Türkiye’nin Covid-19 karnesi

Gaye USLUER - Prof. Dr., Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

31 Aralık 2019’da Çin’in Vuhan kentinde başlayan öykü, 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “Covid-19pandemisi” adını aldı.Aynı gün Sağlık Bakanlığı Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının- ne tesadüftür ki- görüldüğüne dair açıklama yaptı. DSÖ, pandemi ilanı yapmamış olsaydı, belki biz de o gün ilk vaka bildirimini yapmamış olacaktık. Her neyse, tarihi bir günde ilk hastamızı açıklayarak, ilk vaka görülme tarihimizi de ölümsüzleştirmiş olduk.Bugün pandemi 1 yaşına girdi. Pandemi hızını artırmış olarak devam ediyor.Geçen bir yıla baktığımızda dünyamızda ve ülkemizde çok şey değişti. Günlük yaşam pratiğimizden başlayıp, geleceğe dair planlarımıza kadar her şeyi değiştirdik. Artık normal ve normal olmayan kavramları iç içe girmiş durumda. Olması gereken ile olmasını istediklerimiz birbirine karıştı.

Tüm bu gerçekler ışığında gelin Türkiye’nin bir yıllık Covid-19 Karnesini hep birlikte oluşturalım.

BİLİM KURULU: Ülkemizde henüz ilk vaka bildirimi yapılmamışken, 2020 Ocak ayı sonlarında konunun uzmanlarından oluşan bir bilim kurulu oluşturulması sürecin doğru yönetileceğine dair hepimizde bir umut yarattı.

Salgına dair sürecin işleyişinde bulunması zorunlu paydaşların –Türk Tabipler Birliği ve diğer ilgili meslek örgütleri- sürece dahil edilmemeleri ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Sağlık Bakanlığı tarafından sürece dahil edilmeyen paydaşlar, bu bir yıl boyunca alternatif ve bağımsız bir bilim kurulu gibi çalıştılar. Süreci yakından izleyerek, veri paylaşımı yaparak ve olması gerekenleri bilimsel ölçütlerde açıklayarak herkes için güven kaynağı oldular. Yanlış bilginin, doğru bilgi ile değişmesini sağladılar. Bir anlamda bağımsız bir üst kurul gibi çalıştılar.Sağlık Bakanlığı ise kendi oluşturduğubilim kurulunun bir karar alıcı kurul olmadığını, danışmanlık görevi olduğunu açıklamak zorunda kaldı.Böylece ülkemizde salgın yönetiminde asıl karar alıcıların siyaset kurumu olduğunu öğrendik. Bir anlamda salgının kendisi yani Covid-19 partileşmiş oldu.Kötüsübilim kurulunun varlığına dair toplumsal güvenkayboldu.

PARTİLİ COVID 19: Siyaset kurumu mevcut durumun bir sağlık konusu olduğunu, salgının konunun uzmanları tarafından yönetilmesi gerektiği gerçeğine sırtını döndü.

Dahası salgının yaz aylarına kadar biteceği hesabını yaptı. Kısa süren süreçten bir siyasi başarı öyküsü yazılmaya hazırlanıldı. Ama durum beklendiği gibi gelişmedi. Salgın bitmedi.

Siyasetin bilimsel doğruların önüne geçmesi sonucunda, yani gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi nedeniyle diğer düğmeler de yanlış iliklenmiş oldu.

TEST STRATEJİSİ: Siyaset kurumu en fazla bir iki ay sürecek bir salgın yönetimine odaklandığı için, Covid-19 PCR tanı testleri Ankara’da tek bir merkezde yapılmak üzere başlandı. Örneklerin bu tek merkeze ulaşması, sonuç ve geri bildirimin alınması ise en yakın mesafe için 48 saat oldu. Hal böyle olunca Türkiye’de ilk vakanın tanımlanabilmesi de gecikti.Türkiye’de test yapılan merkezlerin sayısının çoğaltılması ve yaygınlaşması ise epeyce uzun zaman aldı.Salgının ilk aylarından itibaren başta DSÖ olmak üzere, tüm dünyada en çok kabul gören ve tekrarlananslogan “test, test, test, daha çok test” oldu. Ne kadar çok test yapılırsa o kadar çok vaka bulunabileceği bir gerçek ve salgını kontrol edebilmenin temel koşulu gerçek rakamlara ulaşabilmek olduğu halde Türkiye olması zorunlu doğru test stratejisini bir türlü oluşturamadı. Günlük test sayısının en az 200 bin olması gerekirken, hâlâ 100 bin civarında günlük test uygulamasının olması salgın yönetimine ait en önemli başarısızlık nedenlerinden biri olarak hatırlanacak.

