Türkiye’de özelleştirme sürecini başlatanlar ‘ekonominin etkinliğini artırmak’ gibi kendilerinin bile ciddiye almadığı gerekçeler ileri sürdüler. Ancak özelleştirmenin arka planını hiçbir zaman tartıştırmak istemediler

Türkiye tarımında özelleştirme

KONUK YAZAR: ORHAN SARIBAL - CHP Milletvekili, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi

Özelleştirme, 1950-70 döneminde gelişen ve dünya ekonomisinde yaygınlaşan sermaye birikim rejiminin, 1970’lerde başlayan krizine çare ararken ortaya çıkan bir politikadır. Serbestleştirme, kuralsızlaştırma ve özelleştirme iktisadi-mali küreselleşmenin ana unsurları ve araçları olup, çok kapsamlı ve karmaşık sosyal ve politik etkiler doğurmaktadırlar.
Özelleştirme, küreselleşmenin temel araçlarından birisi olarak, uluslararası mali kuruluşlar ve çokuluslu şirketlerin öngördüğü “yapısal uyum programları” kapsamında gündeme getirilmiştir.


Sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması eylemine bağlı olarak devletin küçültülmesi, sosyal devletin ortadan kaldırılması ve kamusal denetimin yok edilmesine yönelik özelleştirme programları uygulamaya konmuştur.
Özelleştirme devletin ekonomi üzerindeki denetimini azaltırken aynı zamanda yabancı, küresel mali sermayenin giriş-çıkışını kolaylaştırdığı ve hatta borçlanma gereği nedeniyle teşvik ettiği için, devlet politikalarını küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye zorlar ve devletin küresel mali sermaye karşısında göreli bağımsızlığını azaltır. Genel olarak çalışanların örgütlerini zayıflatarak yaşam koşullarını ağırlaştırırken, emperyalizmin ve uluslararası mali oligarşilerin iktidarını güçlendirir.

Uygulamada, özelleştirmenin birtakım somut amaçlara yönelik olduğu görülmektedir. Bu amaçlar üç alt başlıkta toplanmaktadır: ekonomik, sosyal ve politik. Ekonomik amaçların başında, serbest piyasa koşullarının yaygınlaştırılması gelmekte; buna ek olarak, kamu girişimlerinin devlet bütçesi üzerindeki olumsuz etkilerinin giderilmesi ve sermaye piyasasının güçlendirilmesi de ekonomik amaçlar olarak sıralanmaktadır.

Sosyal amaç, mülkiyetin geniş kitlelere yaygınlaştırılması yoluyla servet dağılımını daha dengeli bir duruma getirme biçiminde belirtilmektedir. Son olarak, özel mülkiyet anlayışının egemen kılınması ve “istenmeyen” siyasal eğilimlerin önlenmesi de özelleştirmenin politik amacını oluşturmaktadır.

Rant oluşumu ve kaynak transferi mekanizması
Türkiye’de özelleştirme sürecini başlatanlar “ekonominin etkinliğini artırmak, sermayeyi tabana yaymak veya serbest piyasa sistemi oluşturmak” gibi kendilerinin bile ciddiye almadığı gerekçeler ileri sürdüler. Ancak özelleştirmenin gerçek arka planını hiçbir zaman tartışma düzlemine getirmek istemediler. Oysa özelleştirmeye yerli ve yabancı sermayenin açıkça dile getirilmeyen talepleri açısından bakıldığında; bazı noktaların öne çıktığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, özelleştirme yoluyla sermayeye yeni değerlenme yani kâr alanlarının açılması, ikinci ve oldukça görünür düzlemde kalan neden ise, özelleştirmenin sağladığı rantlardan doğrudan yararlanmanın iştah kabartıcı cazibesidir.

Gerçekten Türkiye burjuvazisinin bir bölümü geleneksel olarak devleti rant-oluşumu ve servet birikimi için bir araç olarak kullanmıştır. Bu katmanlar, özelleştirme gündeme geldiğinde, bunu çok verimli bir kaynak aktarım mekanizması olarak algıladılar ve hızla özelleştirme lehinde çok etkili bir baskı grubu oluşturdular. Siyaset ve üst düzey bürokrasi çevreleriyle belli sermaye grupları arasındaki yakın bağlar sayesinde özelleştirme uygulamalarının büyük bir bölümü bu çevreler lehine bir rant-oluşumu ve kaynak transferi mekanizmasına dönüştü.

