Ahmet Kaya’ya 62. doğum gününde verilecek en güzel hediye, onun şarkılarını hep bir ağızdan söylemek olacak. Şarkıların özgür, onları söyleyenlerin aramızda olduğu günler böyle gelecek. Sonrasında her şey sahiden çok güzel olacak.

Türküler söyledim sana, duyuyor musun?

MURAT MERİÇ

Memleketin en büyük derdi, hafızasızlık. 12 Eylül sonrasında, geçmişe dönük bir unutturma politikası güdüldü. Bu, başarılı oldu. Sonrası da geldi: “Yeni Türkiye” şiarıyla yola çıkan AKP, bütün adımlarını, “eski”yi unutturmak ve yok etmek üzere attı. Hâlâ yapılan bu. Geçmişe ait şeyler yok ediliyor, toplumsal hafızanın örselenmesi isteniyor. Yakın zamanda duyduğumuz bir haber, vahim bir gelişmenin sessiz sedasız yaşandığına işaret… Millî Kütüphane’nin “Saray”a taşınması sırasında depolarındaki bir kısım ciltler komik bir paraya hurdacıya satıldı. Pek kimsenin ilgisini çekmedi ama geçmişi yok etmeye yönelik hunharca bir hamle bu. Kim bilir hangi kitaplar, hangi dergiler ya da gazeteler ortadan kaldırıldı? Bunu belki de hiç bilemeyeceğiz…


Oysa bildiklerimiz var. Radikal’in internet sitesi kapatıldı, arşive artık ulaşılamıyor. En basitinden, kendi yazılarımı bulmakta zorlanıyorum. Arşivi sessizce ortadan kaldırılan bir başka gazete, Sabah. El değiştirdikten sonra eski arşiv erişime kapatıldı. Zorlarsanız buluyorsunuz ama eskiden kolaylıkla ulaşılabilen şeylerin bugün ulaşılmaz oluşu can sıkıcı.

Neyse ki birileri bir şeyleri hep hatırlatıyor. Kendi adıma ben de bunu yapmak için çabalıyorum. Bunu yaparken şarkılardan faydalanıyorum çünkü şarkılar, toplumsal hafızayı diri tutuyor, onun kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlıyor. Kitapları, filmleri, resimleri, heykelleri, kısaca sanatın bütün alanlarında verilmiş ürünleri yok etmek, eserlerin var olan nüshalarını ortadan kaldırmak mümkün. Zor ama imkansız değil. Ortadan kaldırılamayacak tek şey, şarkılar. Bir şarkının dünya üzerindeki bütün kayıtlarını ortadan kaldırsanız, basılı notalarını yok etseniz bile o şarkı hafızada kalıyor ve kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Yasak da işe yaramıyor: Şarkı, dilden dile yayılabiliyor. Unutulmuş dillerin, şarkılar aracılığıyla bugüne geldiğine şahidiz. Halkların, yasaklanan dillerini şarkılar aracılığıyla koruduğunu da biliyoruz.

Bu noktada, toplumsal hafızayı diri tutan iki isimden söz etmek isterim. İlki, Ahmet Kaya. 12 Eylül sonrasında yaptıklarıyla hafızamızı tazeleyen, temize çeken, onu yeniden diri kılan isimlerden biri. Bir dönemin tarihine katkıda bulundu, unutmamamız gereken şeyleri, şarkıları aracılığıyla hafızamıza raptetti. Sözü, sadece güne dair değil üstelik: Geçmişi de hatırlatıyor. 1960 yılında hürriyet kavgasında ölen Turan Emeksiz’i anıyor ama 12 Eylül sonrasının yalnızlığını da anlatıyor. Bir yandan Cumartesi Anneleri’ni gündeme getirirken diğer yandan bir halkın direnişini şarkılarına taşıyor. Tarihe not düşüyor, unutmamamızı sağlıyor. Sağlıyordu ya da… Yazık ki bu cümleleri kurarken –di’li geçmiş zaman kullanmak durumundayız.

1957 yılının 28 Ekim günü Malatya’da doğan sanatçı, bunları yaptığında 20’li yaşlarını henüz bitirmişti. Yazık ki çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Küçük bir talebi vardı: Kürtçe şarkı yapmak, yeni albümüne Kürtçe bir şarkı koymak. Bunu söylediği gün ciddi bir linç kampanyası başlatıldı. Akabinde Paris’e giden Ahmet Kaya, 2000 yılının 16 Kasım günü orada geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Bugün, “ünlüler mezarlığı” olarak bilinen Père Lachaise’de, Yılmaz Güney’in birkaç metre ilerisinde yatıyor.

