Hiddetli itirazları, çatılan kaşları, gerilen yüzleri görüyorum madem, yakın tarihe şöyle bir göz gezdirip Türkiye’yi günde iki kez bile doğruyu göstermekten âciz bir saate çevirenlere beraberce bakalım

Türkiye tekerrürden ibarettir

ONUR BEHRAMOĞLU
@onurbehramoglu

Ocak 2001’de yayımlanan ‘Sürgünde On Yıl’ adlı kitabında Demir Özlü, “Bugünkü Türkiye, 1979’a göre Batı dünyasından çok daha uzaktır. Bu uzaklık da Türkiye’de iki yanlı bir siyasal tehlikeyi; İslamlaşmayı, yani Cumhuriyetin yıkılması ile diktatörlük tehlikesini daha bir olası kılmaktadır” derken, 2015’te tastamam doğrulanmış böylesi bir öngörüde bulunurken, kitabının bugün ancak sahaflarda bulunabileceğini de öngörmüş müdür? Ünlü yazarların imza kuyruklarında saatlerce sıra bekleyenler dahil pek kimse dert etmiyor, kimseler merak etmiyor sürgünde on yılı nasıl geçirmiş, neler yaşamıştır ülkenin değerli bir yazarı.

“Büyümek istemiyorum baba, büyüyen çocukları öldürüyorlar” demiş o yıllarda Demir Özlü’nün oğlu. Tıpkı Günter Grass’ın Teneke Trampet romanının, büyümek istemediği için kendini merdivenlerden atan ve cüce kalan çocuk kahramanı gibi. O çocuk, yaklaşan Nazi cehennemini sezmişti. Bugün benim 6 yaşındaki oğlum da büyümek istemediğini söylüyor. Nasıl istesin ki; ilkokula başladığı günün gazetesinin manşetinde, ölü gövdesi kıyıya vurmuş 3 yaşındaki Aylan Kurdi’yi gördü!

Bottan düşüp sulara kapılıp giderken son sözü ne olmuş Aylan’ın, biliyor musunuz? “Baba, ne olur ölme!”

“Baba, ne olur ölme!” Kendi ölümlülüğünü bilmeyen çocuklara ölümü de öldürmeyi de bir güzel öğreten uygarlığımızı belleksizlik üzerine kurduğumuza, ölü çocukları kolaylıkla unutup gündelik hayatlarımızı sürdürebildiğimize göre, yazarak bir şeyleri hatırlatmanın nasıl bir işlevi, ne tür bir sarsıcılığı olacağını kestiremesem de yazıyorum: Bu ülkeyi yıkıp yeniden inşa etmeliyiz!

Hiddetli itirazları, çatılan kaşları, gerilen yüzleri görüyorum madem, yakın tarihe şöyle bir göz gezdirip Türkiye’yi günde iki kez bile doğruyu göstermekten âciz bir saate çevirenlere beraberce bakalım. 1987-Eylül, ‘İkibin’e Doğru’ dergisinden bir haber: “Referandumda Mardin Nusaybin’in Açıkyol köyünde bütün oylar Hayır çıktı. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Evet çıkmasına rağmen Açıkyol köyünde silme Hayır çıkması, PKK’nın şiddet eylemlerine bağlanıyor. PKK saldırıları Kürt köylülerini ANAP saflarına itiyor, toplumun karşısında devleti güçlendiriyor.” Ne kadar da tekerrür eden bir tarih, nasıl da andırıyor 1 Kasım 2015 genel seçimlerini! Bu haberin ardındaki forum sayfasında tanıdık bir ismin, Deniz Baykal’ın makalesinin son cümlesini okuyorum: “Bu durum solda birlik tartışmalarını da geliştirecektir.” Hangi durum olduğunu merak etmiyorum zira nasılsa 2015’te bile gelişememiş bir tartışmadan söz ediliyor; harcanan zamana, göz nuruna, sıkışıp duran kalbimize yazık.