Kamuoyuna birer “kambur” olarak sunulan KİT’lerin sorunlarını çözmede en etkili yolun, bunları “özelleştirmek” olduğu, 1980 başından beri tekelci sermaye, IMF ve Dünya Bankası raporlarında ve nihayet 24 Ocak Kararları’nı alan ve onu izleyen hükümetlerin programlarında yer alıyordu.

Anap’la başlatılan özelleştirme
24 Ocak 1980 Kararları’yla başlatılan “istikrar ve uyum programları” ile birlikte ekonomik, sosyal ve politik boyutlarıyla Türkiye’nin gündemine giren özelleştirme, ülkenin somut gerçeklerinden hareketle geliştirilen bir araç değil, Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmiyle bütünleşmesini artırmak ve sermayenin sömürü olanaklarına yeni katkılar yapmak için getirilen bir çaredir ve 12 Eylül askeri rejimi eşliğinde gerçekleştirilebilmiştir. Türkiye’de özelleştirmeye ilişkin ilk hazırlıklar 1983 sonrasında, ANAP iktidarlarıyla birlikte başlatıldı. KİT’lere ilişkin 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin çıkarılmasıyla özelleştirme yolu da açıldı. Özelleştirmenin yol ve yöntemini hazırlamak için yabancı danışmanlık şirketlerine çağrı yapıldı. Bu konudaki çalışmaların en kapsamlısı, 1985 sonunda hükümete verilen ABD’li Morgan Guaranty Bank’ın “Özelleştirme Ana Planı”dır. Özelleştirme, bu plandaki önerilere bağlı kalınarak yürütülmüştür.
Özelleştirme Ana Planı’nda tarımsal KİT’lerin satış öncelikleri şöyle belirlenmiştir:

» Birinci derecede öncelikli KİT’ler: YEMSAN, TİGEM
» İkinci sırada öncelikli KİT’ler: SEK, EBK, ORÜS, ÇAYKUR, TÜGSAŞ, TŞFAŞ
» Üçüncü sırada öncelikli KİT’ler: TMO, TZDK

Özelleştirme programına alınan tarımsal KİT’lerin özelleştirme sıralamasında zamanla değişiklikler yapılmış; bazı kurumlar özelleştirme kapsamına alınırken, bazıları da özelleştirme kapsamından çıkarılmıştır..

turkiye-tariminda-ozellestirme-435228-1.

Adım adım yabancı tütünler hâkim oluyor
Özelleştirme saldırısından payını alan ilk ürün tütün oldu. 1984’te TEKEL’e sigara ithalatı için izin verildi. 1986’da tütünde devlet tekeli, 1988’de ise Amerikan tipi tütün ithalat yasağı kaldırıldı. 1991’de bu konudaki son kısıtlamalar da yürürlükten kaldırılarak yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere yurt içinde tütün mamulleri üretme hakkı verildi.
Bu süreçte Philip Morris-Sabancı ortaklığı (Philsa) 1992’de, R. J. Reynolds (JTI) 1993’te, BAT-Koç ortaklığı 2002’de, European Tobacco-Arbel ortaklığı 2004’te, Imperial Tobacco ise 2005’te sigara fabrikalarını kurarak üretime geçtiler.
1985 yılında piyasaya sunulan sigaraların yalnızca yüzde 10’unu ithal sigaralar oluşturuyordu. Aradan 20 yıl geçtikten sonra yabancı sigaraların payı yüzde 60’a yükseldi.

1990 yılında TEKEL’in sigara üretiminde kullanıldığı yerli tütün miktarı 70 bin ton iken, 2003 yılında 42 bin tona düştü. 2017 yılı itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren sigara şirketlerinin kullandıkları toplam 110 bin ton tütünün yalnızca 13 bin tonunu yerli tütünler oluşturmaktadır.

Tekel'de özelleştirme
TEKEL, IMF ve Dünya Bankası’na verilen niyet mektuplarındaki taahhütlere uyularak 5 Şubat 2001 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararı ile “özelleştirilme işlemleri 3 yıl içerisinde tamamlanmak üzere” Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (ÖİB) devredildi. Öte yandan 6 Ocak 2001 tarihinde çıkarılan Kanun ile TEKEL’in alkollü içki üretim ve dağıtımındaki 136 yıllık denetimine son verildi. Kanuna göre, yılda en az bir milyon litre üretim ve ithalat miktarına ulaşan şirketler, bu etkinliklerini yürütmek ve fiyat belirlemekte serbest olacaklardı.

