Fasit bir üçgene sıkıştık kaldık cümleten.

 
Üçgenin A köşesinde Recep, B köşesinde Tayyip ve C köşesinde Erdoğan.
 
Ve muhteremin egosu öyle şişkin ki, bu üçgenin iç açıları toplamı bazen yüz seksen dereceyi aşabiliyor, yani patladı patlayacak!
 
Her lafımız dönüp dolaşıp ona geliyor, biz ondan söz etmeyi unutsak, pat şu köşede pat bu konuda illa ki karşımıza çıkıyor ve kendisinden mutlaka söz ettiriyor. Hem fasit, hem fesat…
 
Hayatımızın acı gerçeği.
 
Ve asıl maksadı da zaten bu fasit üçgenin dışına çıkılmaması… Üçgeni içinden zorladıkça bazen dikleniyor, dik üçgen oluyor; bazen ABD’ye sığınıp ikizkenar üçgen, bazen herkesin suyuna gider görünüp eşkenar üçgen filan oluyor ve böylece “değiştim” deyip saftorikleri her seferinde kandırıveriyor…
 
Kibiri ve fesatlığı yüzünden kendiliğinden infilak etmesi bir yana, bugünden yarına ondan, yani onun sisteminden kurtulmak mümkün değilse eğer, bu fasit üçgenin dışında ve ona rağmen ve mutlaka başka adımlar atmak lazım.
 
Çünkü kurduğu fasit tuzak çok basit: Bütün enerjini hemen şimdi ve sadece “onunla” cebelleşmeye verdiğinde, patinaj yapıyorsun. Bu şekilde daha fazlasını yapabilecek takatini de tüketeceğinden, yarın da mecbur yine aynısını yapacaksın. Fasit RTE üçgeninde hapsolup kalacaksın.
 
Birkaç miting, bir iki basın açıklaması… Bunlar elbette yapılsın. Mevcut sol partilerimiz elbette Suriye politikasını da eleştirsin, şunu da eleştirsin, bunu da eleştirsin… Bu konularda mitingler yapmaya, kampanyalar düzenlemeye elbette devam edelim. Eyvallah…
 
Ama bir dakika…
 
***
 
Dün Pazar ekinde Selami İnce’nin ibretlik bir haber-yorumu vardı: Avusturya Komünist Partisi, geçen Pazar günü yaklaşık 300 bin nüfuslu Graz’da yapılan yerel seçimlerde oyların yüzde 20’sinden fazlasını almış. Aslında son on yıllık dönemde partilerindeki tepetaklak gidişata rağmen, bu bölgedeki komünistler ciddi başarılar elde etmeyi sürdürmekteymişler.
 
Çünkü önce kentteki en önemli sorununun ne olduğuna bakmışlar: Konut sorunu! İlk iş olarak “kiracı dayanışma fonu” işlevi görecek bir sosyal dayanışma fonu kurulmuş. Kira nedeniyle başı sıkışan herkese yardım etmeye başlamışlar ve böylece neredeyse kentin tümüne nüfuz edebilmişler. Yardım sadece para yardımı değilmiş... Berbat durumdaki devlet ve belediye konutlarının restorasyonu, yoksulların oturduğu evlerde kira artışını durdurma ve ödeyemeyenlerin, elektrik, su ve gaz parasını ya erteletme ya da dayanışmayla ödeme gibi somut işlere soyunmuşlar.
 
Böylece Graz halkı, özellikle işçilerin ve yoksulların yaşadığı semtlerde Komünist Parti’ye üye olmaya, parti çalışmalarına aktif şekilde katılmaya başlamış. Komünistler sadece işçilerin yaşadığı bölgelerden ve yoksullardan değil, yoksullaşma tehdidi altındaki kesimlerden, küçük işletme sahipleri ve esnaftan da destek ve oy almayı başarmışlar.
 
Yaşlı bir seçmen kadın şöyle diyormuş: “Yıllardır çalışıyorlar. Ne istediklerini anlatıyorlar. Yok, aslında bize hiçbir şey anlatmıyorlar. Biz ne söylüyoruz, ne istiyoruz, ne sorunumuz var, onu anlamaya çalışıyorlar, anlattıklarımızı dinliyorlar. Ben artık şunu biliyorum ki, bir derdim olduğunda komünistlere gider anlatırım.”
 
Yaşanılan alana ilişkin sorunu yaşayanlarla birlikte çözmeye çalışmanın sağladığı bu başarının sırrını da partinin adayı Elke Kahr şöyle dile getirmiş: “Demek ki, insanların güvenini kazanmışız. Hepsi bu.”
 
Evet, hakikaten hepsi bu!
 
Nitekim Selami İnce de bu durumu gayet güzel yorumluyor: “Partinin gelecek perspektifinin veya ne savunduğunun halka anlatılması ancak geleceğin toplumunu ya da geleceği bugünden beraber kurmaya karar verdiğinde mümkün oluyor. İnsanlar, komünistlere, kendilerine ne yapacaklarını çok güzel anlattıklarında değil, birlikte bir şey yaptıklarında inanıyorlar. Bunların yanında, kapitalizmin kurallarının değişmezliğini ileri sürüp ‘değişmenin mümkün olmadığını’ dile getiren sağ politikalara karşı insanlar bir şeyleri değiştirdiklerinde, kapitalizmin sözlerinin tanrı kelamı olmadığını anlıyor. Başka bir dünya mümkün diyen ve alçakgönüllü de olsa geleceği birlikte kurmanın adımlarını birlikte atan insanlar, geleceği birlikte kurmaya da niyetlenebiliyor.” 
 
***
 
Dünyayı değiştirmek, ülkeyi değiştirmek için, önce ve hatta öncelikle bulunduğun yerdeki sorunları DA çözmeye girişmek!
 
Bugünlerde üyesi olduğum ÖDP “Türkiye’yi Yeniden Kuralım” adıyla bir kampanya başlattı. Graz’dakilerle benzer bir haleti ruhiye içinde olduklarını elbette biliyorum.
 
Ama burada sadece ÖDP’den söz etmiyorum, herhangi bir sol parti, devrimci örgüt, sosyalist grup, yani Türkiye’yi yeniden kurmak için yola koyulan her kesim bünyesinde keşke Graz’daki gibi birkaç yahut en azından tek bir yerel birim ortaya çıksa… Mevcut enerjisini, imkânlarını genel politikalar yanı sıra, sonuçlarını ancak orta vadede alabileceğini bilerek, kendi yerel sorunlarına da yoğunlaştırabilse…
 
Önüne mevcut yerel sorunlarını şöyle bir koysa: Bu sorun? I-ıhh, buna hemen gücümüz yetmez. O sorun? Hayır, buna da yetmez. Ama “şu sorun var ya şu sorun, mutlaka üstesinden gelebiliriz” deyip yekinse… Bu uğurda sabırla ve yıllarca emek vermeyi göze alabilse… Başına bin bir çorap örülen Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’e yaptırmadıklarını da yapmaya soyunsa…
 
Kendi yaşam alanını yeniden kurmayı başardığında, Türkiye’yi yeniden kurmada ve hatta dünyayı değiştirmede ilk adımı atmış sayılır ve o adımların devamı illa ki gelir…