UNCTAD raporu, kayıtdışı sektörün de önemli rol oynadığı GOÜ ekonomilerinin gelişmiş ülkeler gibi sokağa çıkma yasaklarını uzatmaları halinde, salgında kaybedilenden daha fazla insanın açlıktan ölebileceği iddiasında bulunuyor

Türkiye’nin dış borç açmazı ve UNCTAD’ın çağrısı

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) dış borçlarını konu alan Büyük Sokağa Çıkma Yasağından Büyük Erimeye (From the Great Lockdown to the Great Meltdown 23 Nisan 2020) başlıklı bir rapor yayımladı. Burada Covid-19 salgını sürecini “Great Lockdown” ifadesiyle adlandıran, ancak yoksul ülkelerin ve GOÜ’lerin sorunlarının çözümü için bir çıkış yolu göstermeyen IMF’ye bir gönderme yapıldığı açık.

UNCTAD raporu, kayıtdışı sektörün de önemli rol oynadığı GOÜ ekonomilerinin gelişmiş ülkeler gibi sokağa çıkma yasaklarını uzatmaları halinde, salgında kaybedilenden daha fazla insanın açlıktan ölebileceği iddiasında bulunuyor. Türkiye’nin de aralarında yer aldığı finansal ve bankacılık sistemi göreceli gelişkin ülkelerin dahi gelişmiş ülkeler benzeri bir mali manevra alanına sahip olmadıklarının altını çiziyor. Bu tezi doğrulayan en açık bir örnek Türkiye. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 200 milyar lira mali destekten söz ediyor. Ama, ayrıntılara inince bir kısım kredi destekleri-borç ötelendirmeleri bir yana, 4.4 milyon aileye 1000’er liralık nakdi yardım (4.4 milyar lira yapar) ve bunun kapsamının gelirini, işini kaybeden bazı vatandaşların da yararlanabileceği şekilde genişletilmesi dışında somut bir adıma rastlayamıyoruz.

Çalışma, GOÜ’lerin ithalatlarını gerçekleştirebilmek ve dış borç yükümlülüklerini yerine getirebilmek için gereksinim duydukları dövizleri kazanabilmelerinin tarım ürünleri, petrol, turizm ihracatının düşmesi ve işçi dövizlerinin aksamasıyla iyice zora gireceğinin altını çiziyor. Türkiye’yi bu anlamda en fazla, geçen yıl 34.5 milyar doları bulan turizm gelirlerinin ve kaba taslak yarısı salgından en fazla darbe yiyen AB ülkelerine yapılan 171.5 milyar dolarlık ihracatın erozyonu olumsuz etkileyecek. Buna karşın enerji ve hammadde fiyatlarında çekilme ödemeler dengesini bir ölçüde rahatlatacak.

Raporda GOÜ’lerin iç-dış, özel sektör-kamu sektörü tüm borçlarının tarihteki en yüksek düzeye, GSMH’lerinin yüzde 191’ine ulaştığı kaydediliyor. Gelinen bu kritik noktanın asıl nedeninin ekonomilerin içeride iyi yönetilmemesinden öte, küresel düzeydeki ekonomi ve finans sistemindeki bozukluktan kaynaklandığının altı çiziliyor. Gelişmiş ülkelerde sıfır civarında seyreden faiz oranlarının finansal spekülatörleri yüksek getiri arayışına yönelttiği, bu eğilimin de GOÜ’leri büyük hacimde bir o kadar da oynak sermaye girişlerine maruz bıraktığı vurgulanıyor. Diğer bir neden olarak da resmi kalkınma yardımlarının kuruması olduğu belirtiliyor. Salgın sürecinde GOÜ’lerden büyük sermaye çıkışları yaşandığı, IMF ve Dünya Bankası’nın ortaya koyduğu programların ağır sorunların çözümü için yetersiz olduğu ortaya konuluyor.

Ekonomi yönetimi ABD ile yapılacak bir “swap hattı” anlaşmasına bel bağlaya dursun, UNCTAD dış borç sorununun çözümü için “küresel bir borç anlaşmasına” gerek olduğunu belirtiyor.

Ve aşağıdaki üç adımın atılmasını öneriyor:

Adım 1: Borç ödemelerinin geçici olarak durdurulması. Böylelikle GOÜ’ler sorunlarını çözebilmek için bir nefes alacaklar. Bu adım bir şarta bağlı bulunmayacak, tüm alacaklıları kapsayacak, onlara mahkemeye gitme ve borçlu ülkelerin varlıklarına el koyma yollarını kapatacak.

Adım 2: Borç affı ve yeniden yapılandırma anlaşmalarıyla borçların uzun vadeli sürdürülebilirliğinin sağlanması. Bu süreç borçların iskontosu ( haircuts ) ve geri ödemelerin yeniden takvimlendirilmesini içerecek.

Adım 3: GOÜ’lerin borçlarının yeniden düzenlenmesini koordine edecek Uluslararası GOÜ Borç Kurumu (International Developing Country Debt Authority) kurulacak.

