COP26’da gördüğümüz üzere, iklim krizinin etkilerine karşı dünyada yeni bir anlayış gelişiyor. Paris Anlaşması’nı ancak 5 yıl sonra Meclis’e getiren AKP iktidarı, iklim krizine karşı hâlâ körebe oynuyor.

Türkiye’nin iklim zirvesiyle imtihanı

Murat Bakan-Glasgow

Dünya’nın gelmiş geçmiş en önemli Birleşmiş Milletler zirvesi olduğu söylenegelen 1992 Rio Konferansı yapıldığında dünya uçurumun kıyısında değildi bugün geriye dönüp baktığımızda alınan önemli kararlar ne iklim krizini, neçölleşmeyi önledi ne de biyolojik çeşitliliğin azalmasını durdurulabildi.

Rio ve sonrasında atılan adımlar, dünyanın uçurumun kenarına gelmesini de engelleyemedi.

O tarihte zirvede konuşan BM Genel Sekreteri “Karbon ile kendimizi öldürmeye, doğaya tuvaletmiş gibi davranmaya son verelim. Kendi mezarımızı kazıyoruz” demiş miydi?Ya da dönemin ABD Başkanı kendisinden önceki başkanın “Yeterli çabayı göstermediği, atması gereken adımları atmadığı için özür dilemiş miydi” bilemiyorum ancak bugün durum tam olarak bu ve gelecek felaketin farkında olan liderler ve o liderlere de verdikleri sözlere de güvenini yitirmiş insanlık var.

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylaması gerektiğini 2016 yılından bu yana dile getirmiş, soru ve meclis araştırma önergeleri vermiş bir milletvekili olarak Paris’i onaylamamızın ardından ne durumdayız bunu COP26 gözlemlerim ışığında paylaşmak isterim.

200 ülkenin Devlet Başkanı ve Bakan düzeyinde katılım gösterdiği, 123 devlet başkanının geleceğini bildirdiği ve 122’sinin geldiği bir zirvede Erdoğan’ın güvenlik gerekçesi ile ziyaretini iptal etmesi anlaşılır değil. Glasgow’da bir güvenlik riski olduğunu da düşünmüyorum yanı başınızda birkaç koruma ve danışman ile gezen devlet başkanlarını gördüğünüzde bu sizi şaşırtmıyor. Zira biz de güvenlik kurallarına uyarak sırt çantamızla özgürce dolaşıyoruz. Kanımca Sayın Cumhurbaşkanı gelmiş olsa aynı rahatlıkla hareket edebilirdi ancak ziyaretin iptal edilmesinin asıl sebebinin güvenlik riski olmadığına inanıyorum. G20 zirvesinde yapılan Biden görüşmesinin ardından hiçbir şeyin; Paris Anlaşması’nın, dünyanın ve ülkemizin sürüklendiği iklim felaketinin Cumhurbaşkanı nezdinde bir kıymeti harbiyesi kalmadı. Zira iklim krizi, kendisi için iç politika da yeterince getirisi olan, seçmenini konsolide edebileceği bir enstrüman değil! Yürüttükleri yağma ve talan politikalarıyla kendi varoluş problemini yaşattıkları; işi, aşı olmayan yoksul yurttaşın da selleri, kasırgaları, kıyamet yangınlarını ya da yüzyılın sonundaki muhtemel yok oluşu umursamayacağını, iklim ve doğa diyenlerin ise kendisine oy verme konusunda pek hevesli olmadığını biliyor.

Buna rağmen dünyanın kalbinin Glasgow’da attığını düşündüğümüzde Türkiye’nin devlet başkanı ve bakan düzeyinde katılım göstermemesinin bir utanç vesilesi olduğunu da söylemek gerek!

COP26’yı önemli kılan dünyanın ısınmasını 1.5C seviyesinde tutabilmektir. Tüm devletler, tarihsel sorumlulukları ve seragazıemisyonları ölçüsünde üzerine düşeni yapmak zorunda. Peki dünya ne yapıyor ? Türkiye ne yapıyor?

Bizler; iklim krizinin politika yapım ajandasının en üstüne taşınması gerektiğini yıllardır söylememize rağmen kulağının üstüne yatan iktidar, AB Yeşil Mutabakatı kapsamında öngörülen sınırda karbon vergisinin ekonomimizde yaratacağı ağır yük ve dış politikada yaşadığı açmaz sebebiyle Paris Anlaşması’nı apar topar TBMM onayına sundu. Biz ise Paris Anlaşması’nın onaylanmasından memnun olduğumuzu ama bunun yetmeyeceğini çokça söyledik.

