Usta yorumcu Ali Asker yarın saat 20.00’de Şişli Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde vereceği konserle sanat hayatının 50. yılını kutluyor

Türkülerimizi halkın sesi olsun diye söyledik

BURAK ABATAY @abatayburak

Memleket tarihinin siyasal tarihi ile her zaman örtüşmüş ve devrimci mücadelenin sembolü olmuş şarkıların, türkülerin sesi Ali Asker ile bir araya geldik ve 50 yıllık serüveni konuştuk.

► 50 yıllık koca bir serüven. Nasıl geçti?
Benim için onur verici. Hem acıların çokça yaşandığı bir zaman, hem de hayatın her alanında arkadaşlarımızla, dostlarımızla toplumsal muhalefeti güçlendiren bir yapılanmamız vardı. Benim için dolu dolu geçti diyebilirim. Ben onun için çok mutluyum. Onurlu bir mücadelenin içerisinde oldum. Söylediğim şarkılarda sadece benim yazdığım şeyleri değil; arkadaşlarımızın söylediği şeyleri, yazdığı şiirleri bestelemeye çalıştım. Okuduğum bütün eserler hayatın yaşanmışlığını anlatıyor. Yaşanılmış şeyleri anlatıyor. Türkülere sığmayacak kadar şeyler de vardı. Ama ben gücüm oranında türkülerle ancak bu kadarını becerebildim. Arkadaşlarımızın yazdıklarıyla güçlendirmeye çalıştım. En çok beni mutlu eden bu türkülerimizi dinleyen dostlarımıza, arkadaşlarımıza umut ışığı yakmaya çalıştık. Ben yine de umutluyum, karamsar değilim. Karamsarlıktan uzak, güzel, aydınlık günler için yine söyleyeceğimiz şeyler var, yok değil. Var ve yine söyleyeceğiz.

► Mahzuni ile başlayan ve Ali Ekber Çiçek, Ruhi Su ve Hasan Hüseyin gibi ustalarla da yollarınızı kesiştiren bir 50 yıl bu aslında…
Kendimi mutlu ve şanslı hissediyorum. Çünkü o güzel insanları gördüm, sahne aldım, küçük küçük de sohbetlerimiz oldu. En azından karşısında izlediğim, dinlediğim halk ozanları, şairler oldu. Benim için hayat gerçekten dolu dolu geçti. Bugün bu bahsettiğimiz isimlerin birçoğu hayatta yok. En çok birlikte olduğum ozan, Âşık Mahzuni Şerif. Onunla 1967’de tanıştık. Süreç içerisinde birlikte turneye çıktık. Birçok kez tekrar tekrar görüşmemiz ve sahne programımız oldu. Onun için kendimi çok şanslı hissediyorum.

► 1967’de Mahzuni ile çok küçük yaşta başlayan müzik hayatınız, sonrasında ortaya bıraktığınız eserlerle memleketin devrimci tarihinin de özeti oldu. Hiçbiri birbirinden bağımsız işler olarak görülmedi. Peki siz nasıl müzikle ve devrimcilikle tanıştınız?
Aileden gelen köklü bir yapılanmamız var. Ben Dersimliyim. Hozatlıyım. Ailemiz bize hep doğru güzel şeyler yapılmasını öğütlerdi. Yani eline, beline, diline sahip oluyorsun derlerdi. O bizim için kaçınılmaz bir söylemdi. Ondan yola çıkarak, ailede tartışılan şeyler, sahip olduğumuz değerlerin toplumda nelere dikkat edilmesiydi. Haramdan, yalandan, riyakârlıktan uzakta kalacağımızı, doğru söylemlerin köklü olacağını söylerlerdi. Bu sözler de 60’lar sonrası öğrenci gençliğini mücadelesiyle dillendirilen, Cevahir’lerin, Ulaş’ların, Mahir’lerin, Deniz’lerin, İbrahim’lerin sürece girmesiyle öyle örtüştü ki… Dersimliler kız erkek ayırt etmeden çocuklarını okutmayı sever. Bu bizim için çok kıymetliydi. Cevahir’in Dersimli olması, birkaç üniversite bitirmesi bizim için simge hâline gelmişti. Hattâ Cevahir’in ablası bizim komşumuzdu. Hozat’a geldiğinde insanlar ona karşı müthiş bir sevgi gösterisi içindeydi. O zaman ilk olarak Cevahir’i görmüştüm. O anlamda da çok şanslıyım. Onların söylemi, ailemizin söylemleriyle de örtüştü. Yakın takibe aldım kendimce. Radyolarda onların bildirilerinin verilmesi bir avantajdı. Mücadele tarzları, ailemin anlattıklarıyla bire bir denk düşüyordu. Onun için kimsenin baskısı altında olmadan kendimi bu yapılanmanın, mücadelenin içinde buldum.

