Demokrasi hedefinde ilerleyen Türkiye bağırsaklarını temizliyordu. Katıldığı Türkçe Olimpiyatları’nda hoca efendisine şükranlarını sunan Bülent Arınç, Ergenekon operasyonlarını böyle tanımlamıştı. Aradan on yıl geçti. Yargıtay’ın bozma kararından sonra tekrar görülen davada savcı mütalaasını geçen hafta açıkladı. “Ergenekon örgütünün varlığı ispat edilememiştir.” Mütalaada sahte deliller kullanılarak, suç işlemediği kesin şekilde bilinen kişilere iftira edildiği söyleniyordu.

Oysa iddia çok büyüktü! Operasyonlar sayesinde darbelerle hesaplaşılacak, darbeciler ordudan tasfiye edilecek, kontrgerilla açığa çıkacak ve faili meçhul cinayetler, karanlık provokasyonlar son bulacaktı. Hiçbiri gerçekleşmedi. Devletin içinde bütün bunları yapmış ve yapacak olan karanlık bir örgüt olmadığı için değil, amaç hiçbir zaman derin devlet ve kontrgerillayla hesaplaşmak olmadığı için. Hatta bütün bu soruşturmaların bizzat devletin içinde örgütlenmiş başka bir çete tarafından yürütülmesine fırsat verildiği için.

***

Soğuk Savaş zamanında NATO üyesi ülkelerde SSCB’ye ve komünizme karşı mücadele etmek amacıyla yarı resmi yeraltı örgütleri kuruldu. Büyük bir gizlilik içinde hareket eden, hatta başbakanların bile haberi olmayan bu örgütler ‘düşmanı’ içeriden vuracak sivilleri örgütlemekle görevliydi. Türkiye’deki adı kontrgerilla olan bu örgüt hükümet ve Meclis’ten gizlenecek ve adı ilk kez 71 darbesinden sonra; insanlar, kendilerine kontrgerillaya bağlı olduğunu söyleyenler tarafından işkence edildiğini anlatınca duyulacaktı. Bülent Ecevit, kontrgerilla ile mücadele edeceğini ilan ettikten sonra kendisi de hedef haline geldi. 1 Mayıs 77’de Taksim Meydanı’nda ‘kimliği belirsiz kişiler’ tarafından açılan ateş sonucu 34 kişi öldü. Devlet içinde ama devletin denetimi dışında bir örgütün varlığından söz eden Ecevit, silahlı saldırıya uğradı. Ecevit’in başbakan olması bile saldırının aydınlatılmasını sağlayamadı. Ülkeyi darbelere sürükleyen süreçte pek çok faili meçhul cinayet işlendi, saldırı düzenlendi. 6-7 Eylül olayları, Maraş, Çorum katliamları, başbakan ve aydın/gazeteci suikastları ve suikast girişimleri, kayıplar…

***

Evet, Türkiye’nin bağırsakları çok pis ve kanlıydı; ancak AKP hükümeti bu temizlik için fazlaca geniş bir çöp sepeti hazırlamıştı. İtalya’da gladioya karşı savaş açan savcı Felice Casson, FETÖ’cü firari savcı Zekeriya Öz ile benzeştirilmiş ve Türkiye’nin artık güçlü bir hukuk devleti olacağı iddia edilmişti. Başlangıçta Veli Küçük ve İbrahim Şahin gibi eski özel harekat timi mensuplarının tutuklandığı operasyon bir derin devlet operasyonu gibi görünse de soruşturma gerektiği gibi derinleştirilmiyor ve mesele seminer notlarına dayanan bir darbe planıyla sınırlı tutuluyordu. Kanıtlardaki sözlü ve teknik tutarsızlıklar, cezaya dönüşen uzun gözaltı ve tutukluluk süreleri, Türkan Saylan ve Ahmet Şık gibi hayatını bilime ve gerçeğe adamış saygın isimlerin gözaltına alınıp tutuklanmalarıyla birlikte asıl derdin, derin devlet ve darbelerle hesaplaşmak değil, AKP’nin iktidar partisinden parti devletine geçiş sürecinde muhaliflerini korkutmak ve sindirmek olduğu; tasfiye için de yargı ve emniyette örgütlenmiş FETÖ’cülere zırhlı arabalardan süper yetkilere kadar her tür imkânı sağladığı anlaşıldı. Yapılan haksızlıklara karşı çıkanlar, kuruyla yaşı aynı yerde öğütmekle Türkiye’nin bir hukuk devleti olabilmesi adına çok büyük bir fırsatın heba edildiğini dile getirenler ‘darbeci’, ‘Ergenekoncu’ olmakla suçlandı. Derin devletin ipliğini pazara çıkarmış bir gazeteci olan Ahmet Şık nasıl bu örgütün üyesi sayılabilir, diye itiraz edenler davayı sulandırmakla itham edildi. Her hukuk var-MIŞ, adalet tesis ediliyor-MUŞ gibi yapıldığında zararı, insan ömürünü de aşabilen bir süreye yayılır.

Türkiye’nin bağırsakları artık çok daha pis.