Ahmet Kaya’yı yakın dönemde gündeme getiren gelişmelerden biri, bir müzikli oyun. “Herkesin bir Ahmet Kaya’sı var” sloganıyla yola çıkan, “Hep Sonradan”. Cüneyt Yalaz, Didem Kaplan ve Funda Alp’in metnini yazdığı, Metin Göksel’in (Diler Özer ve Sevilay Saral’la birlikte metni sahneye uyarlayarak) yönettiği oyunun müziğini Kardeş Türküler yaptı. İçinde bulunduğumuz yılın 9 Ocak günü Uniq İstanbul’da ilk kez seyirci karşısına çıkan “Hep Sonradan”, Ahmet Kaya’nın doğum günü olan 28 Ekim’de, yarın ikinci sezon için perde açıyor.

Oyun, hafıza üzerine kurulu. Paris’te yaşadığı yıllarda Ahmet Kaya’nın yoldaşlığını yapan Salih’in hikâyesini anlatıyor. Salih, hastalığı yüzünden geçmişi unutmaya başlayan, unutmamak için hafızasını zorlayan bir adam. Bunun için attığı bütün adımlar bize yaşadıklarımızı hatırlatıyor. Bir yandan Ahmet Kaya’nın sürgünde yaşadıklarına tanık oluyoruz, diğer yandan hikâyesini hatırlıyoruz. Salih, hatırladıkça hatırlatıyor. Oyun, bildiğimiz Ahmet Kaya’yı, bilmediğimiz yönleriyle önümüze getiriyor.

Az önce, toplumsal hafızamızı diri tutan iki isim olduğunu söyledim. Biri Ahmet Kaya’ydı, diğeri hemen hemen aynı dönemde tanıdığımız Grup Yorum. Yazık ki bugünkü iktidar, onlara hareket alanı bırakmıyor. Konserleri yasaklandı, kültür merkezleri basıldı, albüm için yaptıkları kayıtlara el konuldu. Bu kadarla da kalmadı, Grup Yorum üyeleri hakkında bülten çıkartıldı. Topluluğu oluşturanların bir kısmı hapiste, bir kısmı Ahmet Kaya gibi memleket dışında. Grup Yorum, baskılardan her zaman nasibini aldı ama bugünkü durum sahiden vahim. Hapisteki topluluk üyeleri, taleplerini duyurmak için açlık grevinde. Bugün 164. gününe giren süresiz açlık grevi, topluluğun talepleri kabul edilene kadar sürecek. Çok şey istemiyorlar: Şarkılarını özgürce söylemek istiyorlar. Dilden dile yayılan, kitleleri hareketlendiren, yüzbinlerce insanın katıldığı konserlerde hep bir ağızdan söylenen şarkılarını, özgürce…

Grup Yorum şarkıları, tıpkı Ahmet Kaya’nınkiler gibi, memleketin toplumsal hafızasını diri tutan “ürün”ler. Halkın içinden çıktı, halkın katılımıyla büyüdü. Nâzım Hikmet’ten Ahmed Arif’e, İbrahim Karaca’dan Nihat Behram’a onlara yol gösteren şairlerin şiirleriyle güçlendi. Ahmet Kaya şarkıları da öyle. Grup Yorum, üniversiteli gençler tarafından kurulmuştu. Ahmet Kaya, memleketin gündemine oturduğunda 20’li yaşlarının ortalarındaydı. Sonrasında hep genç kaldılar. Grup Yorum bugün özgür değil ama hâlâ heyecanlı, hâlâ genç. Ahmet Kaya, artık aramızda değil ama şarkıları hep bizimle.

Öldüğünde 43 yaşındaydı, Ahmet Kaya. Bana kocaman adammış gibi geliyordu ama bugün bakınca hiç de öyle olmadığını görüyorum çünkü artık ben, ondan beş yaş daha yaşlıyım. Yaptıklarını yaptıklarımla karşılaştırınca şaşıyorum çünkü Ahmet Kaya, 43 yaşında bile bugün bulunduğum yaşta yaptığımdan çok fazlasını yapmış.

Buna şaşıran sadece ben değilim. Kızı Melis Kaya, yaş meselesine, bundan dokuz yıl önce yazdığı bir yazıda şöyle değiniyor: “Babam öldüğünde 43 yaşındaydı. Çok büyüktü, görkemliydi, benim masal kahramanımdı. Bugün benim 40’lı yaşlarında arkadaşlarım var ve gözümde onlar o kadar gençler ki…” Ahmet Kaya çok genç öldü. Yaşasaydı 62 yaşında olacaktı. Arada yapacaklarını düşünemiyorum bile…

Şarkılar, toplumsal hafızayı diri tutuyor. Ahmet Kaya şarkılarını (tıpkı Ahmet Kaya ve Grup Yorum gibi, onları kayıt altına alan ve yok olmamasını sağlayan) Kardeş Türküler’den dinlemek, onun hikâyesine tanıklık etmek istiyorsanız, “Hep Sonradan’ı ıskalamayın. Ahmet Kaya’ya yarın 62. doğum gününde verilecek en güzel hediye, onun şarkılarını hep bir ağızdan söylemek olacak. Şarkıların özgür, onları söyleyenlerin aramızda olduğu günler böyle gelecek. Sonrasında her şey sahiden çok güzel olacak.