"AKP’nin yanlış politikaları İran’ın elini güçlendirdi. Anlaşma ile Tahran Ortadoğu’nun en etkili aktörü haline geldi, Suriye ve Yemen’de politika değişikliği beklenmemeli"

"Türkiye’nin yanlışları İran’a fırsat doğurdu"

İDİL DALLI

İran ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile Almanya’nın oluşturduğu P5+1 grubu arasında İran’ın nükleer programına dair yürütülen müzakerelerin anlaşmayla sonuçlanmasının yankıları sürüyor. Anlaşmanın dünyaya ve bölgeye yansımasının nasıl olacağı merak edilirken Türkiye’nin bu süreçten nasıl etkileneceği konusu ise açıklanmayı bekliyor. Bu anlaşmanın olası etkilerini İran’la ilgili araştırmalarıyla bilinen siyaset bilimci yazar Arif Keskin ile konuştuk.

Anlaşmanın bölgesel yansımasından başlayalım.

Bu anlaşma 1979’dan sonra belki İran’ın dünyayla yaptığı en büyük anlaşmadır. 1988’de 8 yıllık savaşı bitirmek için İran’la Irak arasında bir anlaşma yapıldı şimdi İranlılar bugünkü anlaşmayı 1988’deki anlaşmadan daha önemli olduğunu söylüyorlar. 1979’da İran kendisini rejim olarak Batı karşıtı olarak tanımlamıştı. ABD’ye ölüm sloganları veriliyordu. Ancak bu anlaşma ile yeni bir sayfanın açıldığı söyleniyor. Rejimin kimliği ABD karşıtlığından vaz mı geçti? Rejim ABD karşıtlığını nasıl devam ettirecek? Liberaller rejimin ve Batı karşıtlığının yumuşadığını ve doğal olarak bu yumuşamayla birlikte rejimin dış politika bağlamında geniş etkilerinin olacağı bekleniyor. Ortadoğu kapsamından bakıldığında bu anlaşma İran’ın elini güçlendirdi. Hatta İran merkezli bir Ortadoğu’dan bahsediliyor. Bazıları için İran’ın bu anlaşmayla politikalarından vazgeçeceğine dair beklenti var, bu doğru değil İran ne Suriye’den ne Yemen’den ne de Irak’tan, Ortadoğu’da yürüttüğü hiçbir politikadan vazgeçmiş değil. Ama şu an daha güçlü bir İran var ortada, ekonomik ambargonun kalkması İran’a dış politikada ciddi bir güç sağlayacak. 100 milyara yakın bloke edilmiş parası var bu para yakında İran’a akıtılacak. Müzakerelerde başarılı olmuş bir İran var. Kendine güvenen bir İran var. Diplomasinin başarısını tatmış bir İran var. Ruhani hemen anlaşmanın ardından bölgede yeni bir sürecin başladığını söyledi. Batılılar ile İran arasında Afganistan ve Irak’ı kapsayan sınırlı bir işbirliği var. Özellikle İŞİD üzerinden yeni bir işbirliği doğduğunu söyleyebiliriz.

İran iç siyaseti bu süreçten nasıl etkilenir?

İç politika açısından bakıldığında Hasan Ruhani 2013’te birçok vaatlerle geldi. Aslında bu anlaşma bu vaatlerinden en azından birini yerine getirdiğini gösteriyor. Reformcu, ılımlı ve pragmatist grubun ülke içinde olan nüfuzunu, saygınlığını artırdı. Önümüzde meclis seçimleri var bu anlaşma seçime daha güçlü girebilmelerine imkân sağladı. Hasan Ruhani’nin 2. kez cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. En önemli vaadi ekonomideki sorunları düzeltmekti. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in önemi arttı. İran’da yeni bir politikacı doğduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte ciddi bir şekilde parladı. Önümüzdeki yıllarda daha yüksek makamlarda görebiliriz. İran’da durum şu an genel anlamda olumlu, gazete manşetlerine bakıldığında zafer havası yaşanıyor ancak bir grup var radikal muhafazakârlar, ciddi şekilde rahatsızlar. İran’ın kırmızı çizgilerinin ihlal edildiğini düşünüyorlar. Batı karşıtlığı rejimin ideolojik anlamda temel değerlerinden birisidir. Hasan Ruhani ve Cevad Zarif’i gizli liberalizm, gizli sekülerizm, gizli batıcılıkla suçluyorlar. Bu grup mecliste birçok kişiyi kapsıyor ama devlet içinde süreci etkileyebilecek konumda değiller. İran’da en önemli güç dini lider ve Ayetullah Ali Hamaney bu süreci destekliyor, Hamaney’in desteklemesi birçok muhafazakârı susturmuş ve birçoğunu destek vermeye zorlamış durumda. Anlaşmanın yapıldığı gece bakanlar Hamaney’in iftar konuğuydu bu da simgesel olarak desteklediğinin bir işareti. Halk bu süreçten memnun. Ambargolar İran ekonomisini ciddi şekilde zorlamış durumda. 2013 cumhurbaşkanı seçiminde de halk Hasan Ruhani’ye oy vererek nükleer sorunun çözülmesini istemişti, Ruhani’nin vaatleri bu çerçevede şekillenmişti. İran’da ılımlı muhafazakârların, reformcuların kazandığını söyleyebiliriz. Radikal muhafazakârlar köşeye sıkışmış vaziyette.

