Türkiye’nin kırmızı et üretimi düşüktür; çünkü hem kesilecek hayvan sayısının üretimi yetersizdir, hem de karkas ağırlığı istenen düzeyde değildir. Kesilecek hayvan sayısını artıracak uygulamalardan biri doğuracak hayvan sayısını, dolayısıyla da toplam hayvan sayısını artıracak önlemlerin alınmasıdır

Türkiye nasıl şarbon ithal eden bir ülke haline getirildi?

Necdet Oral - Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi

Et ve Süt Kurumu’nun kurbanlık olarak Brezilya’dan ithal ederek Ankara’nın Gölbaşı İlçesindeki özel sektöre ait bir işletmeye getirdiği sığırlarda şarbon basili saptanmasıyla, yaklaşık 4 bin adet hayvandan oluşan sürü karantinaya alındı. Bu arada Ankara, İstanbul, Sivas ve Bitlis’te birçok kişi şarbon yüzünden hastaneye kaldırıldı.

Geçtiğimiz altı aylık dönemde ithal edilen hayvanların seçiminde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın veteriner hekim görevlendirmemesi ve hayvan seçimlerinin ithalatçı firma tarafından yapılması; gıda ürünleri ithalatının ülkemiz açısından bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü gözler önüne sermiştir.

Konu kamuoyunda yoğun tartışılmaya devam ediliyor. Ancak bu ithal hayvanlarda görülen ilk vaka değil. Uygulanan üretim yerine ithalat odaklı politikaların bir sonucu olarak, 2010 yılında bu yana ithal edilen toplam 6,6 milyon baş canlı hayvan ve 273 bin ton karkas etle birlikte ülkeye çok sayıda hastalık da girmiştir.
Şarbon vakası da öncekiler gibi bir süre sonra kamuoyunun gündeminden düşecektir. Ancak bu gerçeklik, “Türkiye şarbon ithal eden bir ülke haline nasıl getirildi?” sorusunun cevabını kamuoyuna hatırlatmak gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.

Hayvansal proteinin önemi
Protein büyüme, gelişme, yıpranan hücrelerin onarımı ve sağlıklı yaşam için gerekli bir besin öğesidir. Özellikle çocukların yeterli düzeyde ve kaliteli protein almaları çok önemlidir. Hayvansal proteinlerin vücut proteinlerine çevrilme oranları yüksek olduğundan, bunlara iyi ve kaliteli proteinler denmektedir.

ABD ve AB’de kişi başına günlük hayvansal protein üretimi sırasıyla 70 ve 61 gram, Türkiye’de ise 36 gramdır. Türkiye, kişi başına günlük 36 gram hayvansal protein üretimiyle dünyada 174 ülke arasında 90’ıncı sırada yer almaktadır. Bu durumun çeşitli nedenleri bulunmakla birlikte, öncelikle Türkiye’de hayvan varlığının yetersiz, verimin düşük ve gerçek üretimin açıklanan rakamların çok gerisinde olduğu bilinmelidir.

Gerçekten de 1980 yılından bu yana Türkiye’de nüfusun 45 milyondan 81 milyona yükselmesine (yüzde 80 oranında artmasına) karşılık, toplam hayvan varlığı 85 milyondan 59 milyon başa düşmüştür. 1980 sonrası hayvancılığın çöküşünü hazırlayan başlıca nedenlere bir göz atmak yerinde olacaktır.

1980 sonrası dışa açılım politikaları et ithalatını getirdi
1980 öncesinde dünya ekonomisine ithal ikameci birikim tarzıyla eklemlenmiş olan Türkiye kapitalizmi, bu tarzın artık işlememesi sonucu “dışa açılma” olarak tanımlanan birikim tarzına doğru evrilmeye başlamıştır. Uygulamaya konulan IMF ve Dünya Bankası patentli yapısal uyum programları çerçevesinde canlı hayvan ihracatı teşvik edilmiş, bunun sonucunda hayvansal ürünler arzında sıkıntılar ortaya çıkmaya başlamış ve fiyatlar yükselmiştir. Bu sorunu aşmak için kolaycı bir yol olan ithalata başvurulmakla kalınmamış, üstelik bu girişim “terbiyevi ithalat” olarak adlandırılmıştır.