Uluslararası mali kuruluşlara verilen taahhütlerde geçen ifade ile “tütün sektörünü serbestleştiren, tütünde destekleme alımlarını ortadan kaldıran ve TEKEL’in varlıklarının satışına izin veren” Tütün Kanunu 3 Ocak 2002’de kabul edildi. Bu Kanunla TEKEL’in tasfiyesinin önü açıldı.

TEKEL'in alkollü içecekler bölümü ÖİB tarafından 5 Kasım 2003 tarihinde yapılan ihale sonucunda 292 milyon dolar bedelle Mey İçki Şirketi’ne devredildi. Mey İçki’nin yüzde 92’lik hissesi, 2006 yılında 810 milyon dolara Amerikan Texas Pacific Group’a satıldı.

2007 sonu itibariyle yüzde 30,6’lık bir pazar payına sahip olan TEKEL’in sigara markaları ve fabrikaları, 22 Şubat 2008 tarihinde yapılan ihalede 1 milyar 720 milyon dolar bedelle British American Tobacco’ya (BAT) satıldı; böylelikle sektör yabancı şirketlere devredilmiş oldu.

Sonuçta Türkiye tütün üretiminin dörtte birini gerçekleştiren ihracatçı bir ülke iken; AKP’nin uyguladığı ithalat odaklı politikalar nedeniyle günümüzde “net tütün ithalatçısı” konuma düştü. 2003-2016’da Tütün ihracatı 112 bin tondan 52 bin tona geriledi. Tütün ithalatı 70 bin tondan 103 bin tona yükseldi. 2016’da 360 milyon dolarlık tütün ihracatına karşılık, 560 milyon dolarlık ithalat yapıldı.

Çayda özelleştirme
1980’lerde özel sektöre açılan bir başka alan kuru çay üretimi oldu. Çayda kalite ve ihracatın artacağı söylemleriyle 1984’te devlet tekeli kaldırılarak çay alımı, işlenmesi ve satışı yerli ve yabancı sermayeye açıldı. Özel sektör özelleştirmeyi izleyen 10 yıl içerisinde yüzde 65’i atölye veya değirmen düzeyinde olmak üzere 263 adet çay işleme tesisi kurdu. Böylelikle kurulu kapasitenin yüzde 60’ı özel sektörün eline geçti.

Bu süreçte özel sektör gerek yaş çay alımında gerekse işlemede kaliteye özen göstermedi. Satın aldığı yaş çay bedellerini yıllarca ödemeyerek üreticiyi perişan etti. Düşük maliyetlerle ürettiği kalitesiz çayı ancak ÇAYKUR’un paketlerini taklit ederek, yüksek indirim oranlarıyla piyasaya sürebildi.Günümüzde çay pazarının büyüklüğünün 1,5 milyar TL olduğu tahmin ediliyor. Çaykur’un pazardaki payı yüzde 50 dolayında olup; ardından yüzde 17'lik pazar payı ile Lipton (Unilever) ve yüzde 13’lük pazar payı ile Doğuş markaları gelmektedir. Ofçay ise pazarın dördüncü büyüğüdür.Geçtiğimiz yıllarda pazarda büyük hareketlilik yaşanmış; Ülker Grubu Obaçay ve Doğa; Coca-Cola ise Doğadan Çayı satın almıştır. Kısacası pazarda kıyasıya bir rekabet yaşanıyor.

Çay tüketiminde ilk beşteyiz
Türkiye, yılda 200 bin tonluk tüketimiyle dünyada en çok çay tüketilen ilk 5 ülke arasında yer alan dev bir çay pazarıdır. Bu nedenle yerli ve yabancı sermaye grupları, sektördeki kamu kuruluşu ÇAYKUR’u önlerinde en büyük engel olarak görmektedir.

ÇAYKUR’a ait çay fabrikalarının 2001 yılından itibaren özelleştireceği IMF ve Dünya Bankası’na taahhüt edildi. ÇAYKUR’un özelleştirilmesiyle Türkiye, başka ülkelerin çay pazarı haline gelecek, piyasa daha kalitesiz çaylara terk edilecektir. Kurumun uluslararası tekeller ya da yerli ortaklıklarının eline geçmesi halinde ise, çayda önemli bir pazar olan Türkiye’de yerli çay satılamaz hale gelecek, Karadeniz’de çay tarımı ve sanayi tasfiye edilecektir.

Öte yandan ÇAYKUR 5 Şubat 2017 tarihli Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Varlık Fonu’na aktarıldı.

