Türkiye otoriterleşirken ‘bana ne’ diyemeyiz!

KADRİYE BAKŞİ

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yle üyelik müzakerelerinin dondurulması yönünde verdiği kararının ardından AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler geri döndürülemez bir noktaya doğru ilerliyor. Türkiye’deki gelişmeler ve AKP’nin uygulamaları Avrupa tarafından sıkça eleştirilirken Avrupa’daki sağın yükselişi de devam ediyor. Peki bu tabloya solun cevebı ne oluyor? Hamburg Eyalet Parlamentosu’ndan Sol Parti Eşbaşkanı Sabine Böddinghaus ile konuştuk

» Sevgili Sabine, siz Hamburg Eyaletinde tanınan, saygın bir politikacısınız. BirGün okurlarına kendinizi biraz tanıtır mısınız?
Teşekkür ederim. 59 yaşındayım, eğitim bilimcisiyim. Evliyim, beş çocuğum, iki de torunum var. Hamburg Parlamentosu'nda Die Linke partisi milletvekiliyim ancak yaşamımın büyük bir bölümünde parlamento dışı siyasi çalışmalar yaptım. Eğitim politikası birincil ilgi alanım oldu. Lise yıllarımda, üniversite yıllarımda sürdürdüğüm çalışmalar, çocuklarım okula başlayınca veli örgütlerinde devam etti. Hala tüm çocuklara eşit fırsat tanıyan, demokratik ve sosyal bir eğitim sisteminden çok uzağız. Parlamenter çalışmalara geçmemde bunun büyük rolü var. Ancak hala parlamento dışı politikayı çok önemli bulmaktayım.

» Okuyucularımıza biraz da temsilcisi olduğunuz Die Linke’yi (Sol Parti) tanıtır mısınız, Almanya’nın politik manzarasında partiniz nasıl bir yerde duruyor, sizi diğer partilerden ayıran özellik nedir?
Beni bu partinin üyesi yapan en önemli şey sanırım sosyal, toplumsal hareketlerin ve sokaktaki insanın yakınında durması, politikasını onlarla birlikte inşa etmesi. Biz yaraları gösteren partiyiz. Zenginle yoksul arasında giderek açılan uçurumu gösteren, zenginliğin eşit dağılımı için mücadele eden partiyiz. Derdimiz adaletsiz bir toplumu yönetmek değil, haksızlığa uğrayanın yanında durmak onu güçlendirmek.

» Die Linke kamuoyunda bir tepki partisi olarak gösterilmekte. Aynı şey, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerinden oy toplayan başka bir parti AFD (Almanya için Alternatif) için de söylenmekte. Hatta aynı kesimlerden oy aldığınız söyleniyor. Bunda gerçeklik payı var mı?
Var. Yapılan araştırmalar seçmenlerimizde az da olsa kesişen bir kitlenin olduğunu gösteriyor. Bunu sokaklarda enformasyon masaları açtığımızda bizzat görüyoruz. Yanımıza gelip, bizi seçtiklerini ama sayıları artan göçmen ve mültecilere karşı bir şeyler yapmamız gerektiğini söyleyenler oluyor.

turkiye-otoriterlesirken-bana-ne-diyemeyiz-214446-1.

» Cevabınız?
Yanlış bir partiyi seçtiklerini söylüyoruz. Mümkün olursa konuşmaya, ırkçılığın tehlikelerini anlatmaya çalışıyoruz tabi. AFD ile siyasi olarak en ufak bir benzerliğimiz yok. Bu partinin çalışmalarına ve programına bakmak yeterli, program denirse eğer. Yoksul kesimlerden bu partiyi seçenler kendi cellatlarını seçiyorlar. Biz ekonomik ve sosyal adalet, özgürlük, herkes için insan hakları isteyen; Almanya’nın savaşlara, silah ve asker gönderilmesine karşı çıkan tek barış partisiyiz. AFD gibi, insanların problemlerini, başka insanlara nefrete dönüştüren bir partiye kilometrelerce uzağız.