KARANTİNA/İZOLASYON: Hasta ve temaslı takibinde izolasyon ve karantina süreçlerine dair olması gereken zorunlu standartlar oluşturulamadı. Özellikle yurt dışından gelen yolculara uygulanması gereken zorunlu karantina içinbilimsel ölçütlerde planlama yapılamadı. Salgının en önemli evresinde çok sayıda kişi için umre ziyaretine izin verilmesi, bu kişilerin yine büyük çoğunluğuna umre dönüşü karantina uygulanmaması ve bu durumun medya aracılığıyla duyurulmasını takiben salgında ciddi anlamda yükselişin olması bu sürecin en dikkat çeken yanlışları arasına girdi.

MASKE DAĞITIMI: Nisan 2020’de tam bir maske trajedisi yaşandı. 55 ülkeye tıbbi yardım yaptık diye övünen siyaset kurumu, kendi vatandaşına, “yapacağım” dediklerini yapamadı. e-devlet aracılığıyla 20 yaş üzeri ve 65 yaş altı vatandaşlara“PTT kargo ile ücretsiz olarakhaftada bir kez 5 maske dağıtacağız” diye başlanan süreç 3 günde kendi kendini imha etti. Ardından maske dağıtımının ücretsiz olarakeczaneler aracılığıyla yapılacağı bildirildi. Aslında olayın tüm sorumlusu siyaset kurumunun kendisi olduğu halde, eczaneler karmaşanın merkezi ve sorumlusu oldu. Ücretsiz maske dağıtımından vazgeçildi.“65 yaş üstüne maske ve kolonya dağıtacağız” söylemi yine fiyaskoyla sonuçlandı.

VAKA/HASTA SAYISI/ÖLÜM BİLDİRİMLERİ: DSÖ,pandeminin başlangıcıyla birlikte çok net olarak vaka/hasta ve ölüm bildirim sistemlerini kriterler eşliğinde tanımladı.Türkiye’de ise siyaset kurumu farklı kriterlere dayanan bir bildirim sistemi oluşturdu. Esasen salgının rakamsal tanımlamasında “var olandan daha azın bildirilmesi” gibi kabaca özetlenebilecek bir süreç izlendi. Öyle ki büyükşehir belediyelerinin açıkladığı bir yıllık ölüm sayıları,son bir yılda artmış olağan dışı ölüm sayıları “herhangi bir bulaşıcı hastalık” diyerek geçiştirilmeye çalışıldı. Özetle siyaset kurumu vaka/hasta sayısı/ve ölüm sayılarını var olandan daha az göstermeye çalışarak, bir başarı öyküsü yazmaya çalıştı.

SEYAHAT KISITLAMALARI / SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI: Bütün pandemiler aynı zamanda bir öğrenme ve tecrübe sürecini de içerirler. Pandemilerde öncelikli olanhastaların tanımlanması ve tedavileri, sağ kalımın sağlanmasıdır. Öte yandan salgının hızını yavaşlatmak, sağlık sisteminin bütünlüğünün korunması açısından önemlidir. Bu yüzdenözellikle salgın hızının yüksek olduğu dönemlerde, temel stratejiler arasında sokağa çıkma yasakları ya da bazı kısıtlamaların hayata geçirilebilmesi önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılması zorunlu olanen az bir kuluçka süresi (Covid-19 için 14 gün), ideali iki kuluçka süresi kadar yani 28 günlük tam kısıtlamanın, yani sokağa çıkma yasağının uygulanmasıdır. Ancak bu tür bir kısıtlamanın yapılabilmesi içindevletin ülkedeki en kırılgan kesimleri koruyabilecek kadar yaygın ve güçlü bir maddi sosyal destek paketi sunması gerekmektedir. Türkiye’de siyaset kurumu bunu yapamadığı ya da yapmak istemediği için, bayram tatillerini içine alan kısıtlamalar ya da sonbahardan itibaren uygulandığı şekliyle hafta sonu ve gece sokağa çıkma yasaklarıyla durumu idare etmeye çalıştı. Başta hizmet sektörü çalışanları ve küçük esnaf mevcut durumdan en fazla zarar görenler oldu. Pansuman niteliğindeki bu önlemler ise yeterli olmadı.

