Seçim sürecine giren Hollanda’da Ankara ile ilişkiler ve buradaki Türkiyeliler seçim tartışması olmaya devam ediyor… AKP iktidarının buradaki göçmenler üzerinden yürüttüğü çalışmalar ülke güvenliğini ve kamu düzenini etkiliyor.

Türkiye'nin gölgesinde kalan Hollanda seçimleri: Uzun kol mu kısa kol mu?

Zafer AYDOĞDU - Deventer

Türkiye-Hollanda ilişkileri seçim sürecine giren Hollanda’da gündem olmaya devam ediyor. Bilindiği üzere her iki ülke arasındaki ilişkiler 2016-2017 tarihlerinde cereyan eden bazı olaylar sonucunda gerilemişti. 2018’den itibaren çeşitli girişimlerin ardından ilişkiler iyiye doğru gidiyordu. Karşılıklı diplomatik ve siyasi diyalog yeniden sağlanmıştı. En son, geçen ayın sonunda, Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Türkiye-Hollanda Wittenburg Konferansı’nda buluşmalarının sıcak bir ortamda geçmiş olması, düzelen bir ilişkiyi yansıtıyordu.

Stef Blok, Türkiye’nin hem göçmenler (mülteciler) hem de Hollanda’da yaşayan Türkiyeliler konusunda yapmış olduğu olumlu katkılara işaret ederek ve Hollanda’nın halen Türkiye’de bir numara yatırımcı oluğunun altını çizerek tüm bunların çok olumlu olduğunu belirtiyordu. Bakan Çavuşoğlu da kendisine “dostum” diye hitap etmişti. Hafta sonundan itibaren cereyan eden olaylara 15 Şubat’ta bir yenisi eklendi. Basına Türkiye hakkında olumsuz analizleri içeren bir rapor sızdırıldı.

TÜRKİYELİLER SEÇİM TARTIŞMASI

17 Mart’ta Hollanda seçimlere gidiyor. Bu haftadan itibaren tüm partiler seçim startı verdi. Kampanyalara korona gölgesinde de olsa başlandı. Seçim startının verildiği andan itibaren, arka arkaya doğrudan Türkiye ve Türklerle ilgili haberler yayımlanmaya başlandı. Avrupa parlamenteri ve genel seçimlerde partisinden aday olan Kati Piri’nin sitesinin erişim dışı bırakılması, seçimlere dış etki gölgesi tartışmasını bir kez daha gündeme getirdi. Bu haberin ardından Hollanda’nın ünlü HP De Tijd dergisinde, 15 Şubat’ta yayımlanan uzunca bir makalede, Hollanda Adalet Bakanlığı’na bağlığı NCTV (Ulusal Terörizm ve Güvenlik Koordinatörü) adlı bir kurumun çeşitli güvenlik ve istihbarat birimleri ile eşzamanlı koordine ettiği, çok gizli bir araştırmanın basına sızdırılması üzerine, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Raporun başlığı: “Hollanda Ulusal Güvenliği, Erdoğan, Gökmen T., Çok gizli.” Raporun başlığından da anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin Hollanda’da yaşayan Türkler aracılığıyla yürüttüğü çalışmaların veya Türkiye’de icra edilen siyasetin, bu ülkenin güvenliğini ve kamu düzenini etkilediği ve sarstığı yönünde. Türkiye’deki 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra, Hollanda’da birçok bakanlığa bağlı kurum ve üniversiteler tarafından, Hollanda’da yaşayan Türkler ve Türkiye ile bağları veya Türkiye siyasetinin bu insanlar üstündeki etkileri araştırma konusu oldu. Bu araştırmalardan memnun olunmadığı için yeni bir girişimde bulunulmuş ve bahsettiğimiz rapor hazırlatılmış. Söz konusu rapor birçok olaya ve gelişmeye işaret ediyor ve bu olayların Türkiye’nin etkisi doğrultusunda cereyan ettiğini iddia ediyor. Raporda en çok dikkat çeken tez; “Türkiye’de uygulanan siyaset sonucunda, Hollandalı Türkler arasında selefiliğin arttığı” savıdır. Öyle ki rapor, 18 Mart 2019’da Utrecht’te bir Türk’ün (Gökmen T.) tramvayda işlediği cinayetleri de (4 kişiyi öldürmüştü) bu çerçeve içinde görüyor. Rapor, Türkiye’deki gelişmeleri ve dönüşümleri analiz ediyor ve bunların Hollanda’nın iç güvenliği için getireceği tehlikelere vurguda buluyor ve örnekler veriyor.