Tohumculuk ve Tigem'de özelleştirme
1980 öncesi tohumculuk devlet tekelindeydi ve tohum fiyatları devlet tarafından belirleniyordu. 1982 yılında tohumluk fiyatları serbest bırakıldı. 1984’te Dünya Bankası’yla yapılan ikraz anlaşması uyarınca, bir yandan tohumluk ithalatının serbest bırakılmasıyla bu alan tümüyle yerli ve yabancı sermayeye açılırken, öte yandan konu ile görevli kamu kuruluşu TİGEM’in işlevleri aşındırıldı. Kurumun işlevleri çokuluslu tekeller temelinde özel sektöre devredilmeye başlandı.
2006 tarihli ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile çokuluslu şirketlerin hakimiyetine açık bir döneme girildi. Bu Kanunla köylülerin kendi tohumluklarını ve bunlardan üretilen fideleri satmaları yasaklanmış; çiftçi hibrit tohumlara mahkûm edilmiştir.

Tohumculuk Kanunu’nun “yetki devri” başlıklı 15 inci maddesi ile tohumlukların üretim izni, sertifikasyonu, ticaret izni ve piyasa denetiminin Türkiye Tohumcular Birliği’ne (dolayısıyla çokuluslu şirketler veya onların yerli ortaklarına) devredebileceği hükmü getirilmiştir. Nitekim 3 Nisan 2012 tarihinde çıkarılan Tohumculuk Hizmetlerinde Yetki Devri Yönetmeliği’nin 18/A maddesiyle piyasa denetim yetkisi Birliğe devredilmiştir.

2002’de 145 bin ton olan tohum üretimi 2016 yılında 958 bin tona yükselmiştir. Yani son 15 yılda tohum üretimi yaklaşık 7 kat artmıştır. Ama önemli olan tohumu kimlerin ürettiğidir.

Türkiye’de toplam 791 tohum şirketi bulunuyor. Bunların 739’u yerli, 30’u yabancı, 22’si ise yerli ve yabancı ortaklı şirketler. Nicelik olarak her ne kadar yerli sayısı fazla gözükse de önemli olan şirketlerin niteliği. Başka bir deyişle az sayıdaki yabancı ve yabancı ortaklı şirketin toplam pazardan aldıkları pay. Örneğin yabancı şirketlerin mısır, şeker pancarı ve ayçiçeği tohumunda pazar payları yüzde 90’a ulaşıyor. Sebze tohumunda ise yüzde 40 civarında.

Mısır tohumluğu pazarında en büyük pazar payına sahip olan şirket Pioneer (yüzde 34). Onu sırasıyla yüzde 31'lik pazar payı ile Monsanto, yüzde 11’lik pazar payı ile KWS izledi. Yağlık ayçiçeği tohumluğu pazarında yüzde 38'lik oranla en yüksek payı Limagrain aldı. Limagrain’i yüzde 27’lik pazar payı ile Pioneer ve yüzde 16’lık pazar payı ile Syngenta izledi.
Çokuluslu tohum tekellerinin açık pazarı haline getirilen Türkiye şimdi TİGEM’i tümüyle tasfiye etmeye hazırlanıyor. 4046 sayılı Özelleştirme Yasasına tabi olmayan TİGEM, hile yoluna sapılarak ortaklık adı altında özelleştiriliyor. Günümüze değin TİGEM’in 20 işletmesi uzun süreli kiralama adı altında özel sektöre devredilmiştir.

Gübreye serbestlik, TZDK'nin özelleştirilmesi
Bu süreçte işlevsizleştirilen kurumlardan birisi de TZDK oldu. Tarımla ilgili her türlü makine, araç ve gereçler ile diğer girdileri sağlamak ve dağıtmakla görevli olan kurum, 1975-86 döneminde kimyasal gübre ihtiyacınınyüzde 86’sını tek başına sağlıyordu.

Dünya Bankası’yla yapılan tarım sektörü uyum kredisi çerçevesinde 1986 yılında gübre sağlama ve dağıtımı serbest bırakıldı. Bu kararın ardından kurumun işlevleri aşındırılarak, pazar payı kısa sürede yüzde 15’in altına, 1993’ten sonra da yok denecek bir düzeye indirildi. TZDK’de Eylül 1998’de başlatılan özelleştirme sürecinde, kurumun depo, lojman ve arsaları satıldı ya da devredildi. Dünya Bankasıyla Mayıs 2000’de yapılan ikraz anlaşmasında kurumun tüm varlıklarının tasfiye edileceği taahhüdüne uyularak; Manisa WP Kükürt İşletmesi 2000, Adapazarı Traktör ve Tarım Makineleri İşletmesi ise 2003 yılında özelleştirildi.

Yarın: Gübre, süt ve yem sanayinde özelleştirme.