Aynı ülkede yaşıyoruz; bir kısmı ülkeye baktığında tutuklamalar, suçlamalar, baskı ve tehditlerle dolu karanlık bir ülke görüyor; diğeri ülkede olup bitene gözlerini kaparken, hayatından memnun, hatta ülkenin ileri gittiğini düşünmekte. Garip ama gerçek!... Bunu ben değil, araştırma sonuçları söylemekte.

İki yana savrulan bir ülke...

Örneğin, dünyada “özgürlüklerin olmadığı” bir ülke ilan edilmiş durumdayız. Şaşılacak bir şey de yok; yaşananlar ortada. Kim iktidarın arkasına takılmadıysa sesi kesilmekte. Toplumun en azından bir kısmı da, “demokrasi çok sesliliktir, demokrasilerde muhalefet olmaza olmaz değerdedir” gibi en basit gerçekleri bile duymazlıktan geliyor.

Şu Türk Tabipleri Birliği (TTB) yöneticilerinin başına gelene bir bakın!.. Demokrasi, özgürlükler bir yana, “savaşın” ne beter bir şey olduğunu açıklamayı suçlamak hangi akla sığar?

Topraklarımıza sığınan 3,5 milyon Suriyeli bile, savaşın ne büyük acı, kayıp, yıkım olduğunu anlatmaya yetmedi mi? Şimdi barış görüşmelerinin olumlu bir sonuca varmasını istemek, bunun için hükümetleri zorlamak varken yeni cepheler açılmasını tehlikeli bulmak nasıl suç olur! Vatanseverlik öncelikle ülkeyi barışla güvence altına almaktan geçmez mi?

TTB’nin basiret çağrısını, kendi çıkarları adına nefret dolu söylemlerle karşılayan partiler, gazeteciler gibi hekimler arasında da suçlayanlar var. Örneğin Hekimler Birliği Vakfı (THV), TTB’nin anlayışının tüm hekimleri kapsamadığını ileri sürerken, hayli ilginç açıklamalar da yapıyor! Ne yazık ki, açıklamanın hepsine yer veremeyeceğim; oysa her bir cümle ibretlik değerde!... En iyisi, bu açıklamayı bulup okuyun!..

Örneğin, “Türk Tabipleri Birliği’nin 24 Ocak tarihli bildirisinde kullanılan kavramlar etik değerlere, insan haklarına ve hukuka uygun değildir” demekteler. Oysa hem evrensel etik, evrensel insan hakları ve hukuk başka şeyler söylüyor; hem de, kendileri de bilirler eminim, “gücün olduğu yerde etik susar!” Bugün yaşanan da bu!

TTB Merkez Konseyi’ni istifaya çağıran THV, görüşlerini 12 madde ile özetlemiş; her biri evrensel etik ve insan hakları açısından gerçekten değerlendirilecek değerde! Aşağıdaki üç madde, sanırım, örnek olmaya yeter!

“ 6. Hekimin yaşamı savunma gibi bir görevi yoktur. Hasta olduğunu ifade eden ya da gösteren bireylerin hastalığının hangi tür hastalık olduğunu teşhis ve tedavi ederek mesleğinin gereğini yapmakla görevlidir.

8.Demokratik bir yöntemle yönetilen bir toplumda yöntem dışı bir yaklaşımla özgürlük ve barış korunamaz.

9. Savaş yok ki hemen barış söz konusu olsun.”

Türkiye’nin garipliği!.. Yoksa “çaresizliği” mi demeliyim!

Toplumsal bölünmenin girdabı...

Bunlar yaşanırken, toplumun en az yarısının kurumlara güveni de, hayatından memnuniyeti de devam etmekte! Kadir Has Üniversitesi’nin sosyal-siyasal eğilimler araştırması böyle diyor! Araştırma sonuçları açısından irdelenmesi gereken çok şey var; ne yazık ki, yine birkaç örnekle sınırlayacağım

Örneğin araştırmaya yanıt verenler açısından, Türkiye’nin en önemli sorunu terör (% 35 ve FETÖ % 25) olurken, işsizlik diyenler % 17’de, hayat pahalılığı diyenler ise % 13’de kalmakta! Savaş ve terörle mücadeleye ayrılan paraların, toplumun refahı için harcanması ise kimsenin konusu değil anlaşılan.

Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeler de ilginç. Örneğin Türkiye’nin Batılı veya Doğulu olması açısından, araştırmaya katılanların ikiye bölündüğü görülmekte. Buna karşın Avrupalı olarak görenlerin oranı düşerken (% 45), Ortadoğulu olarak değerlendirenlerin oranı artmakta (% 64). Ortadoğulu ülke olarak görülen bu ülkeyi, % 65’i modern, % 62’si de demokratik bulmakta. İyi mi! Bir de demokrasiyi tarif etselerdi!..

İlginç bir nokta da, araştırmaya katılanların % 72’sinin Türkiye’de yaşanan değişimin ileriye doğru olduğu görüşünde olması (AKP’liler açısından bu oran % 91,9); genelde % 52,5’i de Türkiye’de yaşamaktan mutlu!..

Son bir bulgu... Araştırmaya katılanların % 37’si düzenli olarak gazete okumuyor; düzenli okuyanların oranı yalnızca % 19,6. Kitap okumayanlar daha da fazla: % 52, 8’i kitap okumuyor; her gün veya haftada bir kaç günde kitap okuyanlar birlikte ancak % 14’ü bulmakta. Tiyatro, sinema da pek uğranılan yerler arasında değil!

Artık, “ne mutlu bize” mi, yoksa “vay halimize” mi dersiniz; size kalmış!..

CHP Kongresi

CHP konusuna hemen her yazıda değiniyorum. Sorunlarımızın çözümünü sorunların kaynağından bekleyemeyeceğimize göre, ana muhalefet partisi olarak CHP’nin nerede durduğu ve ne yaptığı hepimizi ilgilendiriyor. Ortaya çıkan da, bugüne kadar izledikleri muhalefetin çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış olması... Grup toplantılarında ya da meydanlarda kendilerini alkışlayan kitlelere kanmasınlar; yalnız seçim sonuçları değil, siyasal ve hukuk alanında geldiğimiz nokta ile iktidarın artan pervasızlığı bunu açıkça ortaya koymakta.

Hafta sonu yapılacak kongre ile bir şeyler değişebilir mi; çok emin değilim! Başkanlık için ortaya çıkan adaylar, delege hesapları, çarşaf listeler, merkez yönetime girecek adaylar gibi şeyler çok konuşuluyor ama asıl olan, CHP’nin, toplumsal muhalefeti de peşinden sürükleyecek biçimde etkin bir muhalefete dönüşmesi... Toplumun en az yarısının derdi bu.

Bu açıdan Kılıçdaroğlu ve ekibinin başarılı olduğunu söylemek güç. Parlamentonun işlevini yitirdiğini söylerken, bu işlevsiz parlamentoda konuşmakla siyaset yaptıkları gibi, kendi milletvekilleri bile tutuklanmışken, siyasetleri hukuku çiğneyenleri hukuka davet etmekle sınırlanmakta! Kısacası, büyük laflar etseler de, “meydan okumaları” söylemden öteye gitmiyor!

O nedenle, referandum sonrası açıkça söylendiği gibi, “sür eşeğini Niğde’ye” pozisyonundan kurtulamıyorlar!

Bu nedenle, en azından, Selin Sayek Böke ile İlhan Cihaner’in dediklerini “solda bir grup” diye bir kenara bırakmak yerine, partinin merkez politikalarına taşısalar iyi ederler diye düşünüyorum. Akılcı gibi görünen politikaların partiyi pasifize ettiği ortada; gelenek, din, milliyetçilik gibi duygulara prim vermekle iktidarın dümen suyuna girdikleri de ortada. Böylece, bir kaleye kıstırılan askerler gibi “savunmasız “kaldıklarını da görmemek mümkün değil.

Sonuç olarak, CHP’nin bir “huruç harekatına” ihtiyacı var. Bu huruç harekatı da, bugünkü kıstırılmışlığı yaracak cesur yüreklerle, onların başlatacağı karşı akımlarla mümkün. Bu ekibi göreve getirmek de CHP’nin topluma borcu.

Tabii, kendilerini Cumhuriyet’in kurucusu, demokrasinin savunucusu, sosyal demokrat iddiaların sahibi olarak görüyorlarsa!..