Geçen ay Alman Federal Göç ve Mülteciler Ofisi 2017 yılının ilk 8 ayında 2016’nın aynı dönemine göre Türk vatandaşlarının Almanya’ya yaptıkları sığınma başvurularının yüzde 55,4 oranında arttığını açıkladı. Bu büyük bir artış ancak 2016 yılının ilk yarısında yapılan başvuru sayılarının da 2015 yılının ilk yarısına oranla nerdeyse ikiye katlandığını hatırlamak gerek. Benzer artışlar diğer AB ülkelerinde de görüldü.

Başvuruların 2015-2016 kıyaslamasına göre, büyük oranda Kürtlerden geldiğini biliyoruz. Bu 1970’lerden bu yana da devam eden bir durum. Türkiye’deki memnuniyetsizlik ve dışlanmışlık hiyerarşisinde en tepede yer alan grup olarak Kürtler yurtdışındaki Türkiyeliler arasında çok önemli bir yer tutuyor. Ancak Temmuz 2016’dan bu yana sığınma başvurularının kompozisyonunun biraz değiştiğini tahmin ediyorum.

Asıl çarpıcı artışı da Temmuz 2016’dan sonra gördük. Temmuz-Ekim döneminde Türk vatandaşlarının sığınma başvuru sayısı 2015’in aynı dönemine kıyasla dörde katlandı. Almanya’ya başvurular nerdeyse 7 katına çıktı.

Son istatistik açıklamasına istinaden Alman İçişleri Bakanlığından bir yetkili Türklerin sığınma başvurularının nedenlerini bilmediklerini çünkü bu nedenleri istatistiki olarak araştırmadıklarını belirtmiş. Tabii bunu söyleyerek bizi çok da karanlıkta bırakmış değil. Sonuçta mülteci statüsü tanınan sığınma başvurularında aranan nitelik kişinin inanç, köken, siyasi görüş ve benzeri nedenlerle baskıya maruz kalması ve belirgin cezalandırılma kaygısı taşıması. Türkiye’de bu alanlarda maalesef elinden geleni arkasına koymayan bir ülke. Ülkedeki çatışmaların dönemsel ve tarihsel eksenlerine bakarak hangi dönemde insanların daha ziyade hangi nedenlerle ülkeden kaçıp başka ülkelere sığındığını anlamak zor değil.

Geçmişte Türkiye’de darbelerden kaçıp yurtdışına sığınan çok insan oldu. 1980 darbesinden bu yana toplam sığınma başvurusu sayısı en az 1 milyon 100 bin dolayında. ‘Temmuz ve sonrası darbesi’ diyebileceğimiz son darbeden bu yana görülen artışlarda önceki darbelerin yol açtığı sığınmacı akınılarına benzer bir durumun devamını gösteriyor.

Henüz sayılar binlerle ifade ediliyor olsa da buna aldanmamak gerek. 1980 Türkiye’sinin genel yoksulluğunu ve o dönemdeki sınır rejimlerinin bugüne kıyasla ne kadar ‘liberal’ olduğunu düşünürsek sayıların az olmadığını kavrarız. Bugün çok daha etkili bir devlet mekanizması ve o derece güçlü bir uluslararası işbirliği mevcut. Dolayısıyla sayılar bundan dolayı düşük olabilir.

Buna rağmen milyondan fazla Suriyeli ve diğer mültecinin son bir kaç yılda Türkiye’yi izinsiz ve çok tehlikeli yollardan terkettiğini biliyoruz. Bunun başka nedenleri olmalı? Bugünkü Türkiye görece çok varsıl ve sığınma başvurusu yapmadan ülkeyi terkedebilecek çok sayıda insan mevcut. Pek çok başka kategoride, öğrenci olarak, yatırımcı olarak, girişimci olarak, emekli olarak, kendi kendini sürgün ederek giden pek çok insan var. Aralarında bol miktarda siyasetçiler, diplomatlar, iş adamları, iş kadınları, sanatçılar, akademisyenler var. Yurtdışında yaşayanlar olarak bunu etrafımızda görüyoruz. İstatistiklere yansıması biraz daha zaman alabilir.

Beklediğim asıl kırılma ise olağanüstü halin kalkması. Artık nasıl olacağını pek kestiremediğim ‘Olağan olana dönüş’ gerçekleşirse bu kaçış durumunun katlanarak artacağını düşünüyorum. Çünkü pek çok insan için durum telafi edilemez ve tahammül edilemez hale geldi ve mutsuzluk had safhada. Bildiğimiz kadarıyla da mutsuzluk göçün en belirgin nedeni. Bu hafta OHAL konusunda verilecek karar göç ve sığınma akımlarının geleceği açısından da belirleyici olacak.
İyi haftalar ve bol şanslar.