Türkiye yeniden kurulurken ne yapmalı? nasıl yapmalı?

YAŞAR AYDIN / Yazı Dizisi-1
yasaraydin@birgun.net
@yasaraydinnn


Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı büyük travma ile boğuşuyor. Devlet tüm kurumları ile çöktü, toplum çözüldü. Bu koşullarda ilk hamle AKP ve Erdoğan’dan geldi. Darbe sonrası Türkiye’yi kurma konusunda inisiyatifi tek başına ele alırken MHP dışında tüm siyasi partiler devre dışı kadı. Biz bu yazı dizisi ile Erdoğan ve AKP’nin 15 Temmuz sonrası yeniden kurmaya koyulduğu Türkiye projesine itiraz edenlerin sesine kulak vermeye çalıştık. Bir yandan siyasal oluşumların nasıl bir Türkiye sorusuna verdiği yanıtı aktarırken diğer yandan da Türkiye’nin kronik sorunlarına muhatapların önerilerini sayfalarımıza taşıdık. Bugün eğitim alanı ile başladık. Eğitim Sen ve Eğitim İş başkanları bu alana dair çözüm önerilerini aktardı. HDP Meclis Gurup Başkanvekili İdris Baluken’le ise partisinin projesini konuştuk.

Faydalı olması dileği ile…

HDP Meclis Grup Başkanvekili İdris Baluken:

Türkiye’de sivil darbe girişimine ilişkin süreç 7 Haziran seçimlerinin ardından ortaya kondu. Halk iradesi Erdoğan tarafından boşa çıkarıldı ve parlamento 7 Haziran’dan sonra bilinçli olarak kapalı bırakıldı. Bu açık bir şekilde parlamentoya yapılan bir müdahaleydi. Dolayısıyla bu yaklaşımın parlamentoya yapılmış bir sivil darbe olduğunu ve bunun Saray etrafında şekillendiğini ifade ettik. Her darbe, kendisini besleyecek kanlı bir ortama ihtiyaç duyar. Saray darbesi de özellikle Kürt illerinde savaş konseptini devreye koyarak Suruç, Ankara katliamları ve benzeri bir takım kirli planlamaları hayata geçirdi. Bu gidişattan endişe duyduğumuzu, buna yönelik demokratik çıkışlar sağlanamazsa, siyaset kurumu diyalog kanallarını açarak Türkiye’yi bu gerilim hattından almazsa kötü sonuçların önümüze geleceğini ifade ettik.

Matruşka darbeler dönemi

Özellikle müzakere masasının devrilmesi ve çözüm sürecinin bitirilmesiyle beraber Türkiye’de bir darbe mekaniğinin devreye girdiğini ve AKP’nin buna yönelik tutumunu değiştirmemesi durumunda darbe mekaniğine eklemlenen bir pozisyona geleceğini ifade ettik. Şimdi tüm bu gelişmeleri alt alta koyduğumuzda aslında bir tarihsel süreç içerisinde 15 Temmuz darbe girişimine sebep olan girişimin adeta Erdoğan ve AKP eliyle yaratıldığını düşünüyoruz. Bir darbe mekaniği işlemeye başlamışsa ve siz bunu demokratik hamlelerle geriye çevirmek için çözüm önerisi olabilecek ciddi bir takım reformlar yapmamışsanız, bu darbe sürecinin de birinci dereceden sorumlusu oluyorsunuz. Nitekim yaratılan bu zeminden de 15 Temmuz’daki darbe girişimi süreci yaşandı. Bunu “matruşka darbeler dönemi” olarak adlandırıyoruz. Saray darbesinin içinden bir karargâh darbesi çıkmış oldu. 15 Temmuz’dan sonraki sürece baktığımızda da şimdi yeni bir darbe sürecinin gelişmesinden kaygı duyuyoruz. Bunun kırılması için de mutlaka demokrasi, hukuk ve insan hakları temelinde toplumsal barışı tekrar devreye koyacak bir takım politikaların geliştirilmesi kanaatindeyim. Ancak uygulamalara baktığımızda tam tersi uygulamaların olduğunu görüyoruz.