65 YAŞ ÜZERİNE YASAKLAR: Salgının başından itibaren65 yaş üzerindeki yurttaşlarımıza getirilen kısıtlamalar adeta salgın yönetiminin temel ögesi oldu.Bu yaş grubunun gün boyu dışarda olan, çalışan aile fertlerinin onlar için tehlike oluşturduğu göz ardı edildi.Salgının uzamasıve halen devam ediyor olması bu yaş grubunu mental ve fiziksel olarak olumsuz etkiledi.

AŞILAMA STRATEJİSİ: Tıp bilimi salgın süresinceolağanüstü üretkenlik gösterdi. Normalde 10 yılları bulabilenyeni bir aşı geliştirme süreci, Covid-19 aşıları için9 ay gibi kısa sürede çok sayıda yeni aşının kullanıma girmesiyle yeni bir dönemi başlattı. Tünelin ucundaki ışık aşılar ve aşılanma oldu. Ancak Türkiye’de siyaset kurumu tek bir ülkenin tek bir aşı firmasıyla sınırlı miktarda bağlantı yapabildi. Aralık ayında başlayacak olan aşılama, ancak Ocak14’te başlayabildi. İki aylık süreçte 50 milyon doz geleceği söylenen aşıların ancak 13 milyon dozu ülkeye getirilebildi.Sağlık Bakanı,“günde 1,5 milyon kişiyi aşılayabilecek gücümüz var” derken doğruyu söylüyordu. Ancak elinizde aşı yoksa bu söylemin işe yaramayacağı anlamsızlaşacağı belliydi. Halen günde 100 binli rakamlarda Covid-19 aşısı uygulanmakta. Tam aşılanan –yani iki doz- kişi oranı nüfusumuzunyüzde 3’ünü oluşturmakta. Bu hızla nüfusumuzun yüzde 60-70’inin aşılanabilmesinin en erken 2022’de tamamlanabileceği açıkça görülüyor. Türkiye’nin bir an önce aşı çeşitliliğini ve miktarını artıracak girişimlerde bulunması ve gerçekleştirmesi gerekiyor.

SAĞLIK PERSONELİ: Sağlık sisteminin insan kaynağı olan sağlık personeli salgın süresince çok yoruldu. Covid-19 nedeniyle yaşamını kaybeden her 74 kişiden 1’inin sağlık personeli olduğu istatistiklere geçti. Sağlık personelinin emeklilik ve izin hakları yasaklandı. Yükün tamamını omuzlayan, hastalanan ve ölen sağlık personeli için, muhalefet partileri tarafından hazırlanan“Covid-19’unİş kazası / Meslek hastalığı kabul edilmesine”ilişkin yasa tasarısı ise, TBMM’de iktidar partisi ve MHP’nin oylarıyla reddedildi.

VIP UYGULAMALAR: Salgın boyunca test kayırmacılığı yapıldı. Bazı kişi ya da gruplar canlarının istedikleri sayıda test yaptırabildiler. Aynı durum Covid-19aşılarının el altından bazı kişi ya da gruplara endikasyon dışı kullanılması yoluyla da karşımıza çıktı. Salgın sınıfsal boyut kazandı.Düşük-orta gelirli yurttaşlarımız hem hastalığa yakalanma açısından hem de aşıya ulaşabilmek açısından dezavantajlı duruma getirildiler. Bazı kişilerin sağlığı, hepimizin sağlığından daha önemli hale geldi.

SON SÖZ: Pandeminin bir yıllık öyküsünde, yukardaki bilgiler varlığında, siyaset kurumununCovid-19karnesinden bir başarı öyküsü yazamayacağı açıkça görülüyor. Salgın yönetiminin tüm yükü “maske, mesafe ve hijyen” denilerek yurttaşlarımızın omuzlarına yüklenmek isteniyor. Oysa sorumluluk, birincil olarak siyaset kurumunun, yani ülkeyi yönetenlerin omuzlarında. Salgın yönetiminde başarıya ulaşmak için gereklikilit sözcükler belli;“şeffaflık, güven ve toplumsal dayanışma”. Bu nedenle siyaset kurumunun bir an önce bu ilkeler çerçevesinde, bilimsel temelli süreç yönetimine odaklanması gerekmektedir.