TÜRKİYE’NİN DIŞ BORÇ GÖSTERGELERİ

İsterseniz Türkiye dış finansmanda böyle kritik bir dönemden geçerken temel göstergelerine bir göz atalım:

Dış Borçlar: Türkiye’nin dış borçlarında belirgin bir azalma dikkat çekiyor. İlk başta olumlu sayılabilecek bu eğilim, ülkenin 2018’de yaşadığı döviz krizi sonrasında kredibilitesinin zayıflaması, taze dış kaynak sağlayamamasının doğal bir sonucu gibi görünüyor. Tasarrufları yetersiz olan Türkiye, bir de üstüne net dış borç ödeyicisi durumuna düşüyor.Bu nedenle yatırımlar duruyor, büyüme iyice yavaşlıyor. 2017’den 2019’a ülkenin dış borçlarının 17.5 milyar dolar düşerek, 437 milyar dolara gerilediği görülüyor. Bu dönemde özel sektörün borçları 42.8 milyar dolar azalırken, kamununkiler (TCMB dahil) 25.3 milyar dolar artıyor.

turkiye-nin-dis-borc-acmazi-ve-unctad-in-cagrisi-723226-1.

Reel Sektör Şirketlerinin Döviz Borçları: Bu şirketlerin net döviz açıkları 2018 1.çeyreğinde 223.3 milyar dolara yükselmişken, 2020 Ocak ayında 175.2 milyar dolara kadar geriledi. 1.5 yılda 48 milyar doları aşan bir daralma söz konusuydu. Bu sürede yurtiçi bankalara olan döviz borçları 36.4 milyar dolar, yurtdışı bankalara olanlar ise 6.4 milyar dolar azaltılmıştı. Reel sektörün döviz varlıkları 11.6 milyar dolar artarken, ithalat borçları da 6.4 milyar dolar yükseliş göstermişti. Özetle, reel sektörün döviz pozisyon açıkları daha çok yurtiçi bankalara borçların kapatılmasıyla aşağı çekilmişti. Sabit sermaye yatırımlarının tamamen durmasının temel nedeni buydu. Şimdi net döviz açığı daralmış da olsa, zaten açmazda olan inşaat ve enerji sektörlerinin yanında turizm sektörünün de sıkıntıya düşmesi kaçınılmaz görünüyor.

Sıcak Para: Portföy yatırımcılarının Türkiye’yi terk etmeye başlamaları, benzer ülkeler gibi 2013 Mayıs’ında zamanın FED başkanı Ben Bernanke’nin tahvil alımlarını yavaşlatacaklarını açıklamasıyla tetiklenmişti. 2012 sonunda yurtdışı yerleşiklerin 155.8 milyar dolarlık pozisyonu vardı. En son verilere göre, 17 Nisan’da yabancıların hisse senedi portföyleri 22.1 milyar dolara, devlet iç borçlanma senetleri de 8.3 milyar dolara gerilemişti. Yurtdışı yerleşiklerin 26.1 milyar dolar döviz, 4.7 milyar dolar TL mevduatları eklenirse toplam “sıcak para” tutarı 61.2 milyar dolara kadar düşmüş durumda.

Kısa Süreli Borçlar: Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin 1 yılda çevirmesi gereken dış borç miktarı 2020 Şubat itibarıyla 168.5 milyar dolar. Ancak bu rakamın içinde yabancıların döviz mevduatı, bankaların yurtdışı şubeler ve iştiraklerindeki mevduat gibi doğrudan ödenmesi gerekmeyen kalemler var. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na göre ise 2020 Aralık sonuna kadar 20.3 milyar doları kamu, 47.6 milyar doları özel sektör olmak üzere 67.9 milyar dolar dış borç ödenmek zorunda.

Rezervler: Yukarıda sayılan borçların ödenmesi için temel güvencenin Merkez Bankası rezervleri olması beklenir. 17 Nisan itibarıyla brüt rezervler 87.9 milyar dolara gerilemiş durumdaydı. Özellikle 2019 sonundan bugüne brüt döviz rezervlerindeki 27.3 milyar dolarlık kan kaybı dikkat çekici. Muhtemelen rezervlerdeki bu eriyiş döviz kurundaki oynaklığı azaltma çabasıyla döviz satışlarının kaçınılmaz sonucu.

Yusuf Yüksel’in hesaplamalarına göre 17 Nisan tarihinde Merkez Bankası’nın net döviz rezervlerinin tutarı 25.9 milyar dolara kadar düşmüştü. Rezervlerin yeterliliğini değerlendirirken ne tek brüt rezervlere, ne de tek net rezervlere bakmak yeterli. Çünkü kaba taslak, bankaların tuttuğu 30 milyar dolar zorunlu karşılıklar gibi kalemlerin hiçbir zaman sıfırlanması beklenemez. Gelgelelim gerek 1 yılda ödenecek dış borçlar gerekse de ithalat faturasıyla oranlandığında rezervlerin yetersiz olduğu görülebilir. Merkez Bankası rezervlerinin Covid-19 salgınıyla birlikte iyice dibe vurduğu da ortada.

Sonuç: Uzun yılların yanlış politikalarının sonucu olarak, yurtdışı koşulların da davetiyle iyice artan Türkiye’nin dış yükümlülüklerinin kredi kaynaklarının tamamen kuruduğu salgın ortamında karşılanması çok zor görünüyor. Eğer ne pahasına olursa olsun dış yükümlülükleri aksatmayalım denirse, bu başarılsa bile ekonomiyi daha keskin bir küçülme, yurttaşları da daha fazla yoksulluk bekliyor olacak. O nedenle Türkiye’nin Trump’ın dilinin ucundan çıkacak bir “swap müjdesine” bel bağlamak yerine, UNCTAD gibi daha adil bir dünyadan yana uluslararası kuruluşların çağrılarına kulak vermesi daha anlamlı bir tercihtir.