Ne yazık ki gelinen noktada iktidar, iklim krizine karşı hala körebe oynuyor.

Bunu neden söylüyoruz; COP26 zirvesinde gördüğümüz üzere, iklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı dünyada yeni bir anlayış gelişiyor. Öyle ki dünya; daha önce savaşların çıkmasına, sınırların değişmesine neden olan enerji politikalarını dahi iklim politikalarının belirleyeceği bir sürece geldi.Biricik mavi gezegenimizden başka gidecek yerimiz olmadığı gerçeği ülkeler ve toplumlar arasındaki klasik fay hatlarının kırılmasına ve yeniden şekillenmesine yol açtı.Klasik çatışmaların yerini dünyanın varoluş problemi aldı. Bu nedenle kuzey-güney, zengin-fakir ayrımı yapmadan ülkeler bu zirvede bir araya geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan gelmedi ama krizden en çok etkilenecek olan z kuşağını, amazon ormanlarında yaşayan yerlileri, Afrika ülkelerinden gelen delegasyonları, sivil toplum örgütlerini ve iklim aktivistlerini biz COP26’da gördük.

COP26, gerek ülkelerin pavillonlarında yaptıkları sunumlar gerekse farklı oturumlarda iklim acil durumuna karşı getirilen çözüm önerileri ile son derece anlamlı ve değerlidir.

Dünya yeniden karbonsuz bir düzene doğru yol alırken, iklim krizine karşı farklı ülkelerin farklı metotlarla ancak ciddi planlamalarla küresel ölçekte verilen mücadeleye destek sunma çabasına şahit olduk.

İklim krizi ile mücadelede yeni teknolojiler, üretim biçimleri ortaya çıkarken, COP 26’da bir yanda iklim krizine karşı önlem alan teknoloji liderleri olan ülkeleri diğer yanda iklim krizine karşı edilgen tutum izleyen teknoloji takipçisi ülkeleri gördük. Dünya hızla fosil yakıtlardan çıkarak kömürlü termik santralleri kapatıp yenilerini de açmazken, Türkiye ÇED raporu almış 7, proje aşamasında 30 civarında yeni termik santral ile dünyanın gittiği yönün tersine gitmeye devam ediyor. Kömür gibi, enerji kaynakları içinde en çok sera gazı emisyonuna neden olan bir kaynağın payını artırmak, toplama, çıkarma bilen her çocuğun hesap edebileceği üzere Türkiye’nin 2053 karbon nötr hedefinin bir hayal olduğunu da göstermektedir.

Emisyon azaltımı için ilk vazgeçilecek kaynağın kömür olduğu tartışmasızdır. Hali hazırda6 termik santral filtresiz zehir saçmaya devam ederken “kömüre övgü” isimli kitabın yazarı olan bir iktidarın iklim kriziyle mücadelede bir paradigma değişimine ihtiyacı bulunduğu da tartışmasızdır.

Bizim Enerji Bakanlığımız kömürde ısrar ederken; Japonya örneğinde gerek devlet projesi olarak gerekse Mitsubishi ve Panasonic gibi dünya ölçeğinde yarışan şirketleriyle iklim krizine karşı karbon yakalama, depolama teknolojileri ve fosil yakıttan,yenilenebilir kaynaktan hidrojen elde ederek karbon emisyonunu azaltacak teknolojiler üzerinde çalıştığını da gördük.

Güney Kore’nin 2050 karbon nötr senaryosu hedefinde; enerji dönüşümünün endüstriye; taşımacılık ve ulaşıma; hanelerin enerji verimliliğine; tarım, hayvancılık, balıkçılık üzerine etkisine, atık yönetimine, yeni hidrojen teknolojinin payına, karbon tutma, depolama ve bu hedeflerin nasıl uygulanacağı konusunda farklı planları içeren ciddi hazırlığı bulunuyor.

Yani, herkes dersine çalışıyor…

Papua Yeni Gine’den, Kongo’ya; Japonya’dan Kore’ye herkes sadece gezegenin değil kendi ülkelerinin geleceğini de planlarken dünya lideri olduğu iddiasındaki iktidar, iklim krizi gündeminde çaresizce günü kurtarmaya çalışıyor.

Sonuç olarak Glasgow’da bir iklim, gelecek ve varoluş sınavı veriliyor. Eğer ülke olarak fosil kaynaklardan çıkış ve karbon nötr olmak için bir hedef belirleyip, yeterli kaynak ayırırsak, rotamızı sürdürülebilir yaşama çevirirsek yeni karbonsuz düzende yerimizi alabileceğiz. Diğer türlü geleceğin farkına varamamanın sonuçlarını telafi etmek için hiç vaktimiz olmayacak.