Mera hayvancılığı bitirildi
1980’li yıllarda sınır ticareti adı altında ülkeye kaçak yollardan düşük fiyatla giren canlı hayvan ve hayvansal ürünler de hayvancılığın çöküşüne yol açan nedenlerden biri olmuştur. Ayrıca mera ve yayla yasakları, köylerin boşaltılması ve zorunlu göç uygulamaları da Doğu ve Güneydoğu’da mera hayvancılığını bitirme noktasına getirmiştir.

Bunlara ek olarak Mera Kanunu’nda yapılan değişikliklerle mera alanlarının korunmasını ve amacı doğrultusunda sürdürülebilir kullanımını sağlayacak yasal engeller ortadan kaldırılarak, artan bir şekilde meraların amaç dışı kullanılmasının, yağmalanmasının ve talan edilmesinin önü açılmıştır.

Hayvancılıkla ilgili KİT’ler tasfiye edildi
1980’li yıllardan sonra hakim olan neoliberal politikalar çerçevesinde kamunun hayvancılık alanında üstlendiği rol, yerini özel sektöre bırakmaya başlamıştır. Özel sektörün bu alana girmesi için yasal düzenlemeler yapılmış ve çeşitli teşvikler verilmiştir.

Öte yandan 1990’ların başında özelleştirme kapsamına alınan Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et ve Balık Kurumu (EBK) ve Yem Sanayii A.Ş.(YEMSAN) gibi hayvancılığa destek olan KİT’ler ya tasfiye edilmişler veya çok düşük (arsa değerlerinin bile altında kalan) bedellerle büyük sermaye gruplarına satılmışlardır. Besi ve süt hayvanı yetiştiricileri için belirli bir pazar güvencesi oluşturan bu kuruluşların piyasadan çekilmesi sonucunda piyasada görülen fiyat istikrarsızlığı, et ve süt ürünleri üretiminde dalgalanmalara yol açmıştır.

Bu süreçte kamunun hayvan ıslahı çalışmalarının yürütüldüğü tarım işletmelerinden (TİGEM) bazıları uzun süreli kiralama adı altında elden çıkarılmıştır. Damızlık yetiştiriciliği, suni dölleme, aşılama gibi hayvancılıkta büyük önemi bulunan alanlar da büyük ölçüde özel sektöre, yabancı tekellere bırakılmıştır.

Sektördeki en önemli KİT olan EBK 1995 yılında özelleştirilme kapsamına alınmış, 13 yıl özelleştirme kapsamında kalan kurumun ülke genelindeki 35 tesisinden 28’i satılmıştır. Kurumun kombinaları haraç mezat satışa çıkarılınca bu tesisler vurguncular tarafından kapışılmış, “işletmek için alıyoruz” diyenler, kombinaların kapılarına kilit vurarak metre karesini yedi adet simit fiyatına satın aldıkları arsalarını “değerlendirmişlerdir”.

1992’de özelleştirme kapsamına alınan YEMSAN’ın özelleştirilen 24 işletmesinden 6’sının etkinliğine son verilmiştir. YEMSAN’ın sektörden çekilmesini izleyen yıllarda yem fiyatlarının ürün fiyatlarına göre çok yüksek olduğu görülmüştür. Bu durum, hayvansal üretimde maliyeti yükselttiği gibi, üreticilerin rekabet şansını da ortadan kaldırmıştır.

Hayvancılığa hizmet eden bir başka KİT olan SEK de 1992’de özelleştirilme kapsamına alınmış; 1992-1995 döneminde açılan ihalelerle 32 işletmesi özelleştirilmiş, ancak bunlardan 19’u satın alanlarca kapatılmıştır.

