Dışa dönük iktisat politikası tartışmalarında rekabet gücü kavramı ön plana çkıyor.

 

Dışa dönük iktisat politikası tartışmalarında rekabet gücü kavramı ön plana çkıyor. Geçen hafta bu konuya eğildik ve açıkladık ki rekabet gücü, rakiplerden daha ucuza üretmek, pazarlamak becerisini ifade eder ve maliyet ve fiyat düzeylerindeki farklılıklarla ölçülür.

Rekabet gücü ile yakından akraba olan birim emek maliyetine ilişkin bir örnek verelim: Bir birim pamuk ipliği üretmek için gereken emek miktarının dolar (döviz) cinsinden maliyetini ülkeler arasındaki karşılaştırırsak, iplik sanayiinde kimin rekabet gücüne sahip olduğunu da belirlemiş oluruz.

Rekabet gücünü üç etken belirler: Emek verimi, dövizin reel fiyatı ve reel işgücü maliyeti (ücretler)… Emek verimi yükselen bir üretim kolunun dış piyasalarda başarı potansiyeli artar; rakip ithalata karşı ayakta durabilmesi kolaylaşır. Döviz fiyatları yurt içi enflasyonun üzerinde seyrederse, ithalat pahalılaşır; yerli üretici korunur; bir dolarlık ihracat karşılığında daha çok TL elde edileceği için, dış pazarlara yönelmek çekici olur. Ve emek maliyetleri düştükçe, dış pazarlarda veya rakip ithalata karşı fiyat avantajları ortaya çıkar.

Başlangıçtaki rekabet gücü farkları kadar, bunların zaman içindeki seyri de (maliyet farklarının daralıp daralmadığı da) önem taşır.

***

Türkiye’ye gelelim: DPT Türkiye ihracatının yüzde 90’ını oluşturan sanayi sektörü için birim emek maliyetlerini hesaplıyor. O verileri de kullanarak sanayinin rekabet gücünü belirleyen üç ana öğenin 1997 sonrasındaki seyrini aşağıdaki tablo aracılığıyla izleyelim. (Konumuz için anlam taşıyan yılları seçiyoruz.) Üç öğeden türetilen rekabet gücü göstergesi son sütunda yer alıyor.

Rekabet gücü endeksleri, 1997-2010
screen_shot_2011-03-27_at_8.19.42_am.png

1997-2000 arasında döviz reel olarak yüzde 20 civarında ucuzlamış; ücretler emek verimindeki artışların çok üzerinde seyretmiş; sonuçta Türkiye sanayiinin rekabet gücü üçte bir oranında aşınmıştır.

Kapitalizm, doğası gereği, bölüşüm ilişkilerindeki olumsuz (kâr oranlarının aşınmasına yol açan) gelişmeleri krizler aracılığıyla çözer. 2001-2004 yıllarında bu “düzelme” gerçekleşti. 2001’deki finansal kriz, reel döviz fiyatının yüzde 21 oranında yükselmesine yol açtı; sonraki üç yılda bu kazanımın aşındı ve reel döviz kuru (kabaca) kriz öncesindeki düzeye döndü. Buna karşılık, 2001’de hızla çöken reel ücretler sonra da aşınmayı sürdürdü; 2004’te kriz öncesinin yüzde 30 altına oturdu. Sanayide emek verimi de hızlı (üç yılda yüzde 20’lik) bir tempoyla yükseldi. Reel döviz fiyatlarında istikrar, reel ücretlerde ve ücret payında hızlı bir aşınma (veya kârlılığın hızla yükselmesi)… Rekabet gücü, bu olumlu ortamda hızla ilerleyecektir.

AKP yönetimi altındaki sonraki dört yıl ise, Türkiye’ye dönük sermaye girişlerinin dört nala tırmanmasına tanık olacaktır. 2001-2004 yıllarında 42 milyar düzeyini bulan yabancı sermaye girişleri, 2005-2008’de toplam 201 milyar dolara ulaşacak; bunun sonunda reel döviz fiyatları yüzde 20’yi aşan bir oranda düşecektir. Ilımlı (dört yılda yüzde 13) bir artış gösteren reel ücretler hâlâ 2001 krizinin öncesindeki düzeye ulaşmamış; yine de verim hareketlerinin üzerinde seyretmiştir. Tümüyle olumsuz seyreden bu etkenler rekabet gücünü dörtte bir oranında aşındırmıştır. Sonuç, Türkiye’nin cari açığının dört yılda 135 milyar dolara ulaşması olmuştur. Rekabet gücünün düzeldiği önceki dört yılda dış açık ortadan kalkmamış; ancak, 22 milyar dolarla sınırlı kalmıştı.

2009 krizinin rekabet gücünü “düzeltmesi”, bir önceki krize göre çok ılımlı boyutta ve anlaşılan tek bir yılla sınırlı kalmıştır. Reel döviz fiyatı 2009’da sadece yüzde 8 oranında artmıştır ve bir yıl içinde kriz öncesindeki düzeyin dahi altına dönülmüştür. Sınırlı verim artışları nedeniyle, rekabet gücünü düzeltme işlevini, esas olarak emekçiler üstlenmiştir.

***

Finans kapitalin yönettiği bir dünyanın çevresinde yer alan ekonomilerin bir bölümü (ve Türkiye) döviz kurları üzerinde denetimlerini yitirmişlerdir. Dış kaynak girişleri, reel döviz fiyatlarını ucuzlatmakta; bu olgu öncelikle metropol ekonomilerine karşı rekabet gücünü aşağı çekmektedir.

Sermaye girişlerini denetleyen ve rezerv biriktirerek döviz kurlarını belirleyebilen çevre ekonomileri ise aynı açmaza sürüklenmediler. Bank of International Serttlements verilerini kullanarak 2003-2008 arasında Asya’nın ve Latin Amerika’nın büyük, önemli ekonomilerini Türkiye’yle karşılaştıralım. Reel döviz fiyatları Türkiye’den daha fazla ucuzlayan tek bir ülke (Brezilya) gözlenecektir. Tüm diğer ülkelerin (bu etkene bağlı olan) rekabet güçleri, bu beş yıl boyunca Türkiye’ye göre düzelmiştir.

Sanayinin ortalama emek veriminin yükselmesi, sektörel öncelikleri ve teknik ilerlemeyi hdefleyen stratejik perspektifleri gerektirir. Bunlar, siyasi iktidarların bugünkü gündemleri içinde yer almıyor.

Bu olgular bir yana, rekabet gücü söz konusu olduğunda, otomatik bir neoliberal refleksle karşılaşırız: İşgücü piyasalarını esnekleştirmek… AKP’nin Orta Vadeli Programı da önce “ekonominin rekabet gücünü artırmayı” ana hedef olarak gösteriyor; ardından “esnek istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması” yavesine başvuruyor. Bu, Çin ücretleri hedefine öykünmek ve rekabet yükünü tümüyle işçi sınıfının sırtına yıkma tasarımıdır; o kadar…

Bana sorarsanız, artık doğrudan doğruya rekabet gücü fetişini sorgulama zamanı gelmiştir.