» Almanya’da yaşayan göçmenler partinize oy veriyorlar mı, sizce neden Die Linke’yi seçmeliler?
Prensip olarak herkes bizi seçsin derim tabi. Ama göçmen seçmenler konusu biraz da konularla bağlantılı. Mesela eğitimdeki kast sisteminin kaldırılması, orta ve lise öğreniminde de bütün çocukların aynı okullarda olması konusunda göçmenlerden yeterli desteği alamadık. Almanya’daki okul sistemini anlamamış olmalarından da kaynaklanabilir ama referandumda çocuklarını okutmak için elit liselerin kalması yönünde oy kullandılar. Yükseköğrenime olanak veren bu okullara çok az sayıda göçmen ailenin çocuğu gidebildiği halde. Bu konuda daha fazla çalışmamız gerek. Mülteciler politikasındaki açık ve dayanışmacı tavrımız geniş kabul görmekte. Bu arada teslim etmeliyim ki, Sosyal Demokrat Parti göçmen oyları konusunda çekim noktası.

» Burada yaşayan üç milyon Türkiye kökenli göçmen aynı zamanda Türkiye’deki politikalara da duyarlı partinizin bu konuda bir pozisyonu var mı?
Şu anda Türkiye’deki durum temel insan hakları ve demokrasi ile ilintili ve Sol Parti’nin direk ilgi alanı. Tabi Türkiyeli göçmenlerin ülke ile ailevi, kültürel, duygusal daha köklü bağları var. Biz de süreçle ilgili kendi politik doğrularımız çerçevesinde görüş belirtiyoruz. Küçük bir çaba belki, geçen hafta Türkiye’deki meslektaşlarımızla dayanışmak için Hamburg Parlamentosu’nda harekete geçtik. Tutuklu vekil, gazeteci ve belediye başkanları ile dayanışma açıklamamızı 121 eyalet milletvekilinin 93’ü imzaladı.

» Yüz bini aşkın kamu çalışanı işinden uzaklaştırıldı…
Açık söylemem gerekirse durum karşısında çaresizlik duygusu yaşıyorum. İnsanların nasıl dayanabildiklerine şaşırıyor, direnme güçlerine büyük saygı duyuyorum. Ne yapıyor bu insanlar, nasıl yaşıyorlar? Önümüzdeki hafta meclise yeni bir önerge getirecek ve eyaletimizdeki milletvekillerinin, Türkiye’de tutuklu olan kovuşturmaya uğrayan milletvekilleriyle kardeş vekil ilişkisine girmesini önereceğiz. Eyalet Başkanımız Olaf Scholz’un, görevden alınan Diyarbakır Belediye Başkanı ile kardeş başkan olması da bu önerilerimiz içinde. Bakalım. Dayanışma adına yapılabilecek daha fazla şey olmalı. Yapabildiğimiz henüz az ama edindiğim duyumlar küçük de olsa bunların moral verdiği, güçlendirdiği. Avrupa Parlamentosu’nun Erdoğan’a kırmızı kart göstermesi de işe yarar umarım. Kırmızı çizgi çoktan aşıldı, en azından bu kadar iç içe yaşadığımız ülkelerdeki demokrasi ve insan hakları sorununda ‘bize ne’ dememeliyiz.

» Eğitim sizin temel konularınızdan biri sevgili Sabine, Türkiye’de eğitim sisteminin giderek bilimden uzaklaşması, İslamlaştırılması, liselerin imam hatiplere çevrilmesine karşı mücadele eden öğrenci ve velilerle buradan dayanışabilmek mümkün müdür?
Çok önemli bir konu… Bu alanda mücadele eden dernek ve grupları henüz tanımadığımı itiraf etmeliyim. Binlerce öğretmenin açığa alındığını biliyoruz. Ülkedeki gelişmelere bakınca bunların yerine atananların okullarda bilimsel eğitimi uygulayacaklarından şüpheliyiz. Beyinleri bilim yerine dincilikle doldurulan bir nesil ülkenin geleceği açısından endişe verici. Bu gelişmeye karşı çalışma yapan insanlara destek vermek benim açımdan çok önemli. Tanışmalıyız.