► Peki ya müzik?
Ben önceleri halk türküleri söylüyordum. İlkokul 2’den itibaren sahneye çıkmaya başlamıştım. Ortaokulda piyeslerde yer alırdım. Fakat 67’de Mahzuni ile Elazığ’da tanışmamız ve sahne almamız bir dönüm oldu. Keban Barajı’nın yapımında işçilere konser vermeye gittim. 68’lerde yine Elazığ’ın birçok sinemada konserlerimiz oldu. Mahzuni ile beraber küçük bir turneye katıldım. 69’da okul tatil olmuştu ve bir aylığına ben Elazığ’da aile çay bahçesinde çalışıyordum. Mahzuni geldi konsere ve beni çağırdı. Dedi ki, ‘Seni turneye götüreceğim.’ Ben de babama danışmasını söyledim. O da ‘Dedeyi çağırıp konuşacağım ben’ dedi. En sonunda ikna etti. Şu an öğretmen olan İsmail Fırat’ı çağırdı o anda. Onunla beraber Anadolu turnesi başladı. Malatya’dan başlayan, Arapgir, Turhal, Amasya, Çorum’da devam eden ve Ankara’da sona eren 1,5 aylık bir turnemiz oldu. 69’un yaz aylarıydı. Gar Katliamı’nın olduğu yerde, “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla bir öğrenci grubu geliyordu. Ellerinde Türk bayrakları vardı. Tam gardan gelen Gençlik Parkı ile şimdiki İtfaiye Meydanı’na doğru. Onları görünce içimin kabardığını hatırladım. Ona da tanık oldum. O da benim için önemliydi. Ondan sonra gönül bağım daha da kabardı. Ben o güne kadar yöresel halk türkülerini, Pir Sultan’dan, Nesimi’den söylerken, süreci takip etmeye başlayınca her şey değişti. Yeni şiirler elime geçti. Dilim döndüğünce kendi söyleyebileceğim şeyleri söyledim. Ama ben şunu da söyleyeyim, ben sanatçı olacağım diye söylemedim. Sevdiğim için söylüyordum. O da bir tesadüfle oldu. Evde doldurduğum bir kasetin arkadaşların eline geçmesiyle çağrıldım ve öyle başladım.

turkulerimizi-halkin-sesi-olsun-diye-soyledik-528742-1.

***

‘Hem güleceğiz hem hüzünleneceğiz’

► 50. yılınızı kutlayacağız yarın. Bizi neler bekleyecek konserde?
Söylemem lazım ki, konser teklifi benden gelmedi. Menajerliğimi yapan arkadaşlardan geldi teklif. Böyle bir şey yapalım dediler. Ben de, dostlarımızla buluşuruz diye kabul ettim. Hem güleceğiz hem hüzünleneceğiz.