ENDİŞELENDİREN RAPOR

Uzun süreden beri Hollanda siyasetinin gündeminde olan, Ankara’nın ‘uzun veya kısa kolu’, tartışması tekrar bu sayede tartışma konusu oldu. Basına sızan rapordan önce, Vrij Nederland (Özgür Hollanda) adlı dergide Nikki Sterkenburg tarafından kaleme alınan makalede özet olarak, “bugün Erdoğan’ın uzun kolu olarak tanımladığımız, Hollanda’nın iç işlerine karışılması olayının öbür yüzü ise Den Haag’ın (Hollanda hükümetinin) kolunun kısa olmasından kaynaklanmaktadır. Hollandalı Türk, adeta kavga yaparak ayrılan anne ve babanın arasında kalmış bir çocuk gibi. Hollanda sert, adeta reddeden anneyi, Türkiye ise evde olmayan, uzaktan seven, tatlı babayı temsil ediyor.” Bayan Nikki Sterkenburg’un ileri sürdüğü temel tez, yakından tanıdığım bir Türk diplomatın Hollanda’daki görüşmelerde siyasetçilere verdiği mesaja benziyor. “Eğer siz Türk gençlerini eğitmezseniz, ailelerin sorunlarına eğilmezseniz, işsiz ve çaresiz bırakırsanız, ayrımcı politikalarla bu insanları altsınıf olarak görürseniz, sizin yapamadıklarınızı biz yaparız, okullar açarız, kurumlar oluşturur, Türklerin dertlerine çare buluruz.” Hollandalı politikacıların tepkisi çok olumsuz olsa da aslında bir gerçeğe parmak basıyordu bu sözler. Türkiyeli göçmenler uzun yıllar iki ülke arasında kaldılar. Ne anne ne baba tarafından kabul gördüler, yetim gibi büyüdüler. Birisi ‘Alamancı’, altın yumurtlayan döviz makinesi olarak görürken, diğeri bir türlü uyum sağlamayan ‘Anadolu yabanı’ olarak gördü. Böylece bu kitleler deyim yerindeyse ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildi.

Bir bakıma arafta kalan bu kitlelere, Türkiye’de anayasada yapılan bir değişiklikle, 2014 tarihinden itibaren seçme ve seçilme hakkının verilmesi, öteden beri Türk vatandaşlarının beklentilerine cevap vermiş olsa da yine yukarda bahsettiğim diplomatın ifadesi ile “Korkarım ki, kurmuş olduğunuz güzel ve uyumlu topluma, olumsuz etkileri ve yansımaları olacaktır, çünkü seçimler Türkiye’deki saflaşmaları buralara taşıyacaktır.” En son seçim sonuçlarında, oy kullanan seçmenlerin yüzde 73 üstünde bir oranda AKP’ye oy vermiş olması ve Hollanda’nın şehirlerinde AKP liderinin posterlerinin asılması ve konvoyların sürekli klaksonlarla caddelerde zafer kutlaması yapması, birçok Hollandalı siyasetçiyi düşündürdü. Hollandalı yerli halkta da, ülkenin adeta Türkler tarafından işgal edildiği algısını oluşturdu veya ırkçı partiler böyle bir algı yarattılar. Bunun sonucunda yapılan birçok araştırma, Türk toplumunun çoğunluğunun sadakat olarak Hollanda’dan daha fazla Türkiye’ye bağlı olduğunu belirterek, adeta çeşitli Hollandalı çevreleri yönlendirdi. Üstelik Türkiye siyasetinin uzantısı olan çeşitli kurumların oluşturulması, parti bürolarının ve derneklerinin kurulması, seçimlerin belirli mercilerden etkilenmesi ve organize edilmesi, Hollandalı yöneticilerin kara kara düşünmesine sebep oldu. Diğer taraftan çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bir partinin (DENK) kurulması ve bu partinin yönetici ve vekillerinin Türkiye ve Türkiye’deki siyasetle olan bağları mercek altına alındı. Malum Wilders hareketi de bu tür olayları sonuna kadar iç seçim malzemesi olarak kullandı ve kullanmaya da devam edecek. Ayrıca Türkiye’den bu partiye destek vermek için davet edilen politikacıların Hollanda’ya gelmesi Hollandalı makamları rahatsız etmeye başladı. “Uzun kol” böylece siyaset literatürüne bir kavram olarak yerleşti.

turkiye-nin-golgesinde-kalan-hollanda-secimleri-uzun-kol-mu-kisa-kol-mu-842444-1.

AKP’NİN HOLLANDA PARTİSİ DENK

Uzun da olsa kısa da olsa, uzaklardan uzanan bir kol var. Aslında öteden beri bilinen bir kol bu. Türkiye’de yağmur yağsa, Hollanda’daki Türkiyeliler adeta şemsiye açarlar, derdik. Tüm bu etkileşimler göçün doğal sonucu olarak görülürdü, hatta Türkiye’nin doğrudan yurttaşlarını bir arada tutmasından memnundular Hollandalı yöneticiler. Fakat Hollanda’da siyasal iklimin değişmesi neticesinde bu ilişki ve etkileşime olumsuz olarak bakılması yaygınlaştı. Türkiye’nin etkisi sorgulandı. Türkiyeliler halen uzaktaki babalarına kendilerini daha yakın hissediyorlar ki Hollanda siyasetini de babalarının izinden giderek yorumluyorlar, algılıyorlar ve tercihlerini ona göre yapıyorlar. AKP’ye giden yüzde 70’lik oy, Hollanda’da AKP’nin küçük bir maketi olan DENK’e veriliyor. Sol partilerin oylarının düşmesinin nedenlerinden birisi de etnik ve inanç temelli bu ayrışmanın sonucudur. Türkiyelilerin yüzde 89’u (2015’e kadar) genellikle sosyal demokratlara oy verirken, bugün bu kitlelerin nerdeyse tamamı DENK partisine oy vermektedir. Bu Türk seçmeninin soysal demokratlara yönelik duygusal bir tepkimesi mi veya Türk siyasetçiler uyum sağlamakta zorluk mu çekiyorlar? 1986’dan bu yana oy kullanma ve seçilme hakkına sahip Türkiyelilerin bir bakıma var olan partilerin dışına çıkarılarak oylarının bu şekilde etkisizleştirilmesinin önü mü açıldı? Bir başka ifadeyle Türkler ve Faslılar (yani Müslümanlar) kendi mahallerinde siyaset yapsınlar, bizim mahalleye gelmesinler mi deniyor?