Aynı derginin Ekim 1987’deki bir sayısının kapağında Çetin Altan, “Marksizm haklı, hayat Marksizmi doğruluyor” derken, Doğu Perinçek, “Güneydoğu’da yaşayan insanlarımızın gönlünü kazanamayan bir milli birlik beraberlik anlayışının modası geçmiştir” diyerek ‘Türkiye halkı’ ifadesinde ısrar ediyor, “Kürt yoktur” körlüğüyle bir yere varılamayacağını bildiriyor. Evet evet, Perinçek yapıyor bunları! Derginin yazar kadrosunda da Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya, Necati Cumalı ile Halil Berktay yan yana! Yine bu sayıda, 2015’in Kasım ayında Silvan’da yaşayan insanlarımıza reva görülenlerin tek bir kişi üzerinde uygulanışına dair bir haber okuyoruz. Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi, Demirtaş’ın terörist olmadığına karar veriyor. Selahattin Demirtaş değil, başka bir Demirtaş ama ne fark eder, devlet hep bir Demirtaş bulup ona dünyayı dar etme derdinde nasılsa. Habere konu olan, Kâzım Demirtaş, Elazığ’ın Akçakiraz köyünden. Köy bekçisi. Parası bitince başka köye yerleşip davar ticaretine başlamış. Bir sabah arkadaşlarıyla yürürken helikopter görmüşler tepelerinde! Üstlerine gelmiş helikopter, jandarma ateş açmış. Arkadaşı Kamber Sürücü, “Feryat ettim, ateş devam etti, feryadıma rağmen” diyor. Sonrası, Cumhuriyet Savcısının dudaklarından dökülen iki sözcük: “Kusura bakma.” Jandarma Komutanından da iki cümle: “Bir yanlışlık oldu. Jandarma sizi terörist sandı!” Aynı akşam TRT haberi: “Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde çıkan silahlı çatışmada dört terörist ölü olarak ele geçirildi.” İlerleyen günlerde, Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi kararı: “Demirtaş’ın örgüt ve teröristlikle ilgili olmadığı ve inek almak için bir köyden bir köye gitmekte olduğu anlaşılmakla…”

Demirtaş’ın 75 yaşında babası, 65 yaşında anası, eşi, iki yaşında ve beş aylık çocukları varmış. Yakınları gelip almışlar eşiyle beş aylık çocuğunu. İki yaşındakini, açlıktan ölecekken, başka akrabaya göndermişler. Yaşlı ana-baba da, bir atlı arabası ve on çocuğu olan birinin evine sığınmış. Devlet, babalığını göstermiş işte! İşkence yapılarak öldürülüp, kaçarken öldürülmüş gibi gösterilen Sıddık Bilgin için, “Canım, o bir PKK üyesiydi” demiş İçişleri Bakanları yetiştiren bir geleneği mi sorgulayacağız?

Böyle der, yine de rahat duramaz, kurcalar her bir şeyi şairler. Açın bakın Cemal Süreya’ya, nasıl yazmış dönemin Maliye Bakanı Kurtcebe Alptemoçin’i: “Bu adı görünce kişinin aklı ister istemez onu koymuş babaya da takılıyor. Oğuzhan Asiltürk var bir de. İkisinde de içler dışlar çarpımı ters sonuç doğurmaz. Oğuzhan Asiltürk = Oğuzasil Hantürk. Kurtcebe Alptemoçin = Kurtalp Cebetemoçin. Ne sağlam ve erdemli adlar! Öylesine sağlam ki, olasılık sıfır.” Söz çarpımdan, olasılıktan açılınca, matematik ve felsefe okumuş Kültür Bakanımız Yalçın Topçu için Cemal Süreya yöntemi uygulayayım diyorum, olmuyor: Yaltop Çınçu’nun hiçbir tesir gücü, çocukluk yıllarımızın tertemiz dimağlarını tarumar etmiş Kurtcebeler, Alptemoçinler gibi sinirlerimizi harap etme kudreti yok. Halbuki bazı şirketlerde personel ve muhasebe müdürlüğü de yapmış biri Yalçın Topçu, Yerli Düşünce Derneği Onursal Başkanı, muhakkak ki çok kudretli bir şahsiyet! Derneğin internet sitesindeki ‘Makul Milliyetçilik’ başlıklı yazısında şöyle söyleyen bir Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı: “Suyumuzun kaynağı Lailaheillallah, mürekkebimizin özü Muhammeden Resullullah’tır. Milletimizin sınırları Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadardır.” Makulü bu olan, derin devlet tetikçisi Abdullah Çatlı’nın mezarı başında Fatiha okuyacak elbet. Allah kabul etsin!