***

Sessizliğimizden korksunlar

► Dönem dönem konuşacak olursak, 70’lere gelindiğinde siz de mücadelenin bir parçasıydınız. O dönem nasıl geçti?
Okul için Ankara’ya gelmiştim. Yıldırım Beyazıt Sanat Enstitüsü’ne kaydımı yaptırmıştım. Elektrik Bölümü’nde okumak istiyordum, fakat birkaç puanla kaybettim. Dedim ki, bir mesleğim olsun ve Mobilya Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. Fakat ekonomik sıkıntılardan dolayı ancak bir dönem okuyabildim. Banyo yapamıyordum mesela. Arkadaşlar boks antrenmanlarına gidiyorlardı. Ondan bahsederken ‘duş alıyoruz’ deyince ben de kulak kesilmiştim. Dedim ki, ‘Su sıcak mı? Sabun falan var mı?’ Evet deyince ben de duş alabilmek için boksa yazıldım. Başarılı da gidiyordu. 15 tatil olunca ekonomik durumlara dayanamadım. Ailem aylık 150 lira göndereceğini söylemişti ama onu bile gönderemiyorlardı. Ben Kuşcağız’da kalıyordum. Paran olmayınca otobüse binemiyorsun, 10 kilometre karda kışta yürümek zorunda kalıyorsun. Artık dayanamadım. Hozat’a geldim. Okulu bırakacağımı söyledim. Ama utanıyordum da, herkes okula gidiyordu çünkü. Abimin bir terzi dükkânı vardı. Onun yanında çalışmaya başladım. Uzun süre terzilik yaptım. Sonra Hozat’ta lise açıldı, öğretmen arkadaşlar da ‘illa kaydını yaptıracağız’ diye ısrar ettiler. ‘Ben askere gideceğim’ dedim, ‘gitme’ dediler. Okula kaydımı yaptırdım. Kurulan bir devrimci dernekle köy çalışmalarına katıldım. Bir yandan terzilik, bir yandan okul ve öte yandan köy çalışmaları.

► İlk kaset de o tarihte geldi, değil mi?
Bir arkadaşımızın eşi doğum yapmıştı. Orada otururken arkadaşımız, ‘Babamız Almanya’ya gidecek. Orada dinlesin, bir kayıt yapalım’ diyerek bir teyp ve bağlama getirdi. Ben de türküleri okudum. Sonra 6-7 ay sonra biri kasetlerimin çıktığından bahsetti. ‘Zafer Çarşısı’nda Ali Asker’in kasetleri’ var diye yazıyordu. Sonra ben Ankara’ya gittim ve “Merhaba, beni sormuşsunuz. Ben Ali Asker’ dedim. İnanamadılar ilkin. Biraz konuşunca anladılar. Bana nasıl ulaşabileceklerini sordular, ben de dükkânın adresini verdim. Bir de 500 lira verdiler. Ben ‘Para için gelmedim’ dedim. Ankara’da Devrimci Gençlik çalışmaları vardı. Sonra da Türkiye’nin irili ufaklı birçok yerine konserlere gittik. Böyle çok onurlu, renkli bir süreç yaşadım. Çok da acı şeyler yaşadık. Ama biz bu mücadeleye girerken başımıza nelerin gelebileceğini biliyorduk. Gördük de önderlerimizden. Mahir’lerin nasıl katledildiğini, Deniz’lerin nasıl hesapsız kitapsız idam edildiğini, Kaypakkaya’nın nasıl işkencede katledildiğini… Onlarca güzel insanın başına gelenler bizim de başımıza gelebilirdi. Kimse beni zorlamadı. Ben istediğim için katıldım. Biz halkımıza yalan söylemedik, hırsızlık yapmadık. Sorunlarına karşı duyarlı olması gerektiğini söyledik. Bunu gerçekten de başardık. Milyonlar sokaklara iniyordu. Bunu yönetim de biliyordu. Onları kurtaran 12 Eylül Darbesi oldu.

► Ve türkülerinizde bize en çok hissettirdiğiniz duygu: Umut.
Türkiye toplumunun, toprağın kimyasıyla oynadılar. Perişan ettiler, bunu görüp de sessiz kalmak kadar tehlikeli bir şey göremiyorum. Biz sesimizi çıkaramazsak nereye kadar gidecek? Umutlarımızın bahar yeşilliği tadında, toprağın gebe olduğu, tohumun verdiği, ağaçların tomurcuktan çiçeğe dönüştüğü bir şekilde görüyorum halkımızı. Sessizlik olduğu zaman korksunlar.