Üçüncü yol demokrasi

Bizim süreci okumamıza göre, Erdoğan ve AKP, oluşan bu kaotik ortamdan uzun süredir hedefledikleri bir diktatoryel başkanlık sistemini çıkarmaya çalışıyor. Ne darbe ne diktatörlük. Demokrasiyi üçüncü bir yol olarak ortaya koymak istiyoruz. Burada dikkat çekilmesi gereken husus, parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerin, etkin bir muhalefet ortaya koymaktan çok diyalog aldatmacası üzerinden bu yanlış gidişata müdahil olmama gerçekliğidir. Bu konuda MHP 7 Haziran’dan beri AKP ile örtülü bir işbirliği süreci izliyor. Ancak CHP’ye oy veren milyonların bu anlamda kaygıları, endişeleri ve beklentilerini ifade etmek istiyorum. Milyonlarca insan CHP’ye oy verirken Erdoğan’ın diktatöryal heveslerine ülkeyi kurban etmemek için oy verdi. Yapıcı bir muhalefet elbette olması gerekir ancak CHP’nin içinde bulunduğu duruma bakınca, CHP’nin kendisine oy veren kitlelerin beklentilerini karşılamayacak pozisyona geldiğini düşünüyorum.

Bütün bu yanlışlara karşı tüm demokratik güçleri bir arada buluşturabilmek ortak bir program etrafında Türkiye'yi darbeye ya da diktatörlüğe mahkûm etmemenin gayretini parlamentoda görünür kılmanın sorumluluğunu daha fazla üzerimizde taşımaya başladık.

Demokratik Cumhuriyeti İnşa Komisyonu

Bizim hem elde ettiğimiz bilgiler hem de siyasi okuma üzerinden yapmış olduğumuz değerlendirmeler dağılan devlet aygıtının doğrudan inşa sürecine tabi tutulduğudur. AKP-CHP-MHP arasındaki üçlü görüşmelerin de daha çok bu eksende yapıldığını düşünüyoruz. HDP'yi ya da parlamentoda grubu olmayan siyasi partileri, demokrasi dinamiklerini, toplumsal kesimleri eğer dışında tutarak devleti yeniden inşa etmek süreci başlatılmış ise bu tıpkı 1924 Anayasası ile birlikte yapılan yanlışlara yeniden geri dönülmesi anlamına gelir.


Bu ülkede devlet örgütlenmesini oluştururken, Kürtleri, Alevileri, sol-sosyalist kesimleri, Müslüman olmayan diğer inanç sahibi olan halkları sürecin dışında bırakırsanız, 90 yıldır yaşamış olduğumuz o sorunlar yumağını halklarımızın önüne getirirsiniz.

Parlamentoya somut bir öneri sunduk. Demokratik Cumhuriyeti İnşa Komisyonu'nun parlamentoda kurulması gerektiğini ve bu bahsetmiş olduğumuz geçmişten doğru dersler çıkaran ve gelecekte de Türkiye'yi yeni badirelere sürüklemeyecek olan çalışmaları raporlaştıracak ve bunları yasalaşmak üzere Genel Kurul'a önerecek bir mekanizma üzerinde yoğunlaştık. İki yıllık bir görev süreci tanımlanıyor, süre içerisinde bu komisyonun her türlü bilgi belgeye ulaşmak ve bunları değerlendirme bilgisine sahip olması gerektiğini belirtmiştik. Devletin yeniden inşasında ulusal ve evrensel ölçekte dikkate alınacak olan bazı kriterlerin belirlenmesi liyakat başta olmak üzere ayrımcılığa girecek bir çok hususun ayıklanarak evrensel ve ulusal kriterlerin öncelenmesi önerdik.

