Türkiye ‘soğan ekmek yemeye’ razı mı?

Konuk Yazar: Prof. Dr. Öner Günçavdı

Siyasilerin fiyat istikrarının önemini yeterince anlamadığını düşünüyorum. Bunca yıllık AKP iktidarının en önemli icraatlarından biri olmasının yanında, siyasi olarak kamuoyundan bunca sene destek görmesinin ardındaki nedenlerin en önemlisinin bu olduğunu düşünüyorum. Öyle ya geliri sabitken, yarın sahip olacağın refahın ne olacağını bilmek önemli sıradan insan için. Geleceğe güvenle bakabilmek ise işte bu belirsizliğin ortadan kalkmasıdır.

En son açıklanan enflasyon rakamlarından sonra, şimdi gelin de geleceğe güvenle bakın. TÜFE’nin yüzde 36,08’e ulaştığı bir durumda satın alma gücünün, sahip olduğumuz refahın sabit tutulması mümkün müdür? Dahası ÜFE enflasyonunun yüzde 80’lere dayandığı bir noktada, bunun kamuoyunun refahında gelecekte bir azalma yaratmayacağını kim garanti edebilir?

Maalesef her geçen gün fakirleşiyoruz. Ama bundan çok daha vahimi, bu konuda tedbir alması gerekenlerin içinde bulundukları atalet. Onlar fiyat artışlarına yol açan nedenleri ortadan kaldırmak yerine, kendilerine yakın medya yoluyla fakirlikle baş etmenin yollarını anlatmaya başladılar bile. Bunun en son örneği, aç kalmamak için fakirleşen vatandaşa “soğan-ekmek” yemesi önerilerek gösterildi.

İktisat bilmeden sarf edilen bu söz, “soğan ekmeğe razı olmak”, bugüne kadar sahip olduklarımızdan vazgeçmek anlamına gelir. Yaşam tarzımızın mevcut gelirimize göre lüks olduğu anlamına gelir. Aynı zamanda son yıllarda elde edilen gelir artışlarımızın ve refahın bir kalıcı olmadığı anlaşılır. Çok daha önemlisi AKP’nin on dokuz yıldır yarattığı refah algısının da “yalan” olduğunun dolaylı bir itirafıdır. Zira AKP 2002 yılında bundan fazlasını vaat ederek iktidara gelmişti. Söz vermişti!

AKP’nin sürekli “dava” olarak kast ettiğinden herkes kendine göre bir şeyler anlamaya çalıştı. Belki dar bir siyasi kadro, 100 yıllık bir düşünceyle hesaplaşma olarak gördü bunu. Ama çok daha geniş halk kesimi, bunu daha fazla refaha erişim imkânı olarak gördü.

‘BEN BİLİRİMCİLİK VE KİBİR’

Zaten 2001 gibi ekonomik krizin ardından gelince, geniş halk kitleleri “daha çok refaha erişim” vaadine dikkat kesildi. AKP ise, ilk yıllarındaki söylemleriyle bunu destekledi. Kast edilen “dava” daha yoksul kesimlerin refah arayışı olarak sokaklarda kendine yer buldu. Söylem bazında buna cevap veremeyen muhalefet ise, her geçen gün güç kaybederek, AKP’nin kamuoyunun güvenini kazanmasına, beraberinde bugün olduğu kadar o günlerde de var olan, “kibirin” oluşmasına imkân sağladı.

Son yıllarda “dava” önemli darbeler aldı. Ama “ben bilirimcilik ve kibir” iktidarın temel belirleyici özelliği olarak kaldı. AKP geçmişte izlediği politikalarla sağladığı refahın kalıcılığını sağlayacak tedbirleri almakta gecikti. Hatta son aylarda gündeme getirdiği “Çin modeli” tartışması etrafında, sanayinin önemini kamuoyunda işlenmeye başlasa da, iktidarın geçmişteki tercihleri düşünüldüğünde, bu durum kamuoyu nezdinde ciddi bir çelişki oluşturdu. İktidarın inanılırlığını zedeledi.

Ancak AKP’nin bu başarısızlığını bilinçli bir şekilde yaptığı iktisadi tercihlerinin sonucunda olduğu bile söylenebilir. Sayın Cumhurbaşkanı daha Başbakanken, 2014 yılında TOBB’da iş insanlarına yaptığı bir konuşmada “inşaat sektörüne dur, sanayi sektörüne ilerle derseniz çöküntü başlar” diyerek, aslında böyle bir sürekliliği sağlayacak olan sanayi sektörünü bilinçli olarak dışladığını itiraf etmişti. Şimdi de on dokuz yıldır kırdan kente mobilize ettiği kitlelere ödünç paralarla sağladığı refahı sürdürememenin sıkıntısını sanayiden gelecek dövizlerle aşmaya çalışmaktadır.

AKP’nin başlangıçta ortaya koyduğu “dava”, Türkiye’nin çok uzun yıllardır başaramadığı “kırsal kalkınma” sorununun bir uzantısı olan, kırsalı kentlere getirerek refaha erişim sağlama düşüncesidir. Bu yeni bir dava olmadığı gibi, farklı dönemlerde farklı boyutlarda başka siyasi anlayışların liderliğinde gerçekleştirilmiştir. AKP’nin bunlardan farkı ise, zaten var olan bu dinamiği, çok daha büyük kitleleri sürece dâhil ederek, o günlerin elverişli finansal imkânlarını kullanıp, yönetebilmektir. O günlerde vatandaş refaha ulaşma, AKP de siyasi desteğini arttırma peşindeydi. Yani alan memnun, satan ise çok daha memnundu. O günlerde siyaset işlevini görüyor, refah arayışlarında vatandaş siyasileri yönlendirebiliyordu. Hatta bugün muhalif görüşleri savunanların bile, o günlerdeki ekonomik ortamdan çok fazla şikâyeti yoktu.

Şimdi soruyorum size, hangi gerekçeyi kullanırsanız kullanın, bu halk soğan ekmek yemeye razı edilebilir mi?

Kanaatimce bu çok zor. Neden mi? Çünkü refah azalışına çözüm olarak önerilenlerin AKP’nin kendi eliyle şehirleştirdiği kesimlerde bir karşılığı yok. Daha çok kırsal nüfusun hâkim olduğu dönemlerde, tarımdan geçinenlerin ekonomik darboğazlarda gösterebileceği olan bu tepki, günümüzün şehirli nüfusu için sadece bir nostaljiden ibarettir. Günün ihtiyaçları değişmiş ve çeşitlenmiştir. Ekonomik güçlükler, sadece açlık tehlikesi değil, aynı zamanda kentlerdekilerin diğer ihtiyaçlarını yerine getirebilmesinde de kısıntıya gidilmesine yol açmaktadır. Hedeflediği kitle bakımından netliği olmayan bu mesajın, ülkenin bütününde bir anlamı kalmamıştır artık. Hele de böyle bir enflasyonist süreçte…