Dün, yakılıp yıkılmış bir memleketin küllerinden doğmuş Cumhuriyetimizin 99 yılını geride bırakıp 100. yılına adım atmaya bir gün kala, bu yolculuğun son 20 yılına damga vurmuş iktidar da “Türkiye Yüzyılı” belgesini açıkladı.

Henüz belge açıklanmadan, “Bir ayağı kapsayıcı ve kuşatıcı dil olan yeni bir siyaset önerecek, farklılıklarımız zenginliğimizdir” diyecek yazanlar vardı. Ben yazımı belgede neler olduğunu bilmeden yazdım. Ama “Yaparsa AKP yapar”ı ve nasıl yaptığını biliyordum!

Türkiye’nin önümüzdeki 100 yılının nasıl olacağına karar verme noktasındayız. Ya şu son 20 yılın cumhuriyeti rayından çıkarma yolculuğu hedefe ulaşacak; ya da özgürlük, eşitlik, laiklik ve adaletle anılan çok daha güçlü bir cumhuriyet yolculuğuna başlayacağız.

Karından konuşarak itiraz eden AKP’lilere bakmayın. Hangi ambalajla sunulursa sunulsun, “Türkiye Yüzyılı”nın ipuçlarını Mahir Ünal’ın gizlenemez bir kinle cumhuriyeti hedef alan sözlerinde bulabilirsiniz.

***

14 Ağustos 2001, Ankara Bilkent Otel, çoğu kapatılan Fazilet Partisi üyesi ama eski gömleklerini çıkardıklarına iknaya yarayacak isimleri de yanlarına almış bir grup, AKP’nin kuruluşunu açıklıyor. Erdoğan kürsüde, o günün tarihe nasıl geçeceğini ilan ediyor:

Bugün, Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine, kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek.

Bir o sözlere bakın, bir de iktidarının 20. yılındaki AKP ve o sözlerin sahibinin bugününe! İyi bakın, çünkü yarın “Türkiye Yüzyılı” diye anlatılan “vizyon”un hüküm sürdüğü Türkiye’de bu şansınız olmayabilir!

AKP’nin 20 yılı bir krizler ve U dönüşler yılıdır. Krizleri ve U dönüşlerini kazanç hanesine yazabilmesi de en önemli başarısı.

Liste öyle uzun ki... “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece …” diye sıralanan “asla olmayacak”lara bakın, hepsi oldular!

Son 20 yılda yürüdüğümüz yolun sonunu bilmek için, şimdi anlatılan vizyona değil, 2002’de vizyonu “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” diyen Erdoğan’ın bugünkü “Milletimin tüm fertlerini rabbimizin yasakladığı her türlü sapkınlığı sergileyenlere karşı tavır almaya davet ediyorum” haline bakın!

***

Geçen hafta Tele 1’de Mahir Ünal’ın içinden doğduğu küllere gömülmesini hayal ettiği cumhuriyeti, kendi hayatıma dokunduğu yerden anlatmıştım: Türkiye’nin en iyi okullarından birinde, Samsun Koleji’nde okudum. Babam ilkokul öğretmeniydi. Sınıf arkadaşlarım Karslı Yaşar, Nihat yoksulluğun en dayanılmaz olduğu köylerden çıkıp gelmişlerdi. 1 kuruş vermeden, yedirilip içirilerek, yatırılıp giydirilerek okutuldular.

Aynı sınıftan Trabzonlu inşaat işçisinin oğlu Ali; bir pazarcının, kahvecinin oğlu Hüseyin; şimdi satılan Turhal Şeker Fabrikası’ndaki işçinin oğlu Kenan; Samsunlu küçük memurun kızı Zerrin sonra en iyi üniversiteleri de bitirip öğretmen, hekim, profesör oldular. Aziz Sancar benzer bir yoldan yürüyerek Nobel’e ulaştı.

En alttakilerin çocuklarının önünde böylesi kapılar açan 30’ların, 60’ların, 70’lerin Türkiye’si mi daha zengindi, şimdi dünyanın en büyük havaalanlarını yapmakla övünürken yoksul ailelere doğan çocukların “kader”ine yoksulluk içinde ölmeyi yazan bugünün Türkiye’si mi?

Türkiye Yüzyılı insanların bir işaretle cezaevine gönderildikleri, mahkemelerin o işareti gözledikleri, medyası ve meslek örgütleri zapt edilmiş, Mahir Ünal’ın özlediği alfabeyle insanları cehalete mahkum edilmiş bir yüzyıl mı olacak?

Hayır!

Tam da bu yol ayrımında dururken haykırıyorum: Yaşasın Cumhuriyet!