Küçükbaş hayvancılık ihmal edildi
Öte yandan Türkiye’nin hayvancılık deseni değiştirilerek doğal otlak ve meralarda yetiştirilmeye daha uygun olan küçükbaş hayvancılık ihmal edilmiştir. Koyun ve keçi yetiştiriciliği ülkemiz coğrafyasına en uygun hayvancılık modelidir. Koyun ve keçi eti üretiminde ithalata dayalı girdi kullanımı söz konusu değildir. Yalnız ülkemizde değil, yurtdışında da doğal gıdalara olan ilginin her geçen gün arttığı; küçükbaş hayvanların büyük ölçüde doğal otlak ve meralara dayalı olarak beslendikleri bilinen bir gerçektir.

Büyük sığırcılık işletmeleri korundu
Geçmiş birçok iktidar gibi, AKP iktidarı da hayvancılıktan sadece sığırcılığı, sığırcılıktan da büyük işletmeleri önceleyen, koruyan, kollayan destekleme sistemini sürdüren ve bununla da övünen bir iktidar olmaktan kurtulamamıştır. Hatta bu dönemin tek kusuru bu yanlışın görülememesi değil, bilerek bu yanlışta ısrar edilmesi olmuştur.

Küçük ölçekli işletmeler gözden çıkarıldı
Ülkemizde yıllardır küçük ve orta ölçekli işletmeleri akıllıca desteklemek, korumak ve geliştirmek yerine, destekler ve krediler, özellikle hayvancılıkta büyük işletmelerin kurulması ve geliştirilmesine ayrılmakta, yani sermaye (şirket) tarımı teşvik edilmektedir.

Türkiye’nin kırmızı et üretimi düşüktür; çünkü hem kesilecek hayvan sayısının üretimi yetersizdir, hem de karkas ağırlığı istenen düzeyde değildir. Kesilecek hayvan sayısını artıracak uygulamalardan biri doğuracak hayvan sayısını, dolayısıyla da toplam hayvan sayısını artıracak önlemlerin alınmasıdır. Türkiye bu işi, şimdi yapmakta olduğu gibi, büyük ölçekli işletmelerin kurulmasını teşvik ederek gerçekleştiremez. Çünkü, büyük ölçekli işletme kurdurmak hayvan sayısını artırmanın değil, işletme sayısını azaltmanın bir yoludur.

İşletme sayısının azalması, çoğu kez, otlak ve meradan yararlanma seviyesini düşürür. Hemen her türde entansif üretim tarzı ve büyük ölçekli işletmeler teşvik edilince, mera-hayvan bağlantısının kopması kaçınılmaz hale gelir. Bunun doğal sonuçları da hayvan varlığının azalması, et üretiminin düşmesi ve fiyatların yükselmesidir.

Kırmızı et krizi nasıl başladı?
Girdi maliyetlerinde yemin payı üretim biçimine göre değişir; örneğin bu pay süt sığırcılığında yüzde 60; sığır besisinde ise yüzde 40 civarındadır. Tarımı büyük ölçüde iklim koşullarına bağımlı olan ülkemizde, 2007 ve 2008 yıllarında yaşanan kuraklık nedeniyle yem maliyetleri fahiş oranlarda yükselmiştir.

Maliyetlerin neredeyse ikiye katlandığı bu yıllarda yapılan süt tozu ithalatı nedeniyle çiğ süt fiyatları neredeyse yarı yarıya (40 kuruşa) düşmüştür. Bunun sonucunda sattığı 1 kg sütle 1 kg bile yem alamayan üretici süt ineklerini kesime göndermiştir. Tarım Bakanlığı verilerine göre bu süreçte kesilen inek sayısı 1 milyonu bulmuş, dolayısıyla doğuran sığır sayısı azalmıştır. Hayvan varlığı azaldığı için üretilen et, talebi karşılayamaz hale gelmiş, fiyatlar hızla yükselmeye başlamıştır.