Söz Fatiha’ya gelmişken, 1987 yılının Yeni Gündem’inden bir etkinlik haberine bakmadan geçmeyelim: “Murat Belge, Abdurrahman Dilipak, Doğu Perinçek ve Ali Sirmen’in konuşmacı olarak katılacağı ‘İslamiyet ve Barış’ konulu panel 6 Haziran saat 14.30’da İnci Sineması’nda gerçekleştirilecek.” Aynı derginin bir başka haberinde, bu kez İnci Sineması’nda değil Sheraton Oteli’nde düzenlenen ‘Laiklik ve Günümüz Türkiyesi’ panelinde sözleri alkışlarla kesilen gazeteci Taha Akyol’dan inciler yer alıyor: “Siz istediğiniz kadar yırtının, Türkiye’de çok bilinçli bir İslami hareket vardır, bunu kimse engelleyemez.” Taha Bey otuz şunca yıldır köşeleri tutmuş, şimdilerde nöbeti oğluna devretmekteyken bizim yırtınmamız elbette abes olur, okumaya devam edelim, bakalım Murat Belge ne yazmış: “Bir toplumun gerçek nabzını kitlesel ve popüler olanda aramalı. Örneğin, Konyaspor maçında. Şiddet, körü körüne taraftarlık ve daha pek çok şey. Türk-İslam sentezcisi profesör, yazı yazıp İstanbul’daki Bizans eserlerinin tahrip edilmesini öğütler, böylece milli kimliğimizi bulacağımızı söylerse, Konya taraftarının biz bilinci de ancak böyle tezahür eder. Kendisine verilen bütün eğitim gereği şiddet duygularıyla dolup gene aynı eğitim gereği bunu nerede ve nasıl boşaltacağını bilemeyen bir kitle.”

Yıl 2015 ve Konya’da oynanan milli maçta, Ankara katliamında can verenlerin yuhalanması şeklinde tezahür eden biz bilinci! Böyle baş döndürücü ilerleme ancak Türkiye gibi ülkelerin yaratabileceği türden mucizelerdendir!

Yine aynı dergide, Ertuğrul Kürkçü’nün “Egemen olan hiçbir şeye borçlu olmaksızın, asli nitelikleri aydın olmalarında değil devrimci olmalarında yatan insanlarla omuz omuza mücadele eden” İsmail Beşikçi’nin hapisten çıkışını kutlarken söyledikleri, insanı kederlendiren bir yalana dönüşmüş ülkeye berrak bir açıklama niteliğindedir: “Beşikçi kendisini işçi sınıfına bağlarken, geleneksel aydınlar, ilerlemenin ve yeni fikirlerin taşıyıcısı olarak bir temel iktisadi gücü değil, doğruca devletin kendisini gördüklerinden onu mutlaklaştırıyorlar.”

Son bir panel duyurusu:
Konu: Eğitimin Birliği ve Laik Eğitim.
Tarih: 27 Mart 1987 Saat 17.30
Konuşmacılar: Muammer Aksoy, Uğur Mumcu

Son bir haber: Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü genelgesi uyarınca Zozan ismi nüfusa Suzan olarak kaydedildi. (Suzan, Farsça kökenli bir isimdir.)

Son bir selam, yine de kalbimizde şiir kadar mübarek yurdumuza: “Sana kimisi canım kimi cananım deyü söyler / Nesin sen doğru söyle can mısın canan mısın kâfir”

turkiye-tekerrurden-ibarettir-88457-1.