeşinin ölüm anı ile çaresiz babanın perişan hali kaldı.