» Burada yaşayan Türkiyeli göçmenler de bu politikaların etkisi altında. Kuran kurslarına gönderilen, beş altı yaşlarında örtülen çocukların sayısı arttı, yaşam biçimleri ve toplumla ilişkiler değişiyor, inanç ve milliyetçilik etrafında kümelenen gruplar oluşuyor. Gelişmelerin, birlikte yaşama ve toplumsal barışa etkisi nasıl olur?
Bakın geçen hafta önergeyi imzalamayan Hristiyan Demokrat Parti milletvekillerinden biri bu tavrını “Türkiye zaten hiçbir zaman Avrupa’ya dâhil olmadı. Bu insanlara toplumsal değerlerimizi kazandırma çabanızı gereksiz buluyorum,” şeklinde gerekçelendirdi. Bu gelişmeler, Türkiyeli göçmenlere karşı örtülü şekilde olan ırkçı önyargıların açığa çıkmasını da beraberinde getirecek. Türkiyeli göçmenler arasında çelişki ve çatışmalar da gittikçe derinleşip yaygınlaşacak gibi görünmekte. Bir yanda seküler kesim, diğer yanda zaten topluma kabul edilmediği için kimlik arayışı içinde olan yeni muhafazakâr İslam kimliğine dört elle sarılanlar.

Hayır, ben toplumsal çatışmalardan çekinen birisi değilim, sorunların çözümü ve toplumsal daha ileri bir adım atabilmek için çatışma gerekli hatta. Önemli olan doğru yerde pozisyon alabilmek ve toplumsal barış için politikalar üretebilmek.

» Bir de bu şeriat özentili otoriter yönetimin altında kadınların ve çocukların durumu tabi…
Bu arada sevindirici gelişmeler de var. Kız çocukların tecavüzcüyle evlenmesini isteyen iğrenç önerge kadınların mücadelesi ile geri çekilmiş. Bu kadar olumsuzluğun içinde bu inanılmaz güzel bir gelişme. Üstelik Erdoğan’ın kendi saflarından kadınlar da önergeye karşı çıkmış.

» Evet, hatta Erdoğan’ın kızı önergeyi eleştirdi.
Almanya’da da kadınların emansipasyonu (özgürleşmesi) henüz sağlanmış değil. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. Türkiye ve Almanya’daki kadın örgütleri daha fazla yaklaşabilmeli, dayanışabilmeli. Bunun yollarını bulmalıyız.

» Evet, haklısınız Sabine. Başka bir konu da Türkiye’de muhalif yapılara legal veya parlamenter yolların giderek kapatılması, parlamento dışı hareketlerin işlevini nasıl değerlendiriyorsunuz. 2013’de yaşanan Gezi muhalefeti örneğinin, örgütlü bir biçimde devamını sağlamak amaçlı Birleşik Haziran Hareketi var mesela. Bu barışçıl hareketlerin toplumsal değişimi sağlamakta sınırları nereye kadar sizce?
Bu tür hareketleri vazgeçilmez önemde görmekteyim. Türkiye’de çok zor ve tehlikeli koşullarda muhalif olunabiliyor. Bu kişilikli ve cesur tavra çok saygı duyuyorum. Erdoğan girdiği yoldan dönmezse muhalifler illegal örgütlenmelere geçmek zorunda da kalabilir. Ya da ülkeyi terk etmek… Türkiye’den 400 kadar insanın siyasi mülteci olarak Almanya’ya geldiğini dün bir gazeteciden duydum. Devam edecek olursam, parlamenter sistem tek başına zaten hiçbir yerde demokrasinin garantisi değildir, diyebilirim. Tek garanti dışarıda, kendi haklarındaki kararlara aktif katılan hareketlerin yaptırımıdır. Direk demokrasi, halkın kararlarda direk söz sahibi olması Die Linke açısından da çok önemli.

» Son sorum yine Partiniz Die Linke ile ilgili. Şu anda oy oranınız %9 ve yeni seçimler kapıda. Seçim sonrası nasıl bir role hazırlanıyorsunuz, koalisyon ortaklığı mı, muhalefet mi?
Bu konuda partide ve seçmen kitlemizde farklı görüşler var. Yönetime ortak olup, sorumluluk almayı isteyenleri anlamakla birlikte, ben muhalefetin olanaklarıyla toplumsal işlevimizi yerine getirebileceğimize inananlardanım. Koalisyonun küçük ortağı olarak vaatlerimizi yerine getirememek yerine yaratacağımız baskı ile toplumsal değişimde daha aktif rol tercih edilmeli. Koalisyon yaptığımız eyaletlerde oylarımızın yarıya indiğini de unutmamalıyız.