Bu yönüyle tabii, parlamentoda hem komisyon hem de genel kurul aşamasında teklifimizin dikkate alınmasını ve diğer partiler tarafından da kabul edilmesini de önemsiyoruz.

Yapılması gereken bu ülkede Kürtleri, Alevileri, Sol-Sosyalist kesimleri, muhafazakâr mütedeyyin insanları, laik, seküler kesimleri bir bütün olarak inanç, sınıf ayırımı gözetmeden devletin yeniden inşa sürecine katabilmektir. Bunu başarabildiğimiz ölçüde bir demokratik inşadan bahsedebiliriz. Bunu başarmadığımız ölçüde de belli toplumsal kesimlerin kendisini devlete ait hissetmesi ya da o devleti bir aidiyet üzerinden sahiplenmesini beklemenin çok doğru olmadığı kanaatindeyim.

Kürt sorunu çözülmeden darbe tehlikesi bitmez

15 Temmuz darbe zeminini hazırlayan ana gerilim hattının Kürt meselesi olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. Çözümsüz kalacak bir Kürt meselesini asla demokratikleşmeyecek bir Türkiye olduğu gerçeğiyle bir şekilde yüzleşmemiz gerekiyor. Bütün kamuoyunun 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Erdoğan ve AKP otoriter bir sistem kurma anlayışından vazgeçeceği, Kürt meselesinde yeniden müzakere yöntemine döneceği beklentisi oluştu. Ama, ilk emareler ve bugüne kadar ortaya çıkan uygulamaların tamamı maalesef tam aksi yönde. Bir darbe alıp yara açıldığında olayın sıcaklığı ile hemen acıyı hissetmeyebilirsiniz. O yara soğudukça yara dayanılmaz acımaya başlar. Türkiye toplumu da şu an 15 Temmuz Karargâh darbesinin açmış olduğu yaranın sıcaklığıyla hareket ediyor ancak bu yara soğuduğu anda ben Erdoğan ve AKP’nin ortaya koyduğu bu yanlış politikaların ciddi şekilde sorgulanacağını düşünüyorum. Buradan çıkış noktası olarak biz Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğu kanaatindeyim.

Çözüm bilimsel laik eğitimde

Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca:

Bugünkü Türkiye tablosunun oluşmasında AKP iktidarlarının çok büyük sorumluluğu var. Tablonun değişmesi için başta iktidar olmak üzere hepimize önemli görevler düşmektedir. Altını çizerek ifade etmek gerekirse bu güne kadar sendikamız; başta Gülen yapılanması olmak üzere, her türden gerici cemaat, tarikat yapılanmasının her türlü saldırısına, iftirasına, operasyonuna maruz kalmıştır. İdari adli soruşturmalarla sindirilmeye çalışılmış, ancak yılmadan MEB'i ve hükümeti uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle yüksek sesle uyarmış ve eleştirmiştir.


Bu tek kutuplu politik ve ideolojik dayatmalar sonunda nereye gelindi?

AKP iktidarında yaşananların hangi birini sıralayalım. Sınavlardaki kopya skandalları, idarecilerin atanması yöntemindeki hukuksuzluk üzerinden, öğretmen atamalarında mülakat üzerinden partizanca kadrolaşma, 4+4+4 eğitim modeli zorlaması, okul öncesi eğitimin zorunlu olmaktan çıkarılıp bu alanın cemaat, tarikatlara terk edilmesi. Yetmezmiş gibi MEB şûralarının yandaş sendikanın da desteği ile eğitim şurası olmaktan çok "din" şuralarına dönüştürülmesi, okulların okul olmaktan çıkarılıp mescit, cami görevi gören kurumlara dönüştürülmesi, eğitim müfredatının çağın gereklerine göre değil, AKP'nin ideolojik bakışına göre toplumu biçimlendirecek yarı medrese yarı okul pozisyonuna göre değiştirilmesi dayatmalarını AKP iktidarında yaşadık.