Türkiye-İran ilişkileri bundan sonra nasıl bir seyir izler?

İran’la Türkiye şu anda Ortadoğu’da jeopolitik-siyasi rekabet halindeler. İran’ın daha güçlü bir pozisyona yükseldiğini söyleyebiliriz. Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti zaten sürdürülebilir bir siyaset değil. Başarılı olmadığını pratik olarak ispat etmiştir. Bunu Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta sonra daha net olarak görebileceğiz. Beşer Esad anlaşmayı başından beri destekledi, sonuçtan sonra da kutladı. Irak’taki İran müttefikleri de bunu istiyordu hatta birkaç yıl önce ABD ile İran arasındaki nükleer soruna arabulucu olmak istiyorlardı. İran’ın ekonomik anlamda rahat nefes alması İran’ın müttefiklerini de rahatlattı çünkü onlara ekonomik, siyasal, diplomatik anlamda daha fazla destek olabileceği belli oldu.

Taraflar arasında kazanan kaybeden var diyebilir miyiz?

Buradan bakınca Türkiye-İran rekabetinin İran’ın lehine olduğu söylenebilir. İkili ilişkilere bakıldığında Türkiye ile İran arasında ekonomik anlamda, enerji anlamında olumlu bir hava olabilir, bir süreç yaşanabilir. Ancak bölgesel olarak İran daha güçlü pozisyondadır. AKP tek başına iktidar olamıyor, koalisyon kurmak zorunda, bu olunca Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti değişicek zaten bu politika sürdürülebilir bir politika değil. Koalisyon kurulursa bölgesel anlamda Türkiye’nin İran çizgisine yaklaşabileceğini düşünüyorum. Türkiye bu maceracı siyasetinden, bölgede hiçbir olumlu katkı sağlamadığı politikasından vazgeçecektir. Türkiye özellikle Arap Baharı sonrası kendi değerlerine uygun, bölgesel koşullara uygun bir politika üretseydi şu anda İran’ın konumu çok daha farklı olurdu. Aslında şu an İran’ın Batı tarafından bu denli önemli hale gelmesi Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da izledikleri yanlış politikalardır.

ABD’nin bu anlaşmadaki rolü nedir?

ABD’de özellikle Obama kazandı. Amerika için yeni bir denemeydi bu. Amerika İran nükleer sorununa Libya, Irak ve Afganistan’a yaklaştığı şekilde yaklaşmadı. Müttefikleri ve Avrupa’yı kendi yanına çekmeye çalıştı. Rusya için de işbirliği yapmaya çalıştı. Bu kez sert ve buyurgan söylem yerine çok taraflılığı esas aldı. İran’ı tehdit etmek yerine İran’ı kabullenme, onunla diyalog kurma yolunu seçti. Bu ABD için 11 Eylül’den sonra yeni bir tecrübeydi. ABD bir kurşun sıkmadan en önemli düşmanlarının biriyle masaya oturmayı başardı. ABD’nin en büyük başarısı İran gibi bir rejimle olan sorununu çözebilmesi ve onu tam anlamıyla sisteme entegre etmesi. Bunu yapmasıyla Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da yeni bir sayfa açmanın ilk adımını attı. Anlaşma düzgün giderse İran’da ABD’nin büyükelçiliği bile açılabilir. İran’da ABD’yle ilişkileri daha iyi seviyeye getirmek isteyen gruplar sabırsızlıkla bunu istiyorlar. İran rejimi içerisinde ciddi bir Amerikancı damar var. Bu yeni de değil, 1979 devrimin doğuşuyla özdeştir. Bu gruplar 1979’dan beri hep İran’la ABD ilişkilerini düzeltmeye çalıştılar. Bir diğer dikkat çekmek istediğim nokta da Viyana’da son fotoğrafta Rusya bayrağının önüne Sergey Lavrov çıkmadı. İran’da bu da çok tartışıldı. O fotoğraf Rusya’nın anlaşmadan çok da memnun olmadığını gösterdi; bu ABD’nin zaferi sayılabilir. İran Rusya’yla olan ilişkilerini zayıflamaya itebilir. Şu an iktidar olan grup anti-Rus ve Batıcı bir grup. Bu açıdan da ABD’nin lehinde bir süreç.