Gitgide sağcılaşan ve ırkçı eğilimlerin vasat bir şekilde siyasete damgası vurması neticesinde, Türkiye’ye yönelik eğilim ve bakış açılarında da daha dışlayıcı görüşler yaygınlık kazanmaktadır. Hollanda’da en büyük etnik grubu oluşturan Türkiyelilere yönelik kuşkular da artmaktadır. Bu etnik grubun siyasal alanda etkinliğini hissettirmesi acaba Hollanda’ya ne getirir ne götürür, tarzında tartışmaları zaten ırkçı partiler sürekli gündemde tutmaktadırlar. Bir bakıma Türkiyeli kitleleri beşinci kol olarak yansıtmak, onları ötekileştirmek ve düşman bir kitle olarak yerli halk nezdinde bir algı yaratmak için uygulanan bir yöntemdir. Eğer ellerinde bir de Türk bayrakları ve liderlerinin posterleri varsa ister istemez Hollandalılar sorguluyorlar, acaba nerde hata yaptık diye. Kısacası bu tarz ırkçı politikalar tarafından Türkiyeli kitleler, “dış güçlerle işbirliği yapan, ülkenin dirliğini birliğini bozan, ihanet eden bir kitle” olarak hedef gösterilmektedir. Hele bir de bu kitleler geldikleri ülkenin iç çatışmalarını ve ayrışmalarını Hollanda’ya taşıyorlarsa, o zaman “ya sev ya terk” nidaları yükseliyor ırkçı koro saflarından. İşe alınırken, bir partiden aday olmak istenildiği zaman mülakatlarda sorulan soruların başında, “Türkiye mi Hollanda mı veya Erdoğan mı Rutte mi” gibi sorular sorulmakta. Bu şekilde konu bir sadakat meselesine dönüşmektedir.

Ayrıca Türkiye’deki iktidarın Hollanda’daki birçok teşkilat ve örgütlenmelerle doğrudan ve dolaylı bağı olduğu, 2017 seçimlerinde olduğu gibi adeta Hollanda’nın seçimlerini etkilemeye yönelik oluşturulan algı, Hollanda kamuoyu tarafından hoş karşılanmamış, ülkenin içişlerine müdahale olarak görülmüştür. Her türlü dış müdahale aslında Hollanda’da yaşayan Türkiyeli kitlelere yönelik ağır yaptırımlar olarak geri dönmektedir. Avrupa’da yaşayan Türkiyeli kitlelerin aleyhine yasal uygulamaları daha da sertleştirmektedir.

İÇ POLİTİK MALZEME YAPILAMAZ

Hollanda-Türkiye ilişkileri iç politikalara malzeme edilemeyecek kadar önemlidir. İçerde ırkçı eğilimlerin artması ve etkili olması, dış ilişkilere de yansımaktadır. Büyük bir Türkiyeli kitlenin mevcudiyeti de hem iç hem de dış politikaya konu olmaktadır. Avrupa’da en uzun (400 yıllık), barışçı ve olumlu ilişki içinde olunan ender ülkelerden birisiyle, üstelik 20 milyar avroluk ticaret ilişkisi içinde olduğun bir ülkeyle ilişkiler askıya alınıyor veya bozuluyor. 2017 seçimlerinde malzeme olarak kullanılan ilişkilerin gerginleşmesi, daha çok iktidardaki neoliberal Mark Rutte’ye yaradı. Aynı zamanda ırkçı Wilders hareketine! Yukarda bahsettiğimiz gelişmelere bakacak olursak, yine bazı çevrelerin aynı numarayı çekmek gibi bir niyetleri var. Kati Piri ve partisinin sitelerine erişiminin engellenmesi kime ne fayda sağlayacak ki? Acaba neden NCTV raporu durup dururken basına sızdırıldı? Hıristiyan partileri neden seçimlere giderken soykırım meselesini tekrar gündeme getiriyorlar? Tarihsel olarak çok köklü ilişki içinde olan iki ülkenin ve halkın, bu ilişkileri geliştirerek sürdürmelerini temenni ediyoruz. Aksi takdirde ırkçı ve farklılıklara düşmanca tavır takınan hareketler güçleniyorlar.