Ne kadar canlı hayvan ve karkas et ithalatı yapıldı?
Son yıllarda ülkenin gündeminden düşmeyen kırmızı et krizi bu süreçte hızlanmış ve sorunun ithalatla çözülmesi için, 30 Nisan 2010 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararla Et ve Balık Kurumu’na (EBK) canlı hayvan ve sığır eti ithalatı için yetki verilmiştir. Geçmişte olduğu gibi bu girişim de sorunu çözmemiş, aksine büyütmüştür. Nitekim aradan 8 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen kriz aşılamamış, dahası, başlı başına bir sorun haline dönüşmüştür.

2010-2018 yıllarını kapsayan dönemde ülkeye ithalat yoluyla (3,8 milyonu büyükbaş, 2,8 milyonu küçükbaş olmak üzere) yaklaşık 6,6 milyon baş canlı hayvan girmiştir. Söz konusu dönemde 5,4 milyar doları büyükbaş, 323 milyon doları da küçükbaş olmak üzere sadece canlı sığır ile koyun ve keçi ithalatı için toplam 5,7 milyar dolar bedel ödenmiştir.

Aynı dönemde değişik formlarda (dondurulmuş, soğutulmuş vb.) sığır karkası ithalatı da yapılmıştır. Bunun miktarı 273 bin ton, tutarı da 1,3 milyar dolar civarındadır. Böylelikle canlı sığır, koyun ve keçi ile sığır eti için ödenen bedel yaklaşık 7 milyar dolara ulaşmıştır.

***

Hayvancılıkta dışa bağımlılıktan kurtulmak için neler yapılmalı?

turkiye-nasil-sarbon-ithal-eden-bir-ulke-haline-getirildi-508267-1.
Hayvansal üretimi artırmak ve dışa bağımlılıktan kurtulmak istendiğinde yapılabileceklerin bir bölümü aşağıda sıralanmıştır:

► Çiftçiler siyasi iktidarın güdümünde değil, demokratik temelde ve kendi çıkarlarını koruyacak şekilde örgütlenmelidir. Bu örgütler üreticilerin kendi ürünlerinin fiyatı ve alım koşulları ile girdi temininde söz sahibi olabilecek şartlara kavuşturulmalıdır.

► Et ve Süt Kurumu (ESK) ithalat ofisi değil, piyasaya müdahale edebilecek bir kurum haline getirilmelidir.
Yemi tarlada yetiştirip ahıra veya ağıla taşıyan büyük ölçekli işletmeler yerine, yemin ve otun uygun olduğu her yerde, coğrafi koşulların elverişliliğine göre daha az masrafla koyun-keçi veya sığır yetiştirebilen üretim biçimleri desteklenmelidir.

► Sığır özelinde yüksek verimli ineklerin yer alacağı büyük ölçekli işletmelerin kurulması ve yaygınlaşmasını teşvik etmek yerine; öncelikle meralardan etkin bir şekilde yararlanabilecek düşük ve orta seviyede süt verimine sahip sürüler desteklenerek inek sayısı artırılmalı, böylelikle hem üretim tabana yayılmalı hem de sığır eti üretimini artıracak kaynak oluşturulmalıdır.

► Mera ve otlaklardan daha etkin bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak mera ıslahı, otlatma planlanması, kapasite belirlemesi gibi uygulamaların yürütülmesi ve yaygınlaştırılması gibi konularda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

► Meralar ve tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına asla izin verilmemeli; bu alanlar hiçbir gerekçe ile yapılaşmaya açılmamalıdır.

► Destekler üretim artışı ve maliyetin düşmesine hizmet edecek biçimde ve şeffaflık içerisinde verilmelidir.

► Hem süt sığırcılığı hem de sığır besiciliğinde sözleşmeli üretim dayatılmamalı, sözleşme yapılacak ise alıcının gerçek üretici örgütleri ile muhatap olması sağlanmalıdır. Sözleşmeli üretimi özendirecek destekler alıcılar üzerinden değil, bu örgütler vasıtasıyla doğrudan üreticiye verilmelidir.

► Destekler büyük işletmelerin kurulmasına değil, şartları uygun olan küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesine yönlendirilmelidir.