"Ben yaptım oldu" dayatmasından vazgeçilsin

İçinde bulunduğumuz bugünlerde, başta darbe girişimi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması olmak üzere, her alanda yeni politikalar oluşturmak gerekmektedir.

Eğer AKP iktidarı eğitim alanında çağın normlarını yakalamak istiyorsa, öncelikle; başta Eğitim Sen olmak üzere eğitim çevreleriyle buluşmalı ve gerçekçi, pozitif eğitim politikaları oluşturmalıdır. Siyasal ve ideolojik dayatmalardan vazgeçmeli, eğitimde başarı ve liyakatı esas alan düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışı yerine getirilmeli, her türlü gerici dayatma ve uygulamadan vazgeçmelidir.


Eğitim Sen olarak; bu ülkenin tüm çocuklarının başta eğitim hakkı olmak üzere, eğitimin yeniden yapılandırılması ve bu alanda çağdaş normların yakalanması süreçlerinde destek olacağımızın altını çiziyoruz. Ancak " Ben yaptım oldu" dayatmaları içinde olunursa, politik ve ideolojik yönelimler ve uygulamalar kaldığı yerden devam ederse, sorumluluk bugünkü tablodan da sorumlu siyasal iktidarda olacaktır.

Tüm özel okullar kamulaştırılmalıdır

Eğitim İş Genel Başkanı Veli Demir:

20 binin üzerinde öğretmen açığa alındı, Cemaat’e ait olduğu gerekçesiyle 626 eğitim kurumu kapatıldı, devlet ve vakıf üniversitelerinde bin 577 dekanın istifası istendi. 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimi fırsat görülerek cadı avının başlatıldığı izlenmektedir. Siyasi hesaplarla ve paralel yapıyı temizleme bahanesiyle girişilen bu uygulamaların, muhalifleri yok etme girişimlerine dönüşeceği görülmektedir.

Kindar ve dindar nesil

AKP, kendi döneminde sayıları iki kat artan dershaneleri 'paralelle mücadele' bahanesiyle özel okullara dönüşmeye zorlarken, devlet okullarına vermediği kaynağı, yandaş özel okullara peşkeş çekmiştir. Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür.

AKP iktidarı eğitim sistemini 'dindar ve kindar nesil' yetiştirme hedefine uygun olarak bir yandan gericileştirirken, öte yandan da tam bir işletme mantığıyla ticarileştirme ve yerelleştirme çalışmalarını hızla sürdürmüştür. Eğitimin bilimsel, çağdaş, ulusal, parasız, tarafsız, eleştirel, objektifliği gibi ilkeleri bir kenara bırakılarak, eğitim belli bir ideolojiye hizmet eder hale getirilmiş, okullar cemaat, dernek ve vakıflara teslim edilmiştir.
Bütün bunların sonucu olarak, yoksul halk çocukları cemaatlerin, tarikatların kucağına itilmiştir. Bakanlığa bağlı okullarda eğitim gören çok sayıda öğrenci bu tür yapılara ait yurt, ev ve etüt merkezlerinde kalmaktadır.

Eğitimde kölelik sistemi son bulmalı

Tablo bu kadar ciddiyken Cemaat’e ait olduğu gerekçesiyle 626 okulun kapatılması nitelikli bir eğitim sistemi oluşturmak için yeterli değildir. Yapılması gereken eğitimin her kademesindeki tüm özel okulların kamulaştırılması olmalıdır.

Okullarda “kölelik sistemi” veya “mevsimlik işçi” olarak adlandırılan ücretli öğretmen uygulamasından vazgeçilmeli, aynı anlama gelen sözleşmeli öğretmen uygulaması da asla düşünülmemelidir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na ve imzaladığımız uluslar arası sözleşmelere göre öğretmenlik mesleği uzmanlık mesleğidir. Yapılması gereken öğretmen yetiştirme ve atama süreçlerinin sağlıklı bir şekilde planlanması olmalıdır.